- 749 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Nadasa Bıraktım Yüreğimi
Yeni alınan bir elbise gibi artık sevinçlerim, elbiselerin rengi soluk, güneş gelmediğinden beri cıvıl cıvıl değil artık renkler. Rengimin yetemediği zamanlardayım. Kendime fazla gelirken, solan renklerin içinde cıvıldayamayan kuşların sesini arıyorum. Bir kuş resmi konuyor elbisemin göğsüne. Elbisemin deseni özgürlük şimdi, bedenim yerde çırpınırken, çıkmaz sokaklardan kaçma planları yaparken, elbiselerim özgür, kuş gibi. Ellerim bir tek yukarılarda, olmak istediğim yere bir tek ellerim yetişebiliyor. Ayaklarım yerde, sağlam bastığımı zannediyorum, arada tökezlesem de.
Küçükken akşamları balkona çıkıp, koltuğa uzanıp geçen uçakları saymaya çalışıyordum, uzaklarda küçücük yıldız gibi görünüyordu hepsi de, arada azalıp çoğalan ışıklarıyla bana göz kırptıklarını düşünürdüm. Sayamazdım, o kadar çok uzaklara giden vardı ki, parmaklarım yetmezdi saymaya, sonrasında da büyük sayıları bilemezdim. Şimdi biliyorum tüm sayıları bilmek saymak anlamına gelmiyor. Bazen sayılmıyor gidişler, gelişler hoş karşılanırken, gitmek kelimesini saklıyoruz içimizin en ulaşılmaz noktasına bir yere.
Yüreğimi nadasa bıraktım!
Bu gidişin ardından
Gökyüzünde hala gözlerim ama sen uzaklara gittin, gökyüzüne değil ki… Yıldızları saymaya başlıyorum içimden, büyük, küçük, uzak, yakın ayırmadan. Sayamıyorum yine bir çoğunu, ertesi gece tekrar geldiğimde lacivert gökyüzünün altına tanıyamıyorum yıldızları, sanki hepsi yer değiştirmiş, hepsi değişmiş. Yıldızlar da değişirmiş. Onlar da yakınlaşıp uzak dururmuş. Ama hiç birisi göz kırpmıyor bana, gelmen için bir dileğim var yüreğimde sakladığım, gidişini sakladığım yerin yanına, o dileği çıkarmayı bekliyorum gecenin yüzüne ama bir yıldız kaymalı bu gece, kaymıyor. Gelmen için bir yıldız bile kıpırdamıyor yerinden.
Ay’la kavga ediyorum, yıldızlara söylesin diye, güneş olsaydı ona da söylerdim yıldızların kayması gerektiğini. Ayın tümünü gördüğümde, bütünlüğüne inanırdım, bölünen ayın yarısını gördüğümde hiçbir şeyin tam olmadığını öğrendim. Yarımdık tümümüz, yanımda olmayışın gibiydi bu yarımlık, ayın diğer yarısının olmaması gibiydi. Ay’dı kocamandı, ama o da yarımdı şu günlerde. Gittikçe inceliyordu bazen, hilal şeklini alırken. Bazen ben de öyle oluyordum, sen yokken gittikçe azalıyordum.
Nadasa bıraktım yüreğimi!
Kullanılmayan bir odaya kilitledim, eski eşyaların yaşamaya çalıştığı, tozlu bir odada nefes alma çabalarını izliyorum bir köşede oturup, yüreğim kullanılmayan eşyalar arasında artık. Ben rahatım yüreğimi kullanmadığım için ve kullandırmadığım için, bunun rahatlığını tüm bedenimde hissediyorum sadece anlamsız geliyor zamanla her şey. Bedenim içi saman doldurulmuş korkuluk gibi, sadece tarlalarda asılmıyorum, gerisi aynı. Aynaya bakınca korkmuyorum kendimden ama içi boş zamanları yaşıyorum.
Elini bana uzatman fiziksel olarak birkaç saniyelik gösteri olmasına rağmen hissettiklerimi yıllara sığdıramazdım. Seninle olan hiçbir şey sığmazdı ne yıllara ne zamana… Zaman hükmünü seninle yitirirdi. Zaman zarfını yırtıp atmıştık biz dünyamızdan. Bulunduğumuz mekânın koordinatları silinirdi hafızalarımızdan bir anda ve takvim yaprakları artık sıralarını kaybetmişti. Hangisi diğerinin önüne geçtiği belli değildi, bazen zamanın çok gerilerinde bulurken kendimizi birden ilerdeki bir yaprak düşerdi payımıza. Gel-git zamanlarda kaybolurduk.
Varlığında duran zaman yokluğunda hangi evreye taşındı? Şimdi takvimler yerli yerinde, tüm yaprakları sırayla düşüyor, hepsi oturdu yerine. Zaman bu kadar dürüst davranırken bana, geçmişi anmak en büyük ihanet oluyor sanırım. Dokunduğun ellerime bakıyorum, yüklü zaman geçse de üzerinden. İsteyince kokusu siniyor hala üzerine ellerimin. Tırnak diplerimin sızısı ellerime iğne batmış hissi veriyor. Ellerim acıyor, zaman geçiyor. Takvim yaprakları her gün değişiyor, her gelen gün misafir olduğunu bilerek bir sonrakine bırakıyor koltuğunu, bunların arasında koltuk sevdası yok, hepsi gidiyor. Kendilerinden sonra gelen günü gitmeyen gün ilan ediyorlar aralarında, ama o da geçip gidiyor.
Takvimlere bakarken hangi günde olduğumuzu unutuyorum, ben bu gündeyken sen neredesin? Unutuyorum, gözümün içine bakan günlere rağmen. Ellerimin en son ne zaman ısındığını unutuyorum, zaman soğuk geçiyor ve bu yalnızlık çok çetin.
Biliyorum birbirimize paralel zamanları yaşıyoruz aynı saniyelerde nefes alıyoruz belki. Belki aynı anda duracak kalbimiz, ellerimiz buz tutarken. Biz tutamayacağımız ellerin hayaline tutunacağız tutmayan ellerimizle.
Diyorum ya;
Nadasa bıraktım yüreğimi
Sessizce.
Çekmecelerde saklıyorum aşkı
Ellerim uzanmıyor çekmeceye
Donan parmaklarımın gücü yok hissetmeye
Çekmecenin kulpuna tutunup açmak için…
Yirmi Üç Ocak İki Bin On Üç 19 00
Nevin Akbulut
YORUMLAR
Kıpkırmızı
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Selam ve Saygılarımla,