- 490 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
12 EYLÜL SONRASINDA CEZAEVİ GÜNLERİ
Normal şartlarda, 12 kişilk bir nöbetçi ekibi bizim savunacağımız, koruyup kollayacağımız cezaevi için çoktu.
Üstelik cezaevinde nöbet bekleme işi belli bir süreye mahsus olmayıp ucu açık olunca uykusuz kaç saat, kaç gün dayanabileceğimizde meçhuldü.
Bu nedenle altişar kişiden iki guruba ayrıldık.
Guruplara ayrılma işi bizden kıdemlilerin istesdiği biçimde gerçekleşmişti.
O’nlar bizim gibi acemi, çömez erlerle aynı ekipte olmak istemiyorlardı, guruplar kafalarına göre düzenlemişlerdi.
Bu düzenleme işi aslında bizimde hoşumuza gitmişti.
Çünkü benimde içinde bulunduğum 6 kişilik gurubun tamamı benim gibi 60/ 1 lerden oluşuyordu, diğer gurubun aksine büyük kentlerden gelen şehir çocukları çoğunluktaydı.
Üstelik bizim guruptaki arkadaşların ekserisi de en az ortaokul mezunuydu, 2 kişi de lise mezunuydu.
Nöbet ekibine emir komuta edecek, gerektiğinde sevk ve idare edebilecek bir rütbeli şahıs olmadığı durumlarda; erlerin, olağandışı bir gelişme karşısında inisiyatif kullanabilmesi ancak bilgiyle mümkün olabileceğinden ben arkadaşlarıma güveniyordum.
Korumasını üstlendiğimiz cezaevi konum itibarı ile bizim bölük binamıza 8-10 dakikalık yürüyüş mesafesinde olsa da batı yönündeki tel örgüyle çevrili askeri bölgenin sınırında kaldığından ve etrafı da ağaçlarla kaplıolduğundan, dışarıdan gelebilecek bir saldırıda savunulması biraz zor gibi görünüyordu.
Bölük binamız yakın olsa da, bölükte kalan eratın pek çoğu ekstra görevlere gittiğinden, bir saldırı anında bize yardıma gelebilmeleri zor olacağından kendi başımızın çaresine kendimiz bakmak zorundaydık.
Hizmet, Uçaksavar, Oto, İstikam vs. gibi diğer bölüklerden yardım beklemek ise hyal gibiydi.
Çünkü onların eğitim, silah, eğitim ve bir çatışma ortamındaki tecrübesizlikleri bize nazaran çok zayıftı, bahsettiğim birikler yardımımıza koşsalar bile ne yapacaklarını kestiremediklerinden,muhtemeldir ki bize yarar yerine zarar verebileceklerdi.
İş başa düşmüştü, kendi göbeğimizi kendimiz kesecektik.
Altışar askerden oluşan 2 guruptan her bir 6 saat nöbet tutacak, 6 saatin sonunda nöbeti diğer guruba devredecek, istirahata çekilecekti.
Nöbeti biten gurup uyku ve dinlenme ihtiyacını açık arazide karşılayacaktı.
Bölük binamız yakın olmasına rağmen, cezaevine tıkılmış şahıslardan bazılarını kurtarabilme adına dışarıdan gelebilecek bir terörist bir saldırı anında, 6 kişilik nöbetçi ekibi yeterli olamayacağı endişesiyle, komutanlarımız nöbeti biten ekibin bölük binası yerine cezaevi yakınında kalmasını emretmişlerdi.
Askerde de emir demiri keseceğinden, verilen emre uymak zorundaydık.
Bir gece önce Hakik’ten getirdiğimiz yataklardan 6 tanesi araziye yayıldı, üzerine 3-5 tozlu battaniye serildi, dinlenecek gurup uykuya çekildi.
Biz, çömez olduğumuzdan ilk nöbeti tutacaktık, 6 saatin sonunda uykudakileri uyandıracak, nöbeti devredecektik, onların kalktığı sıcak yataklara yatacaktık.
Ben askere gittiğimde sigara içmiyordum, askerde de henüz sigaranın tiryakisi olmamıştım.
Ara sıra içsem de sigara tiryakisi olmadığımdan içip içmemek benim için bir anlam ifade etmiyordu.
Diğerleri sigara tiryakisi olduğundan, 6 saatlik nöbet boyunca sigarasız kalmak zor olacağından binanın arka tarafında nöbet tutmak istiyorlardı.
Ön tarafta nöbet tutmak benim için sorun yaratmayacaktı, istediğim an içeride yatan konuklarımızı! Gözlemleyebileceğimden, ön tarafta nöbet beklemek benim için arayıp da bulamadığım fırsattı.
Binanın ön tarafına geçtiğimde etrafı tarassut ediyordum, sonra bianın cephesi boyunca yürüyerek merakla 4 odadan oluşan cezaevi koğuşlarının içerisini gözlemliyordum.
Daha bir gün öncesinde Merzifon ve havalisinde terör yaratan, ortalığa dehşet saçan, devlete ve kanunlarına kafa tutan, kendini kaf dağında sanan zavallıla,r bir gecede ne olduğunu anlayamadan devletin çelik iradesiyle tanışmışlar, yakalarından tutulduğu gibi mapus damına kıtkıldıklarından ne olacağı kestemiyorlar, arpacık kumrusu gibi düşünüyorlardı.
Misafirlerimizin çok büyük bölümü 18-30 yaş aralığındaki gençlerden oluşuyordu.
İçlerinde 40-50 yaştaki insanlar olsa da bu gurup azınlıktaydı.
Fakat gözaltına alınanların içinde bir vardı ki durumu gerçektende enteresandı.
Çünkü bu şahıs, çok rahat, 70 yaşında gibi gözüküyordu.
Saçı ve bir karış uzunluğundaki ssakalı bembeyazdı.
Gençlerin yakalanıp cezaevine tıkılmalarının sebebini az çok anlayabiliyordum da, 70 yaşındaki bir adamın yakalanıp içeri alınmasının nedenini bir türlü izah edemesem de işin doğrusunu bir kaç gün sonra öğrenecektik.
Meğerse yaşlı adam köyün birinde imammış.
Camideki vaaz ve nasihatleri esnasında sözü Türkiye’nin yaşadığı terör badiresine getiriyormuş, Komünistlerle yapılan mücadelenin cihat olduğunu, bu nedenle tüm müslümanların manen ve maddeten bu mücadeleye katılmalarının farz olduğunu, ekonomik gücü olanların da dinsizlerle savaşan ülkücü guruplara para ve silah yardımında bulunmaları gerektiğini öğütlüyormuş.
Nöbet sürem boyunca, etrafı kontrol etmem dışında sürekli içeridekileri gözlemliyordum, her hareketlerinden bir mana çıkarmaya çalışıyordum.
Koğuş haline getirilen odanın tavanından sarkan loş ışıklı ampül lamba güvenlik gerekçesiyle sürekli yanık tutulduğundan, idışarıdan, çerideki her hareketi rahatlıkla takip edebiliyordum.
Küçücük oda içeri yerleştirilen 2 katlı ranzaların fazlalığı nedeniyle daha da küçülmüş gibiydi.
Ortada ufacık bir boşluk, boşluğun tam ortasında da tahtadan bir yemek masası vardı.
Misafirlerimizden, tuvalete gidip gelenlerin haricinde tamamı yataklarına çekilmişlerdi.
Kımıldamalarından, pek çoğunun uyuyamadığını, birbirleriyle konuşmadan gözlerini tavana diktiklerini görebiliyordum.
Bir gece önce gözaltına alınarak bizim korumamıza bırakılan şahıslarla henüz birebir tanışma vaktimiz olmamıştı, hangisinin sağcı, hangisinin solcu, hangisinin ortacı olduğunu bilmiyorduk.
İhtimal, sorulsa, hepsi masum olduğunu, buraya yanlışlıkla, büyük ihtimalle de iftira nedeniyle getirildiğini iddia edeceklerdi.
Sanki Türkiye’deki terör ve anarşi ortamında 5000-5500 kişiyi uzaydan gelenler öldürmüş, 10 binlerce kişiyi de yaralamışlardı.
Zaten suçu gelin yapmışlar kimse almamış, bizim konuklarımızda sütten çıkma ak kaşıklardı!
6 saatlikn öbet bitiminde uykudakileri uyandırmış, onların boşalttığı yataklara uzanmıştık.
Yatarken de, nöbete kaldırırlarken 40-45 dakika önce kaldırmalarını tembihlemiştik.
Türk asker, üşümezdi, uymazdı, acıkmazdı ama galiba biz bu kuralın biraz dışındaydık.
Üşüyorduk, uykumuz gelmişti ve karnımız da zil çalıyordu.
Evimizde değildik ki mutfağa iskele yapalım, buz dolabında ne var ne yok göz atalım, ağzımıza layık yiyecek bulduğumuzda da aç karnımızı doyuralım.
Yiyecek bulmak için de sabahı, yemekhanenin açılmasını beklemeye mahkumduk.
Gecenin 01,02 sinde yemekhaneye gitseydik, ihtimal yemek yerine bir araba dayak yerdik.
Bu da aç karnımızı doyuramayacağından kahvaltı servisini bekleyecektik.
Tembih ettiğimiz gibi arkadaşlar bizi 40 dakika önce kaldırdılar.
Cezaevinin etrafında yüzümüzü yıkayacak su bile yoktu.
Tüfeklerimizi sırtlandık, bölük binasına gittik, bina önündeki doldur- boşalt itasyonunda tüfeklerimizi boşalttık, içeri girdik,tüfeklerimizi tüfekliğe bıraktık, lavoboda yüzümüzü yıkadık, diğer insani ihtiyaçlarımızı karşıladık.
Cezaevindeki koğuşlarda lavabo, tuvalet olduğu halde biz lüzumunda, içeri girmektense ihtiyacımızı açık arazide gidermiştik.
Meğerse bölük binamızın tuvaletleri ne kadar da konforluymuş!’
Sıcak suyumuz olmasa da musluğu açtığımızda bol suya kavuşmuştuk.
Arazide öyle miydi?
Ne gezeeeeer.
Yaşasın yaprakların, o da olmazsa gazellerin kardeşliği!
Tek sıkıntı, hassas bölgelerimizi tahriş etmesiydi!
Lavabo, tuvalet ihtiyacımızı karşılayınca sıra aç karnımızı doyurmaya gelmişti.
Yemekhaneye yollandık, içeri girdik, kahvaltı servisi bitmişti, içerisi yıkanıyoırdu.
Biz 6 kişi birden içeri girince gözler bir anda bize çevrildi.
Temizlik yapan mutfak erlerinin başında duran astsubay bakışlarını bize çevirdi, ne istediğimizi sordu.
’’Açız komutanım, yemek yemeğe geldik’’ demeye kalmadan, astsubay bir kükredi ki, şaşkınlıktan ağzımız bir karış açık kaldı...
(Devamı var)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.