- 2110 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
BIÇAK'LA İNSAN ÖLDÜRMEK
BIÇAK ‘la İNSAN ÖLDÜRMEK
Alay Komutanının emri ile büyük bir çadırda toplanan bütün subaylar, gözleri ile bir birlerine ‘’ Yine ne var, niye toplandık? ‘’ diye sormaktaydı.
Az sonra tümen komutanının ‘’Merhaba Arkadaşlar ‘’ diye gelişine hep bir ağızdan ‘’Sağ ol’’ diye cevap verdiler.
Toplantı adeta genç subaylar için gibiydi. Onların en ön sıraya çıkmalarını emretmişti komutan. Yine bir köylü kızı, öğretmen , hemşire mi şikayet etmişti de ,bu zamansız toplantı yapılıyordu. Hayır, hayır bu kez , belli ki durum çok daha ciddiydi.
‘’Arkadaşlar, iki gün önce büyük bir patlama ile irkildik. Bu patlama sonunda üç subay ve dokuz er öldü. Çünkü yakınımıza mayın döşüyorlar. Üstelik tam geçiş koridoru üzerine, kazdıkları büyük derin çukur yetmezmiş gibi ‘’
Kıbrıs Harekatı başlamamıştı henüz. Tümenler Yunan hududuna dayanmış, Karaağaç havzasında taarruz hazırlıklarını bitirmiş, emir bekliyorlardı. Askeri İstihbarat , Yunanlıların büyük bir mayın tarlası düzenlediklerini, günlerdir gece boyunca kamyonların mayın taşıdığını ,ancak bu korkunç engelin yerinin tam olarak bilinmediğini rapor ediyordu. Üstelik bu döşeme sırasında bir de kaza olmuş, üç subay ve dokuz er ölmüştü.
Tümen Komutanı,genç subayların gözlerinin içine bakarak , gönüllü olarak Yunan topraklarına geçip, mayın tarlasının yerini tespit edecek, koordinatlarını doğru bir şekilde yerinde alıp getirecek , fedai arıyordu. Bu çok tehlikeli göreve gitmek ve sağ olarak dönmek çok zor görünüyordu.
Öncelikle geniş ve akıntılı Meriç Nehrini geçmek , Yunan devriyelerinden sıyrılmak, derinliğine beş kilometre olan bu alanı tarayıp gece gece bulmak, sonra da aynı yoldan dönmek gerekiyordu.
Ne öne davet edilen gençlerden , ne de diğer 150 kadar subaydan hiç ses gelmedi. Komutan bir kez daha durumun zorluğunu , kesin gözüyle bakılan taarruz gerçekleştiğinde, tümenin mayın tarlasını ateş altında geçemeyip, batağa saplanan fil gibi kalacaklarını, işte o mayınlı bölge önünde imha olabileceklerini söylüyordu.
Suskun ve olayı intihar gören subaylar, bakışlarını komutandan kaçırıyor, kah yere, kah serili büyük haritalara bakıyorlardı. Bir türlü gönüllü çıkmıyordu. Komutan da resmi bir emir vererek , kimseyi Yunan topraklarına gönderemezdi. Sel gibi akması gereken koca tümen , demek ki bir mayın tarlası önünde, şaşkın ve yenilmiş olarak bozguna uğrayacaktı.
Birden bir kol kalktı, sonra yanındaki kol da. Bunlar vukuat dolu , komutanın baş belaları olan iki teğmen di. Komutanın gözlerinin içi gülüyordu. Onları içkili olarak yakalayıp , üçer gün hapis ettiği gelmişti aklına. Evet, bu ikili onun tam aradığı gözü pek gençlerdi .
Teğmenleri alıp tümen karargahına götürdü. Masada acılan büyütülmüş haritalar, yan tarafta kum masası içinde canlı gibi duran arazinin şekillendirilmiş yapısı, nehir ,dağ, evler, yollar, tarlalar vardı. Komutan istihbarat raporlarını okuyarak, şüpheli bölgeyi işaret etmekteydi. Önce karanlıkta Meriç Nehri geçilecek, sonra verilen istikamette beş kilometre kadar ilerlenecekti.
Teğmenlerin biri, bir yıl daha kıdemli olduğundan keşif kolu komutanı o oldu. Hemen iki detektör cü er , bir komando astsubay ve iki bıçkın ,becerikli çavuş seçtiler. Kol, yedi gönüllüden oluşmuştu. Kumanyalar, haritalar, detektörler naylon torbalara sarıldı. Kol ön görüşün ardından fazla yemek yememeleri uyarısı ile tuvalet ve dinlenme ihtiyacı için serbest bırakıldı. Dinlenme sonunda yüzleri kamuflaj boyaları ile boyalı, silahları ay ışığında bile parlamayacak şekilde sarılı, bıçakları bacaklarına bağlı , başlarına sıkıca sarılmış siyah bandanalarıyla , korkunç görünüşte yedi adam, gözden uzak bir köşede toplandılar. Artık konuşmaları bile yasaktı. Son sorular sorulup helalleştiler. Onlara nehir e girmeden önce , görevleri anlatıldı .
İki teğmen yeniden harita üzerinde çalışmış, ilerleme istikameti ve basit işaretleri tekrar etmişlerdi. Kıdemsiz teğmen kolun en arkasında, kol komutanı ise en önünde yürüyeceklerdi. Hava , yaz akşamları biraz geç kararırdı, olsundu. Keşif kolu harekete hazırdı. Kol komutanı teker teker onları kontrol edip gözlerinin ta içine bakarak yapacakları görevi anlattı. Detektör bataryaları yeni ve su geçirmez naylonlara sarılıydı.
‘’Sen nerelisin Arslan?’’
‘’Van’lıyam Komtanım’’
‘’Detektörü iyi kullan , ikaz sinyalinin sesi çok kısık olsun. Bir şey bulduğunda sakın kıpırdama ve sol kolunu kaldırarak teğmenine haber ver. Hiçbir sinyali değersiz bulup atlamayacaksın.’’
‘’Anaşıldı Komtanım’’
Kol , Tabur Komutanının onları teker teker öpüp , başarılar dilemesi ile bir ağaç gölgesinin karanlığından sessizce nehre girdi. Haziran sonunda bile su buz gibiydi. Hiç sesleri duyulmuyordu. Sadece başları suyun üzerindeydi. Kafalarına sardıkları bandanalar, ay ışığında küçük bir siyah nokta gibi görünüyordu.
Yunan tarafına ayak bastıklarında kol komutanını işaretiyle ‘’ Küme ‘’ düzenine geçtiler. Astsubay önde, arkada kıdemsiz teğmen, sağ ve sol da çavuşlar , bu baklava dilimine benzer düzenin ortasında ise kol komutanı ve detektör cüler. Tüfeklerin emniyetleri açılmış, süngüleri takılı her kişi gözetleme alanında , gölgelere , ağaçların dallarına, ayın ışığına hatta rüzgarın fısıldamasına dahi hakim. Kalpler bile sessiz atmak zorunda.
Biraz sonra köpek havlamaları gelen köy yerinin üzerine kaydıklarını anlayıp, 500 metre sağa doğru giderek, istikametlerini saptırmak zorunda kaldılar. Köy ve köpek tehlikesini geçtikten sonra haritada işaretli askeri birliklerin yerlerinden de uzak durarak yürüyüşlerine devam ettiler.
Biraz sonra önde giden Astsubay’ ın işareti ile yere çöküp çevreye karşı mevzii aldılar. Kol komutanı yanına yaklaşıp niçin durduklarını sordu. Kırk metre önlerinde o meşhur kilometrelerce uzanan Yunan’ lıların çok güvendikleri derin tank çukuru vardı. Beş metre derinliği , yirmi metre genişliği olan bu kanalı iplerle inerek geçtiler. Çıkışı ise en hafifleri olan çömez teğmeni kule kurar gibi kaldırıp en tepeye çıkartarak aştılar.
Kol komutanı çömez teğmeni ve astsubayı yanına çağırıp , çöktükleri yerde pançolarını başlarının üzerinde açarak , küçük bir çadır gibi kapalı ve ışık geçirmez yuvacık ta pusula ve harita ile yer tespiti yaptıktan sonra, yeniden görevler verdi. Bu sefer iki detektör cü ve çömez teğmen önde yürüyecek, kimse hiçbir şekilde onların önüne geçmeyecekti. Çünkü mayın tarlasının çok yakınında oldukları ,hala tam temizlenmemiş olan ortalıkta bolca rastladıkları kutulardan, gergi tellerinden, unutulmuş kazma ve küreklerden hissediliyordu. Arazi mayın döşemeye oldukça elverişliydi zaten.
On dakika sonra çömez teğmenin sol kolunu havada görüp yere çöktüler. Komutan öne yaklaşarak ne olduğunu sordu. Detektörlerden biri sinyal vermişti. Mayın konusunda eğitimli teğmen , kulaklığı takıp dinlediğinde iyice emin olmuştu. Bıçağı ile toprağı yokladığında, küçük bir anti personel mayını buldu. Biraz sağında bir tane daha, sonra ortada kuzu gibi yatan ,koca bir anti tank mayını . Ölüm bölgesi işte buradan başlıyor diye düşündü teğmen.
Aynı hizada öbür detektör de sinyal veriyordu. Mayınları yerlerinden sökmeden tespit edip, buldukları tarla başına paralel yürüyerek , önce bir başını sonra da diğer tarla hududunu haritaya işaretlediler. Karanlıkta ufka düşen su kulesi ve bir yol kavşağı sağlam nirengi noktaları olmuştu.
Artık geriye dönüş, gün ağarmadan başlamalı, Yunan keşif kollarına yakalanma malıydılar. Sürat le geldikleri yollardan geriye hareketle dönüşe başladılar. Aynı yerlerden geçmemek için bu sefer daha kuzeyden yürüyorlardı.
Meriç Nehri’ ne bir kilometre kalmıştı ki, geçmek zorunda kaldıkları bir karpuz tarlasında sesler duyarak durakladılar. Karpuzların arasına yatarak hırsızları bekleyen iki köylü birden ortaya çıkarak onlara doğru bağırarak koşmaya , ellerindeki sopaları üzerilerine sallayıp küfürler yağdırmaya başlamışlardı.Bostancıların pususuna düşmüşlerdi. Bu iki kişiden biri baba diğeri oğuldu. Babayı hemen yakalayıp ellerini ve ağzını bağlamışlar ama genç oğlan önden koşan babasının yakalandığını görünce ters yüz ederek kaçıp karanlıkta yok olmuştu.
Oğlanın peşinden giden çömez teğmen eli boş dönmüştü. Kol dan fazla ayrılamazdı zaten. İşte şimdi tehlike katmerliydi artık. Kol çok hızlı hareket etme emrini almıştı . Süratle ilerliyorlar ancak çömez teğmen, yanında detektör cüler den biriyle sürekli geride kalıyordu. Meriç Nehri ‘ne beş yüz metre yaklaşmışlardı ki, üz erlerinden geçen birkaç merminin vızıltısı ile yere yapıştılar. Durumları iyice kritik hale gelmişti.
Ateş eden iki kişilik bir Yunan devriyesiydi. Muhtemelen kaçan oğlan haber vermiş olabilir di. Onların yedi kişi olduğunu anladıklarında ateşi kesmişler ama bağırarak telsizle yardım istedikleri, gecenin sessizliğinde açıkça belli oluyordu.
Çömez teğmen sırtına aldığı detektör cü ile nefes nefese yaklaştı . Teğmen koşarken kusmuş elbisesi kusmuk içinde kalmıştı. Çok efor sarf ettiği belli oluyordu. Van’lı detektör cü arkadaşının elbisesini sıyırıp , yaralı mı acaba diye bütün vücuduna baktı . Bir şey göremedi. Kol komutanı ne olduğunu anlamıştı. Buna komandolar ’’ Kartal olmak ‘’ derlerdi. Kayadan tırmanırken birden hiç kıpırdayamaz, parmağınızı bile oynatamaz olursunuz. Aynı şey, büyük bir korku, panik ve ölüm endişesiyle de gelir.
Çömez teğmen güçlü bir adamdı. Kasılmış, hırıltılar çıkartarak yerlerini belli eden detektör cüyü yeniden sırtladı. Onun silahını kol komutanı, detektörü ise Van’ lı aldılar. Can havliyle koşarak son beş yüz metreyi mutlaka aşmalı lardı. Bu işaretli harita ,bir kişi bile kalsalar tümene mutlaka ulaştırılacaktı.
Nihayet nehir kenarına ulaşmışlardı . Yunan erlerinin ‘’Kommen , kommen ‘’ diye bağırmaları yardıma gelenlerin yakınlarda olduğunu anlatıyordu. Çömez, detektör cüyü nehir kenarında sırtından yere attığında , Yunan devriyeler ateşe başladılar. Artık ölüme veya kurtuluşa saniyeler kalmıştı . Detektör cü kasılmış olarak yatıyor, ağzından yüksek sesli hırıltılar çıkıyordu. Onu Meriç’ten geçirmek imkansız görünüyordu.
Gün alaca aydınlığa dönmeye başlamıştı. Neredeyse güneş yüzünü göstermek üzereydi. Astsubay ve çavuşlar karşı ateş açarak devriyeleri sindirmişlerdi. Çömez teğmen bu erin bırakılması gerektiğini, yoksa hepsinin yakalanacağını, en kötüsü keşif raporunun tümene verilemeyeceğini söylüyordu. Evet o er bırakılmalı idi ama canlı olarak değil. Astsubay , çavuşların yanından dönmüş, iki çavuşun da hafif yaralı olduğunu , kendisinin ise sol avuç içinden yaralandığını, nehre girmek için gecikmemelerini, takviye birliklerinin yaklaşmış olduğunu söylüyordu.
Komutan dediğimiz teğmen henüz yirmi dört yaşında bir gençti. Onun da anası ,sevgilisi vardı ve detektör cünün öldürülmesi emrini bir türlü veremiyordu. Birden bulundukları yerin elli metre gerisinde üç havan mermisi patladı. Yere, toprağa kazındılar sanki. Ardından üç atım daha. Belli ki üçüncü grup tam kafalarına oturacaktı. Emrini vermek , kolu bu cehennemden hemen sıyırmak zorundaydı.
Çömeze verdiği emri, ona ters tepti. ‘’Ben, kol komutanı değilim. Onu buraya kadar sırtımda getirdim. Ama asla yapamam , öldüremem onu. Beni affedin Komutanım ‘’ Anlaşıyordu ki bu emri kimse yerine getiremeyecekti. İş başa düşmüştü. Vızıldayarak gelen havan mermilerinden astsubayın ikazı ile tam siper yaparak kurtuldular.
Gelecek grup mermilerden kurtulamayacakları besbelliydi . Üç havan topu oluşu gelen takviyenin bir piyade bölüğü olabileceğini , silah takımı ile hareket ettiğini gösteriyordu. Detektör cünün çıplak vücudunun üzerine oturdu, önce eliyle sonra kulağı ile çok yavaş atan kalbinin yerini tespit edip, orayı keskin bıçağı ile beş santim çapında bir daire çizerek işaretledi. Çizikten kan akıyordu. Eliyle astsubaya harita çantasını uzatırken , erleri alıp suya girme emrini de vermişti başı ile nehri göstererek.
Çömezle ikisi kalmışlardı , arada bir görmeden yaptıkları atışlar karşı tarafı kesik kesik susturuyordu. Bıçağı kaburgaların arasından direk kalbe sokmalıydı. Çömez iki kolunu tutuyor, artık hırıltılar çıkartan ağzı bile kapatmıyordu. Bir makinalının açtığı seri atışlar bir metre yukarılarında toplanmış ve altına sindikleri ağacı adeta kafalarına indirmişti. Havan atışı kesildiğine göre düşman piyadesi çok yakınlarındaydı demek ki.
Çömez de boğma telini detektör cünün gırtlağına dolamış ama ellerine o teli sıkma komutu veremiyor, kol komutanı ise yarım santim dürttüğü komando bıçağına bastırıp ,işi bitiremiyordu. Artık Yunan piyadesinin ve subaylarının bağırtılı sesleri çok yakınlarındaydı. Üzerlerinde taşıdıkları ikişer el bombasının birer tanesini yakalanırlarsa pimi çekmek üzere kendilerine saklamışlardı.
Hayatlarında horoz bile kesmemiş adamı subay yaparsan işte böyle olur diye düşündü teğmen, kendisini eleştirirken. Birbirlerine bakıp haydi diyorlar ama ikisinin de elleri oynamıyor, üstelik eri sağ bırakırlarsa keşfin deşifre olabileceğinden de korkuyorlardı. Birden ayaklarının dibinde yaprakları, dalları hışırtı ile kumlara sürünen, akıntıyla gelen bir kütük gördüler. Meriç te bu kütüklere rastlanır . O salisede yanlarına gelmesi ise çok ilginçtir. Çömez hemen suya girerek koca kütüğü yakaladı.
İki subay detektör cüyü sürükleyerek kütüğün üzerine yüzü yukarıya gelecek şekilde , boğma telleri ve askı ipiyle bağladılar. Karşı taraftan bir koruma ateşi başlamıştı . Bu ateş önceden suya soktukları astsubay ve hafif yaralı çavuşların karşı kıyıya ulaştıklarının da kanıtıydı. Önce çömez sonra da komutan birer el bombasını son güçleriyle yaklaşanlara savurarak suya daldılar. Kütüğü iterek bütün güçleriyle karşı tarafa ulaşmaya çalışıyorlardı.
Tümen komutanı onları karşılayıp zayiatsız döndükleri için kutlayıp öperken subayların gözlerinin dolu dolu olduğunu gördü. Görevini yapmış olmanın mutluluğu değildi bu ıslak gözler, detektör cünün ölümden dönüşünün sevinciydi sanki. Sonra yerde yatan , doktorun iğne yaptığı detektör cüye bakakaldılar. Teğmenleri Jeep’ine alıp karargaha götürdü. Durup durup, tümenini bu kalleş tuzaktan kurtaran iki hergele teğmene teşekkür ediyor, onlara sarılıp ne yaptıklarını keşfin nasıl geçtiğini soruyordu . Çok neşeliydi.
Tümen kurmayları hemen yeni bir plan yaparak mayınlı bölgeden geçmemeyi üst komutanlığa onaylattı. İki teğmene ve astsubaya mükafat, erlere ise izin verildi. Birkaç günün kahramanları onlardı.
Birkaç gün sonra iki çavuş kolları askıda , omuzları daha bir iyi ve yanlarında Van’ lı olduğu halde izin için sivil elbiselerini giymiş veda etmeye çay içmekte olan teğmenlerin yanına geldiler. Harp psikozu geçiren detektör cü yoktu aralarında. Onu çağırdıklarında ise hiç izine gitmeyecekmiş gibi eğitim elbisesi ile geldi.
‘’Sen neden hazırlanmadın?’’
‘’İzine gitmeyeceğim komutanım. Elimde olmadan, keşif kolunu tehlikeye attığım ve sizi bir insanı öldürmenin son saniyelerine taşıyarak üzdüğüm için çok mutsuzum. Gözüme uyku bile girmiyor. Özür dilerim ikinizden de.’’
‘’Yok be oğlum, Sen gönüllü olarak geldin. Bir kere bu senin kahramanlığını gösterir . Sonra bu lanet kasılma bana da olabilirdi . Senin elinde olan bir şey değil. Hadi gel sana sarılayım ve o birkaç lanet dakikayı da unutalım.’’
Teğmen detektör cüye sarıldığında, asker ‘’ Ah ‘’ diyerek geriledi. Öyle ya tam kalbinin üzerinde beş santim çapında bir daire ve ortasında yarım santimlik bir küçük yarık daha vardı.
Göğsünü açmış yaranın sargı yapışkanlarını kaldırmıştı. Boynundaki ince iz tam gırtlak çıkıntısının , adem elması dedikleri yerin altındaydı.
‘’Bak yavrum bu izler ölüme gidip , sonra geriye geldiğinin işaretleri. Allah ne benim ne de teğmeninin ellerine o teli sıkacak , o bıçağı sokacak güç vermedi o an. Benim keskin bıçağım o dairenin ortasında durdu . Elinde olmayan bir kasılma için seni hiç kimse suçlayamaz. Bence o izler keşke hiç silinmese ve senin kahramanlık madalyan gibi kalsa. Haydi git hazırlan ve nişanlına, annene, kardeşlerine kavuş. Rahmetli babana da ‘’Ben bir kahramanım. Yunan tarafına gönüllü olarak geçip ilk mayını ben buldum ‘’ diye dua et.
Teğmenler, o gece Edirne’ye inip arkadaşları ile bir güzel içip eğlendiler. Her şey sanki bir şakaydı. Birkaç gün sonra genç dimağlarında ne o çok korktukları keşif, ne de öldürmeye bu kadar yaklaştıkları detektör cü kalmıştı.
İnsan neler yaşar, neler unutur. Hatta bazen unutmayı kendisi bile ister. Hatırlamaz, hatırlanmayası pek çok hatırayı.
E.Yaşar Ovalı 28. 01 .2013
YORUMLAR
Sevgili Eyüp.
Yazını her zamanki gibi büyük bir heyecanla okudum...O dedektörcü er öldürülmüş olsaydı yapılan vatan hizmetine bir gölge düşer miydi? hayır...Atatürk'ün de dediği gibi '' Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.''
Öte taraftan insan bir makina değildir..Ne kadar kahraman olursak olalım neticede insanız...Denizde yüzen insan ayağına kramp girsin ister mi? Ama girer..Bu yüzden boğulup ölenler bile olur...İnsan bu..Başına ne zaman ne geleceği belli olmuyor.
Sonuç: Allah sizlerden razı olsun.
Selam ve sevgilerimle.
kukurikuu
İnsanlar bu güzel vatan uğruna neler yaşıyor neler çekiyorlar.
Şu sıralar, Cemal Paşanın Kanal harekatını inceliyorum. Ne fedakarlıklarla,
ne cefa ile dolu. Milyonlarca canı feda ederek bize bu günkü yaşamı
armağan edenlere dua etmekten başka bir şey gelmiyor elimizden,
Detektör cü, ölümün etrafında bir tur atıp döndü. Fakat sonunun
böyle bitmesine şükürler olsun.
Bir civanın canını almak ne zor. İnsan hayatı boyunca huzursuz olabilir.
Güzel yorumunuza teşekkür eder, saygılar sunarım.
Okudukça babamın ve sizlerin mesleğinin zorluklarını nasıl bir sorumluluk yüklenildiğini daha iyi anlıyorum. Kıbrıs harekatında babamda Edirne sınırındaydı. Yaşadıklarını anlattıkça hayretler içinde şaşkınlıkla dinlerdik. Gözlerim doldu, içim paramparça şu anda...
Bencede seçki kurulu güne seçmeli ve herkes okumalı.
Yüreğinize, emeğinize sağlık. Bu arada lütfen daha sık yazın. Saygılarımla...
kukurikuu
Babanız asker olduğuna göre bu acı yazıyı belkide en çok siz içiniz sızlayarak okumuşsunuzdur. Kendisine buradan saygılarımı gönderiyorum.
Güzel yorumunuz ve temenniniz için teşekkür ederim.
kukurikuu
Babanızın asker olması , belki de bu acı hatırayı sizin için daha anlamlı
kılmıştır,
Muhterem babanıza sayfamdan , saygılarımı sunuyorum.
Güzel yorumunuz ve temenniniz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Sizin meslekî hâtıralarınızdan oluşan yazılarınızı büyük bir dikkat ve merakla okuyorum. Anlatımınız gayet güzel, ama beni asıl olayın içine çeken,sanırım yaşanmışlıkları... Öyle içine girdim ki yazının, adeta sekizinci gönüllü bendim. (O kadar cesur ve kaabiliyetli olabilmemekle beraber...)
Velhasılı, çok güzel bir yazıydı, elinize sağlık. Umarım Seçici Heyet de fark eder de daha çok arkadaş okuma fırsatı bulur; benim gün için seçimin bu yazı. Teşekkür ve tebrik ediyorum, Yaşar Bey.
Selâm ile...
kukurikuu
Sekizinci gönüllü olmanıza çok sevindim.
Keşke çok daha fazla gönüllüler çıksa bu vatan için kalbi çarpan.
Teşekkür eder saygılarımı sunarım.
kukurikuu
Şu savaş ne insanlık dışı bir hesaplaşma. Ölenin de öldürenin de hesabı sorulmadığı gibi kahraman bile ilan edilebiliyor.
Tanrım hiç bir millete yaşatmasın.
Saygılarımla.
Oldukça sürükleyici bir yazıydı. Anlatımdan fiilen askerlikte görev almış eski bir subay olduğunuz anlaşılıyor. Yanlış mı düşündüm?
''Buna komandolar ’’ Kartal olmak ‘’ derlerdi. Kayadan tırmanırken birden hiç kıpırdayamaz, parmağınızı bile oynatamaz olursunuz. Aynı şey, büyük bir korku, panik ve ölüm endişesiyle de gelir. ''
Bu ruh halini iyi bilirim: Bir sabah topladığım turist kaflesi ile Antalya'da Kaleiçine otobüsle girecekken, sarhoş olduğu anlaşılan bir trafik polisi yolumuzu kesti ve ''Buraya giremezsiniz yasak!'' dedi: Oysa her gün girdiğimiz yoldu. Meğer adam sabaha kadar arkadaşlarıyla görev yapacağına, kahvehanede oke,y oynamış ve kumarda kaybettiği içinde hem sinirli hem alkollü.
Israr edince ben '' Yasak masak değil burası benim her gün geçtiğim yol! ''deyince polisin( O.Ö. )saldırısına maruz kaldım. Fakat ben de sportmen olduğum için boğuştuk o alta düştü. Bu arada ikinci bir polis bizi aralar aralamaz o ayağa kalkınca birden silahına davrandı bu durumda ben ani bir şekilde zikzak çierek İskele caddesine yokuş aşağı fırladım. 40 metre kadar sonra ardımdan bir el tabanca patladı. İsabet almadım ve köşeyi dolanıp kayboldum. Kaleiçi sokaklarındsan bir taksiye binerek doğru Vali yardımcısına( G.A.) çıktım. Olayı anlatınca: - Sen suçlusun! Polis seni arıyor şimdi demez mi?
O sırada çok fazla koştuğum için ve de çok sinirlendiğimden birden dilim damağım kurudu ve konuşamaz hale geldim; bu bir şoktu!
Sonra neyse mahkemelik olduk. Bu kez trafik polisleri benim şirketimin arabalarına her gün gördükleri yerde ceza yağdırmaya başladılar. Davadan vazgeçmek zorunda kaldım!
Fakat aynı polis iki ay sonra benzeri bir vukuat daha işlemiş ve görevinden azletmişler..
Güzel yazınız için teşekkür eder saygılar sunarım + 10 puan, Günün yazısı olmalı.
kukurikuu
Güzel temenni ve asıl can alıcı tema yı açarak verdiğiniz örneğe çok teşekkür ederim.
İnsanın o tutulduğu an çok önemlidir. hayat içinde bin kez yaşarız üstelik.
Saygılarımla.