- 1286 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Fatma Teyze
Küçük ilçemin en eski mahallelerinden birindeydi Kaptan Çıkmazı. Şimdilerde bu ismin yazılı olduğu tabela sökülmüş yerine rakamlardan oluşan yeni bir tabela asılmış. İşte bu çıkmaz sokağın girişinde, sağ tarafta iki ev vardı yan yana, bir birine yaslanmış. O evlerden birinde otururdu Fatma Teyze. Dört çocuğu, hasta eşi birde kendi altı kişi yaşarlardı o küçücük evde. Evin çatısında kiremit yerine saz denilen, bataklıklarda yetişen otlar vardı. O yüzden bu tip evlere saz dam denilirdi. İşte bu saz damdı altı kişinin yaşama alanı.
Eşi Ali amca hasta olduğu için sürekli pencere önündeki tahta divanda çizgili pijamalarıyla otururdu. Yoldan geçenlere yorgun, halsiz selam verirdi. Fatma teyze ise gecesi gündüzüne karışmış bir şekilde “çırçır fabrikasında” çalışırdı. Biz çocuklar pek anlam veremezdik çırçır ismine. Sonradan öğrendik, tarladan toplanan ham pamukların çekirdeklerinin ayrıldığı bir yer olduğunu. Fatma teyze, vardiye usulü bu fabrikada çalışarak evin ihtiyacını karşılamaya, çocuklarını okutmaya çalışırdı. Fabrikadan gelir, evdeki ineklere ot getirmeye giderdi çoğu zaman. Onu, Kaptan Çıkmazının yokuşunda bir ot yığını halinde görmek üzerdi biz çocukları. Otun altında görünmez bir şekilde yokuşu tırmanırken etraftan “ne hırs var kadında” sesleri yükselirdi. “Fabrikadan gelir gelmez dinlenmeden ota gitti, para hırsı bürümüş gözünü” derlerdi. Bense üzülürdüm, hiç uyumadan fabrikadan gelir gelmez sırtında ot taşımasına. Bir gün yanına gidip sordum, aldığım cevap dedikodular gibi değildi, çocuk aklımla ve yüreğimle ben doğru anlamıştım. Hasta adamın ilaç parası, dört çocuğun ihtiyaçları kolay değildi.
Fatma teyze, toz içinde dönerdi sabahları fabrikadan, saçları, üstü başı hatta kaşları kirpikleri bile bembeyaz olurdu. Yıllar geçtikçe saçları beyazladı mı yoksa doğuştan mı böyle beyazdı, unutuldu. Hep bembeyazdır hatıralarımda.
Büyük kızı biraz büyüyünce, rahat nefes aldı Fatma teyze. Çıkmaz sokakta dut ağacının dibinde mahallenin diğer kadınlarıyla sohbet ederken görmeye başladık. Yadırgardık ilk zamanlar, sonra alıştık. İneklerin bakımını, bir de Ali amcanın ilaçları, yemeği büyük kızının göreviydi artık. Diğer kızı ve iki oğlu okula gidiyorlardı, güç bela.
Birkaç yıl sonra biz oradan ayrılmak zorunda kaldık. Begonvilleri, yasemin ve limon çiçeklerinin kokusunu geride bırakırken bir de Fatma teyze vardı çocuk yüreğimde. Birkaç yıl sonra Ali amcanın ölüm haberini aldık. Gizli gizli ağladım kaç gece. Aslında Ali amca değildi ağladığım Fatma teyzeydi, kendime bile söylemeye çekinsem de.
Bizler büyüdük, büyükler yaşlandı. Yolumuz tekrar kesişti Kaptan çıkmazında, eski komşularla. Sokağın sol tarafındaki dut ağacının bulunduğu arsa bizimdi artık. Oraya küçük bir ev yaptık ama saz dam değildi. O yüzden de bizim ev villa gibi görünüyordu diğerlerinin yanında. Biz de varlıklı bir aile sayılmazdık ama babam ustaydı, kendi yapmıştı evimizi. Bizim evin üst tarafında da birkaç ev daha vardı. Bu sokağı en çok baharda severdim. Yaban nergisleri, çakal bademleri ve eşsiz renkleriyle bir kilim gibi toprağı kaplayan dağ laleleri açtığında kendimi cennette zanneder, babaanneme “cennet böyle bir yer mi ?” diye sorardım.
O da hem kendimi hem onu günaha soktuğumu söyler kovardı beni.
Fatma teyze, artık fabrikadan emekli olmuş, büyük kızı evlenmiş, diğer kzı çalışmaya başlamış, oğlanlar ise liseye gidiyordu. Artık biraz daha rahatlamıştı. Ama ben , pencerede çizgili pijamasıyla Ali amcanın görüntüsünü hep aradım oradan geçerken. Fatma teyzenin ahırda inekleri çoğalmıştı. Onları besliyordu ama sütünü yoğurdunu satmak zordu. O zamanlar dolmuş yoktu. Her gün sabah erkenden süt ve yoğurtlarını yüklenip üç kilometre yolu yürümek zorunda kalıyordu. Artık epey de yaşlanmış, yaşı elli beş olmuştu. İşte o günlerde Fatma teyze sabah sütleri götürüyor akşama kadar dönmüyordu. Biz de yoğurdumuzu ondan alırdık. Bazen defalarca kapısı çalardık ama yoğurt alamazdık, çünkü Fatma teyze evde olmazdı. Yine başlamıştı fısıltı gazetesi dedi kodu yayınına; “bu kadın nereye gider? Ne iş yapar?” O günlerde Fatma teyze yine yapmıştı yapacağını, herkesi şaşkına çevirip, gençlerin takdirini, yaşlıların ayıplamalarını almayı başarmıştı. Mahallenin kadınları ev işlerini bitirip bizim dut ağacının gölgesine oturup en duyulmadık dedi kodularını yarıştırırken bir motosiklet girmişti sokağa, herkes susup “kim acaba?” nidaları arasında ayağa kalkıp gelene bakarken donup kalmışlardı. Motordan inen Fatma teyzeden başkası değildi. İnanılmaz bir şey olmuştu, azmetmiş, motorsiklet kullanmasını öğrenmişti Fatma teyze. Eve geç geldiği günlerde meğer motor kullanmasını öğrenmeye çalışıyormuş. Çok mutluydu, bir kez daha başarmış olmaktan. Artık sütlerini, yoğurtlarını ekşimeden müşterilerine rahatça ulaştırabilecekti. O günden sonra motorsiklet sesi duyduk mu hemen kapıya koşup Fatma teyzeye bakar olduk. İmrenmek miydi bunun sebebi kıskançlık mı bilinmez ama Fatma teyze benim kahramanım olmuştu.
Şimdi hâlâ Kaptan çıkmazında Fatma teyze. Artık evi saz dam değil. İnekleri yok,ama evinin bahçesinde bin bir çeşit çiçekleri var. Çocukları kendi hayatlarına savrulmuş. Birkaç tavuğu ve bir de motoru var kapısının önünde. Yaşıtlarına göre çok dinç ve sağlıklı görünse de hastalıklardan ve ağrılardan şikayet eder zaman zaman. En çok ta motorunu okşar gibi silerken aklına gelir ağrıları…