- 1263 Okunma
- 8 Yorum
- 2 Beğeni
DENİZİ İSTEYEN ÇOCUK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir dağ köyündeydim ve yalnızdım.Birleştirilmiş sınıf okutuyordum.Köy, geçimini, çilek ve mısırla sağlıyordu.İnsanlar, çilek mevsiminde çilek gibi kokardı.Her yerde çilek kasaları olurdu.Bir de civar köylerle birlikte çilek festivali yapılırdı.Oldukça neşeli renkli görüntüler görmek mümkündü.Dağ çilekleri,daha minik leziz olurdu.Boy boy reçelleri ,şurupları,marmelatları yapılırdı.Şehirden onları almaya gelirlerdi.Bu dağ köyü,on on beş hanelik şirin bir yerdi.Kışın yollar uzun süre kapanır , sular donardı.Tıka basa karla doldurulan kazanlardan çıkarılan su dört-beş bardak olurdu ancak. Ağzımı kavak ağaçlarına dayar, yosunlardan sızan suyu içerdim. Benim kaldığım lojman, köyün biraz dışında kalıyordu.Arkası kuzey ormanlarıydı.Geceleri yaban domuzları,ayılar iner mısır tarlalarını talan ederdi.Lojmanda su yoktu. Ömer çeşmeden su taşırdı bana.
Ömer, kumral yanık tenli ,burnu çilli,gülümsediğinde kocaman gamzeleri olan ,iri yarı, güçlü kuvvetli bir çocuktu. Köpeği Fındık’ı bana vermişti,beni korusun diye.Ömer yalnız köpekleri sever,onlarla boğuşur gibi oynardı.Köpekler de Ömer’i severdi,fakat diğer hayvanların canını okurdu.Lakabı "Kuşçu Ömer"di. Özenle yontulmuş kavaktan bir sapanı vardı.Enli kalın bir lâstik geçirmişti sopasına.Onunla ,kuşları avlar, at kılından tuzaklar yapar, cebine kuş leşleri koyardı.Kedileri kuyruğundan asar - köyün adı neredeyse "kuyruksuz kedi köyü" çıkmıştı- karıncaların yuvalarını bozar,çomak sokar,havanda buğday dövüyormuş gibi ezerdi.Bir keresinde dama çıkmış bir leyleğin yuvasını bozmuştu.Köylüler" Bu çocuğun içine İblis girmiş, merhamet yok bu Başsız ’da" diye söylenirlerdi.Başsız derlerdi ;çünkü annesi küçük yaştayken ölmüş, babası, annesinin ölümüyle köyü terk etmiş, İstanbul’a gitmiş, bir daha da haber alınamamıştı.Öğrenciler ondan korkarlardı.Her dem sınıf başkanı seçilirdi.Sabahları erken kalkar ,ağılı temizler,kümesi yemler,iki keçinin sütünü sağar keçileri çobana teslim ederdi.Hafta sonları bu keçileri, kendi otlatmaya çıkarır,akşam namazından önce eve dönerdi.Ömer’e ninesi bakardı. Hasibe Nine’ye yaşı sorulduğunda "Atatürk öldüğünde 6-7 yaşlarındaydım" diye yanıt verirdi.Her işini kendisi yapardı.Abdestini ibrikle alır, namazını, keçi postunda eda ederdi.
Doksanlı yılların başıydı.Televizyon, bir tek, imamda, telefon da yalnız muhtarda vardı.Köy halkı ne yapsındı. Yatsı namazından sonra uyur;seher vakti uyanır ,işlerine koyulurlardı.Çocukların da geceleri eğlence kaynakları, masallar,hikâyeler dinlemek,çeşitli oyunlar oynamaktı.Sınıfta anlattığım masalları,öyküleri akşam, ebeveynlerine anlatırlardı.Onlara bol bol "Kurtuluş Kahramanlarını Çanakkale Şehitlerini" anlatırdım.Seyit Onbaşı’nın 275 kilogramlık bir topu nasıl kaldırdığını akılları almaz, Sütçü İmam’ı, Hasan Tahsin’i ,Kınalı Ali’yi,Nene Hatun’u daha bir dikkatli dinlerlerdi.Memleketin dört bir yanından ,bu kahramanlar, minik yüreklerin derinliklerine dokunur ,gözleri kocaman açılır,göğüsleri öne doğru kaykılır, tatlı tatlı dinlerlerdi. Tam heyecanlı yerinde öyküyü bırakır " Arkası yarın..." derdim. Çocuklar devamını anlatmam için yalvarır ama ben kararımdan dönmezdim. "Sizce sonu nasıl bitecek? "der ve ödevi verirdim. Ömer’in yazdıkları daha dikkat çekici olurdu. Ne ki sonunda kahramanlar hep ölürdü." Büyüyünce ne olacaksın Ömer?" diye sorduğumda" Kahraman olacağım." diye cevap verirdi.
Ömer en çok denizi merak ederdi.
-Öğretmenim çok su var denizde değil mi?
-Evet
-Peki bizim şelale suyu kadar var mı?
-Daha çok
-Köy kadar var mı?
Gülümsedim.
-İstersen sana denizi gösterebilirim. Gözleri kocaman açıldı.
-Nasıl?
-Fotoğrafları var. Albümümü sana veririm, bakarsın. Beğendiklerini sana hediye ederim.
-Sahi mi diyorsun öğretmenim?
-Evet.
-Ne zaman?
-İstersen hemen...
-Hadi öğretmenim n’olursun göster.
-Olmaz.
-Hani hemen demiştin öğretmenim, çok kandırıkçısın.
-Değilim Ömer ;fakat bir şartım var. Kabul edersen sana deniz fotoğraflarımı veririm.
-...!
-Bundan böyle hayvanlara iyi davranacaksın.
-Ama...!
-Aması yok Ömer . Söz vermeni istiyorum.
Ömer yerinden doğruldu. Sesini çıkarmadan çıkıp gitti. "Denizi İsteyen Çocuk" şiirinin esin kaynağı olmuştu. Oysa o bunun farkında değildi. Ertesi gün ikinci ders çıkıp geldi. Başı önünde, çocukların şaşkın bakışları arasında sobanın yanındaydı. O her şeyden çok sevdiği kavak ağacından yaptığı sapanı artık sobadaydı.
GÖNÜL GENÇYILMAZ 27/01/2013
DENİZİ İSTEYEN ÇOCUK
korkuyu sırtından düşürmüş
“güneşe yol yapan çocuk”
sapanı tutar bırakmaz
ceplerinde kuş leşleri
toprak damda uysal akar kanı
düşlerinde kocaman suyu olan şehir
bilmediği bir mavi
geceye sokulur dizleri
uyku siyah ıssız nehir
sarılır arı tözü rüzgâra
tuz ve toprağa karılır teri
yumulup ateşten suyla
ardına düşüp birkaç keçinin
henüz gök soyunurken
çoban peygamberler gibi
Tanrı’dan kendini ister
bir de denizi
sahi mut mavisi miydi deniz
ensesi kalın bir ağaçta başı
böler karıncalara ufku
“dağları yakalayıp duran gün daralır”
dağlar önünde diz çöker
kut yoncada bir uğurböceği
bir içkin şerare
tatlı yom devinimde
topuklarında kır çiçekleri
ak sakallı dede verir bir avuç deniz
içer denizi bir solukta
akşam anlatırken ninesine
Kur’an-a el basar
deniz artık içinde
çok kıymetli seçici kuruluna, biricik edebiyat defteri aileme, sonsuz şükranlarımı sunarım var olun dostlar...
YORUMLAR
Çok güzel işlenmiş bir yazı, zengin bir tema. Bir köyün doğal güzelliğinden, tabiatın insana yaşattığı zorluklardan, bilmediğimiz hayat biçimlerine uzanıp, bildiğimiz duygularla besleniyor.
Çok beğendim.
Tebrik ederim.
gönül gençyılmaz
gönül gençyılmaz
düşleri otobüslerden önce Haydarpaşa'ya giden deniz yürekli çocukları var ülkemin ve onlara ışık olan elleri öpülesi öğretmenleri...
....
şiirsel öyküye bayıldım
teşekkürler.
gönül gençyılmaz
ALPEREN OZAN
Gün içinde okuduğum en güzel yazıydı. Güzel anlatı, anlatabilen değil, anlatmayı zevk bilen anlatır ancak böylesini.
Tebrik ederim.
gönül gençyılmaz
Denizi orta okuldan mezun olduktan sonra gördüm şaşırmadım desem yalan..
Tebrik ederim saygılarımla.