- 731 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Ceza Mahkemesi
Görüş günüydü, bir anda bütün dikkatleri üzerine çekip, tüm mahkum yakınlarının içini dağlayan bir olaya şahit olmuştuk.
Çocuk babasını görünce bağırıp kendini yerden yere atıyor;
-- Babaaaa babaaaaa!
Bir hapishanenin küçücük penceresinde gördüğü babasına bakıyor, anne sıkıca tutuyor kolundan, bir taraftan çekiştiriyor çocuğu, çocuk bu kez daha hızlı bağırmaya başlıyor;
--Babama gideceğiiiim, bıraaak beniii!...
Çocuğu duyan gardiyan yanına gelip konuşmaya çalışsa da çocuk hiç bir şeyi duyacak gibi değil, tekmelemeye başlıyor, gardiyan sakin, ama susmasına engel olamıyor çocuğun! Anne çekiştire çekiştire götürüyor çocuğu, babanın gözleri daha bir kırışmış, omzu düşmüş, elinde sürekli burnunu sildiği mendiliyle ağlıyordu ardından.
Bir hafta sonra yeniden gördüm çocuğu. Bu kez biraz daha sakindi, babayı görünce zıpladı birden, konuşmak için ayrılmış mikrofana benzer bir kutuya ulaşmaya çalışıyor, sesinin yettiğince bağırıyordu:
--Babaaa sen adam mı öldürdün?
Baba utanıyor ve diğer ziyaretçilere bakarak:
--Yok oğlum, diyor.
--O zaman niye attılar seni hapishaneye?
--........!
Üçüncü hafta açık görüş vardı, mahkumların yakınlarına önünde cam olmadan görebileceği salonu andıran bir oda tahsis edilmişti, kuvvetli yanan sobanın bulunduğu odada çay bardakları konmuştu masaya, daha sonra börek-çörek tarzı yiyeceklerde geldi.
Bire bir aile görüşünde babasını kucakladı çocuk, sonra da babasının kucağından hiç inmedi görüş saati bitinceye kadar, sürekli babasının başını tutup kendine çeviriyor, hiç bir zaman yanıtını alamayacağı sorular soruyordu.
--Eve ne zaman geleceksin?
--........!
Mahkumlar pasta börek eşliğinde aileleriyle birlikte çayın ve sohbetin tadını çıkarıyordu. Az ileride yeni evlendiği belli olan genç bir kadın kocasına sarılıyor, adam gözünden öpüyordu kadının, elini bir an bile bırakmıyordu. Aile görüşleri o kadar can acıtmıyor, ne de olsa yakından gördükleri eşlerine dostlarına sarılmak mümkün, çaylar geliyor sürekli, soba harlanıyor, bir gürültü, bir çoşku yaşanıyordu görüş gününde.
Başka bir masada 60 yaşlarında takım elbise giymiş bir adama acıyorum, yaşından başından utanıyor adam, son derece şık ve buraya ait değil gibi. Neyse konu nereden geldi buraya? Çocuklar oyun oynamayı sever ve somut gerçekleri anlamazlar. Ya oyun oynayın onlarla ya da ağlatmayın onları!.. Küçücük akıllarına acıyı işlerseniz, bir ömrü zehir eden yalnızlıklarla, güvensizliklerle, geçmişin kanlı izleriyle doldurursunuz kalplerini...
Bu çocuğu unutamadım. Yıllar önce yolum nereden düştü hapishanede görüş gününe? Aklım kaldı o küçücük bedende. Çocuğun annesine telefonumu verip beni aramasını söyledim ve ayrıldım yanlarından.
Bir kaç gün sonra kadını aradım, adresini alıp yola koyuldum. Ormanın karşısında gecekonduların bulunduğu bir mahalleye varıyorum, uzun bir yokuştan çıkmak zorunda kalıyorum evlerine gelebilmek için. Gece gibi kasvetli bir ev, içim daralıyor! Bir göz odadan oluşan gecekondu, tek bir ağacın dahi olmadığı kuru bir iklimdeyim sanki. Kapı tokmağına vuruyorum bir kaç kez, içerden gelen cılız kadın sesi açıyor kapıyı.
--Buyrun.
Buyurdum buyurmasına da hapishanede gördüğüm manzaradan daha acıklı bir rezillik görüyorum! Evde sürekli ağlayan küçük bir bebek var, camların kırık kısmına gazete yapıştırılmış ve soğuk içine işliyor insanın.
--Yakacak bir şeyiniz yok mu? diyorum. Kadın yüzüme bakıyor ve başını yukarı kaldırarak anlatıyor:
--Ne yakacak var, ne de para, evde küçük çocuğum olmasa çalışacağım, bize kim yardım edecek şimdi? Şaşırdım kaldım.
Bir süre sessiz kaldıktan sonra sorabildim:
--Eşin neden hapishaneye girdi?
Kadın anlatıyor:
--Adam yaralamadan!...İşyerinde çıkan bir kavgada öfkesine hakim olamayıp, saplıyor bıçağı baldırına patronun! Parasını üç aydır alamıyordu, öfkesinden ne yaptığını bilememiş, şu yavrular bekler mi? Hoş böylesi daha beter oldu ya, ne yapacaksın kader!
Fazla kalmadım evlerinde, getirdiğim erzak ve birkaç kuruş parayı verip ayrıldım.
Daha sonraki haftalar göremiyorum ne çocuğu, ne de annesini. Telefonla arıyorum, cevap vermiyor. Merakıma engel olamayıp evine gidiyorum. Kapı bu kez açık gibi, biraz itiyorum, içerisi bomboş, ne eşya var, ne çocuk! Başka bir gecekondunun kapısını çalıp soruyorum:
--Taşındı onlar, diyor.
--Çocuklar açlıktan ve soğuktan ölmek üzereydi! Kadının annesi sahip çıktı zavallıya... Kocasını Ayaş cezaevine göndermişler, altı ay ceza almış.
YORUMLAR
Güzel bir konu seçilmiş, canlı ve güncel... "Ben" anlatıcının ya da "tanrısal anlatıcı"nın öyküye hâkim olduğu görüyoruz. konunun anlatım esnasında detaylandırılması öyküyü çok daha nezih bir hale sokardı bence. Ama salt bu öyküye bakan biri bile yazmak isteyen birinin niyetini çok net görebilir.