- 1507 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Vatansız Tosbağ
VATANSIZ TOSBAĞA
Yaşadığı yeri seviyordu. Babası, babasının babası, annesi, annesinin annesi, hep burada doğmuşlardı. Çok bereketli olmayan toprakları; Ara sıra bozulan havasına rağmen, yaşadığı yere alışmıştı. Bazen aklına gelmiyor değildi, başka yerlerde yaşamak, başka memleketlere göçüp gitmek. Ama zor olacağını düşünüyordu. Gurbet korkutuyordu onu. Öyle ya, o hep burada yaşamıştı. Kendi toprağı kendi vatanıydı burası ve o, vatanını çok seviyordu.
Başka canlıları gözlüyordu. Vatanları olmayan canlıları... Gördüklerine çok üzülüyor, elinden bir şey gelmiyordu. Kuşları, kelebekleri, ceylanları, büyük küçük tüm hayvanları seyrediyor. Onların yaşam şekilleri hakkında bilgi sahibi olmaya çalışıyordu. En çok kuşlara, evet evet kuşlara ilgi duyuyordu. Kuşların uçmaları, daldan dala konmaları, yuva kurmaları, telekleri, gagaları. Özene bezene yuva kuruyorlar, bir iki ay sonra, kurdukları yuvalarını bırakıyor, başka başka yerlere gidiyorlar. Ancak, üç beş ay sonra dönüp geldiklerinde, yuvalarını yerlerinde bulamıyorlardı.
Tüm hayvanların içinde en şanslısı oydu. Çünkü o, evini sırtında taşıyor, ev için tekrar tekrar çalışmasına gerek kalmıyordu. Evini seviyordu. Yaşadığı toprakları, arkadaşlarını, ailesini... Herkes, birbiriyle hayvan gibi geçiniyor. Kimse kimsenin etlisine sütlüsüne karışmıyordu. Bazen, bazı hayvanların insanca davranacağı tutuyor. Ortalık karışıyor. Fakat başka hayvanlar araya girerek problemin büyümesini engelliyorlardı.
Tüm hayvanlar kardeşti. Kimse, kimsenin alanına girmiyor. Kimse kimsenin ekmeğiyle oynamıyordu.
Dedem anlatmıştı. Bundan yıllar önce; Keçiler, yaşadığımız ülkede, büyük bir ayaklanma çıkarmışlar. Tüm canlılara zarar vermişler. Ağaçların canını yakmışlardı. Dedemin anlattığına göre, keçilere bunu yaptıran komşu ülkede yaşayan fillerdi. Filler sürekli başka hayvanları kullanıyor. İstediklerini hep başkalarına yaptırıyorlardı.
Keçilerle, diğer hayvanlar arasında ki kavgalar yıllarca sürmüş, tüm canlılar çok acı çekmiş. Dedem bunları anlatıyor, son söz olarak ta “Acılar da canlılar için.” Diyordu. “Acılar da canlılar için. ”Zamanla kavgalar azalmış, çekilen acılar kabuk bağlamış, fakat yaşanılan onca acı unutulmamıştı.
Dedem, bu konu açıldığında; İnsanla arkadaş olmuş bir yılanın, hikâyesini anlatırdı. Arkadaşlığı, yardım severliği nedeniyle, kuyruğundan olan bir yılanın hikâyesini. “Çok acı çekti” diyordu, babam. “Çok acılar çekti o yılan. Yılan arkadaşları, insanla arkadaşlık yaptığı için istemediler onu. O, insan arkadaşının yanına dönemedi, bir süre ortalarda dolaştı. Daha sonra bıraktı buraları. Çekti gitti. Çok zor oldu ihanetin bedeli, çok zor.
Babamın, dedemin anlattıkları bir süre sonra sıkıyordu beni. Ben gençtim, yakışıklıydım, akıllıydım. Yaşadığımız ülkede akıl alamayacak kadar çok yiyecek, içecek vardı. Herkes çalışıyor, elinden gelenin en iyisini yapmaya çabalıyordu. Mutluyduk, çalışabildiğimiz, üretebildiğimiz, hayvan gibi yaşayabildiğimiz için, çok mutluyduk. Kendi kendimizle rekabet etmek yerine, birbirimize faydalı olmaya çalışıyorduk. Bir kaç yıl da bir yapılan seçimlerde, başkanlarımızı seçiyor. Demokrasiye gönülden inanıyorduk. Kimse kimsenin inancına, tutuğu takıma, sevdiği renge karışmıyor. Hiç bir hayvan, öteki hayvanları kendi gibi giyinmeye zorlamıyordu. Hepimiz hayvandık ve kanunların önünde eşittik. Ailemizi seviyor onların geleceği için emek veriyorduk. Çalışmalıydık yaşamalıydık, üretmeliydik ki. Bizden sonra gelecek çocuklarımız, mutlu olmalıydı.
Zamanla bir takım şeyler değişmeye başladı. Uzak şehirlerden, yeni yeni komşular geliyordu. Konuşmaların, giyinişleri, yemekleri, adetleri, her şeyleri bizlerden farklıydı. Onların evleri sırtlarında değildi. Derenin kenarına yerleştiler. İki kişiydiler. Güler yüzlü, ezgin ve yorgundular. Yaşayabilmeleri için, dere kenarında bir yerde olmalıymışlar. Çünkü sürekli suya ihtiyaçları varmış. Gelenlere Kurbağa deniyordu. Onlarda bizimle aynı ülkede yaşıyorlarmış. Fakat yaşadıkları yer, bizim yaşadığımız yer kadar temiz ve zengin değilmiş. Kış geldiğinde havalar çok soğuyor. Yaz geldiğinde sıcaktan kavruluyorlarmış. Hem, yaşadıkları yerde bunlara ait toprak ve göl de yokmuş. Topraklar ve göller başka kurbağalara aitmiş. Bunlar ancak, karın tokluğuna iş bulabiliyormuş. Yaşadıkları şehirde kan davaları, kaçakçılık, terör, her şey ama her şey varmış. Fakat en kötüsü yoksullukmuş. Yoksulluktan yok olmamak için, memleketlerini terk edip buralara kadar gelmişler. Bu şehir tam onların aradıkları şehirmiş.
Söylediklerini, yüzlerinden anlayabiliyorduk. Yoksullukları yüzlerinden belli oluyordu. Neden bu kadar yoksul olduklarını sorduk. Sustular, anlatmadılar. Ne kadar mahzun, ne kadar sessizlerdi. Onları gören tüm hayvanların kalplerinde, bir sızı oluyordu.
Tüm hayvanlar bir araya geldi. Yeni gelen Kurbağalara ev yapılmasına, onlara, onların çalışabileceği, bir iş bulunmasına karar verildi. Öyle ya hepimiz hayvandık. İnsanların yaptığı gibi bir birimizi boğazlamamalıydık. Yoksullukta, acıda, zor zamanlarda birbirimize destek olmalıydık. Bu en önemli hayvanlık göreviydi.
İhtiyar Tosbağalar toplandı. Önce ev yapılacak yerin bulunması gerekiyordu.
Topal Tosbağa, söz aldı.
—Arkadaşlar, dedi.
—Kurbağalar, ancak ve ancak dere kenarında yaşayabilirler. Onlara yapacağımız ev dere kenarında olmalı.
Tüm Tosbağalar hep bir ağızdan, tamam! Tamam! Diye bağırdılar. Göl kenarında, küçük bir yere, kurbağalar için küçük bir ev yapılacak. Dayanıp döşenecekti. Kurbağa dışarıdaydı İçerde, neler konuşulduğunu merakla bekliyordu. Kurbağayı çağırdılar. Kurbağa, içeri girdi. Alınan kararı açıkladılar. Kurbağanın sevinci gözlerinden okunuyordu.
Tüm içtenliğiyle teşekkür ediyor, yakaladığı hayvanın ellerine sarılıyordu.
—Allah sizden razı olsun.
— Allah ne muradınız varsa versin.
—Allah tuttuğunuzu altın etsin.
Tosbağalar şaşırmışlardı. Ne söyleyeceklerini, nasıl davranacaklarını bilemiyorlardı.
Tamam dediler. Tamam, uzatma istersen. Bu yaptığımız, her hayvanın yapması gereken şey. Sizleri sokakta bırakacak değiliz ya. Kurbağa, söylenenleri dinlemiyor yakaladığı Tosbağanın elini öpüyordu. Hatta yalıyordu. Toplantıyı yöneten Büyük Tosbağa duruma müdahale etmek zorunda kaldı.
- Tamam dedi büyük tosbağa, tamam Kurbağa kardeş, şimdi teşekkür etme faslını bırak. Ev kuracağın yeri görmeye git. Tapucu Tosbağa, evi nerede kuracağını gösterecek. Kurbağa ve Tapucu Tosbağa yola çıktılar. Göl kenarına ulaştılar. Tapucu Tosbağa, ağzına aldığı bir çöple evin yapılacağı yeri işaretliyordu. Kurbağanın suratı asılmıştı. O, evinin daha geniş olmasını istiyordu. Tosbağaya dönerek;
—Şey, dedi. Ev yerini biraz daha geniş tutamaz mıyız?
—Olmaz, dedi Tapucu Tosbağa. Bizim ülkemizde, her kes için yeteri kadar ev yeri verilir. Fazlasına izin verilmez.
—Ama dedi Kurbağa, sizin eve ihtiyacınız yok ki. Sizler evlerinizi sırtınızda taşıyorsunuz.
— Evet, dedi Tosbağa. Haklısın, biz evlerimizi sırtlarımızda taşıyoruz. Fakat bu ülkede, bizden başka canlılarda yaşıyor. Hem yaşamak için gerekli olan yiyecekleri bu topraklarda yetiştiriyoruz. O yüzden, topraklarımızı çok dikkatli kullanıyoruz. Kurbağa bu sözden sonra konuşmadı. Konuşmadı konuşmasına ya, suratı asılmış, az önceki mutlu halinden eser kalmamıştı.(İçinden, anlaşacağız diyordu, seninle bir gün, mutlaka anlaşacağız)
Yer gösterme işlemi bitmiş, ihtiyar meclisinin toplandığı yere dönülmüştü. Tapucu Tosbağa olanları anlatmış. Konuyla ilgili söz alan İlerici Tosbağa, kurbağanın yaptığını anlayışla karşılamak gerektiğini; çünkü kurbağanın daha önce böyle bir olayla karşılaşmamış olduğu için, nasıl davranması gerektiğini bilmediğini söylemiş. Hayvan haklarından, hayvansal onurdan, hayvan kardeşliğinden bahsetmiş. Tüm hayvanlar avuçları patlayana kadar ilerici Tosbağayı alkışlamışlardı. Çok büyük tosbağaydı İlerici Tosbağa. Her konuyu bilir. Her soruya anında çözümler üretirdi. Gizli gizli üzüm suyu içtiği rivayetleri, onu sevmeyen tosbağaların iftirasından başka bir şey değildi.
Tosbağa Cumhuriyetine gelen Kurbağa ailesine, ev yeri göstermek yeterli miydi? Elbette hayır, kurbağa kardeşin ev yapabilmesi için gerekli olan malzemenin temini, ev inşaatının yapımında çalışacak işçilerin bulunması da, gerekiyordu. Malzemeler, inşaatta çalışacak tosbağalar, her şey tamamdı. Artık yapıma geçilebilirdi.
Kurbağa ve işçiler inşaat çalışmaları için gösterilen yere geldiler. Tüm işçiler, var güçleriyle çalışıyor, evin bir an önce bitmesi, kurbağa kardeşin rahata kavuşması için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Herkes, bu kadar mutlu değildi elbette. Tosbağalar ülkesi demokrasiyle yönetildiği için, dileyen dilediği gibi düşünebilirdi. Ülkenin en ihtiyar Tosbağalarından, öğretmen Tosbağa bu olaya çok sıcak bakmadığını, olur olmadık yerde söylemeye başlamış. Tosbağalar ülkesine, yıllarca hizmet ettiği halde, hala ev sahibi olamayan bir sürü hayvanın olduğunu, onlara da yardım edilmesi gerektiğini dile getirmiş. Fakat sözleri, çok fazla önemsenmemişti. Kurbağa kardeşin evi bir an önce yapılmalı. Rahata kavuşması sağlanmalıydı.
Kısa bir sürede inşaat bitti. Sıra açılıştaydı. Tüm Tosbağalar toplandılar. Başlarında baş Tosbağa, Öğretmen Tosbağa, İlerici Tosbağa, Tapucu Tosbağa, Tosbağaların cemil cümlesi, açılış için yeni yapılan binanın önünde toplanmışlardı.
Her kes, evin güzelliği karşısında şaşırmış kalmıştı. Kimse, evin neden bu kadar büyük olduğunu anlayamamıştı. Bir kaç tosbağa kendi aralarında fısıldaşıyor. Evin yapıldığı yerin, yapılması gereken yer olmadığını, söylüyorlardı. Fakat tüm bu konuşmalar, açılışın şaşası nedeniyle duyulmadı. Mikrofonu eline alan tosbağa, sesi çıktığı kadar, kardeşlikten, hayvanlar arasında ki dayanışmadan, otların gürlüğünden, çimenlerin tazeliğinden bahsediyor. Kimse kimseyi dinlemediği halde, herkes herkesi büyük bir coşkuyla alkışlıyordu.
Akşam olduğunda, tüm tosbağalar evlerine çekilmiş, gün boyunca yaptıkları işleri kendilerince yorumluyor, kendi kendilerini kutluyorlardı. Mutluydular, birilerini mutlu ettikleri için, mutluydular. Birilerinin mutlu olup olmadığıysa, gelecekte belli olacaktı.
Yaşam devam ediyordu. Tosbağalar, günlük işleriyle uğraşıyor. Ülkelerini daha güzel, daha yaşanır yapabilmek için, ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu arada, yeni komşularını da ihmal etmiyor, onlara uğruyor, hatırlarını soruyor, bir ihtiyaçları olduğunda, ellerinden geleni yapıyorlardı.
Tüm dünyada olduğu gibi Tosbağaistanda’da kış geliyordu. Tosbağaistan da yaşayan tosbağalar, evlerini sırtlarında taşıdıkları için kıştan çok fazla etkilenmiyorlardı. Onlar, kışı zorda olsa atlatmaya alışmışlardı. Fakat yeni komşuları da düşünmek gerekiyordu. Tüm tosbağalar bir araya geldiler. Kış bastırmadan yapılabilecekleri konuştular. Öyle ya, yeni komşularını, kışın soğuk kollarına bırakamazlardı. Kararlar verildi. Herkes yeni komşuları için elinden geleni yapacaktı. Kurbağa çağrıldı. Kış için ihtiyaçları olup olmadığı soruldu.
— İhtiyaç biter mi? dedi kurbağa.
—İhtiyaç biter mi? yakacak, yiyecek, giyecek. İhtiyaç çok, fakat sizden bir şeyler istemeye yüzüm yok. Sağ olun, geldiğimiz günden beri, elinizden geleni yaptınız. Bundan sonrası benim işim. Ben, kış çıkana kadar idare ederim. Fakat hanım, hanım zor idare eder, hamilede. Öyle inandırıcıydı ki. Tüm tosbağalar;
—Vay be, demişlerdi. Bu kurbağaları bu hale getirenlerde, bir gram hayvanlık yok.
Ortalık karışmış, toz duman olmuştu. Her kafadan bir ses çıkıyor, her kes bir şeyler söylüyordu. Demek, yeni komşularının çocukları olacaktı. Alkışlar, bağırmalar yavaş yavaş azaldı. Bundan sonra, yeni komşulara daha iyi davranılmasına karar verildi. Yeni bebeğin, tüm ihtiyaçları tosbağalar tarafından karşılanacak. Anne kurbağanın eli, sıcak sudan, soğuk suya vurulmayacaktı.
Tüm hazırlıklar yapıldı. Çocuğun yatacağı yer, kışın ısınmada kullanılacaklar, yiyecekler, içecekler her şey her şey tamamlandı. Fakat çok önemli bir ayrıntı unutulmuştu. Koca Tosbağaistan’da. Kurbağa için uygun bir iş bulunamamıştı. Bulunan işlerde birkaç gün çalışan kurbağa, daha sonra, hiçbir açıklama getirmeden işi bırakıveriyordu.
Şimdi, bunları düşünme sırası değildi. Öyle ya, yeni canlılar dünyaya gelecekti. Tüm tosbağalar büyük bir heyecanla doğumu bekliyor, yeni yavrular için isim arıyorlardı.
Beklenen gün geldi. Bayan Kurbağa, yüzlerce yumurta dünyaya getirdi. Yumurtalar, gölün serin sularında, bir o yana, bir bu yana savruluyor. Tosbağalar, kurbağaların yaşayabilmesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. Hatta bir ara; Kurbağa yavrularından sorumlu devlet bakanlığı kurulması gündeme geldi. Fakat Tosbağaistan Deli si olarak ün yapan, Minik Tosbağa, bu işe karşı çıkınca, bu düşünce bir süreliğine rafa kaldırıldı.
Sizlere, Minik Tosbağadan bahsetmek gerekiyor. Minik Tosbağa, doğumundan kısa bir süre sonra, annesini kaybettiği için, yeterince beslenememiş. O yüzden, arkadaşlarına bakarak biraz küçük kalmıştı. Küçüklüğü sadece boyundaydı. Düşündüğünü ne olursa olsun, hemen söyleyiveren. İleriyi, geriyi yeterince düşünmeyen birisiydi. Kurbağaların Tosbağaistan’a gelmesinden memnun olmamış. Hele, kurbağaların evini gördükten sonra, yapılan inşaatın kanunlara aykırı olduğunu söylemiş. Kendi çocuklarının geleceğini sağlamadan, kurbağa yavruları için bu kadar emek vermenin, akıl karı olmadığını anlatmış. Fakat kimseye dinletememişti. Dedim ya Tosbağaistan ‘ın Deli siydi o.
Zaman çabuk geçti. Yumurtalar bir bir çatlamaya, çatlayan yumurtalardan, kurbağaya benzemeyen yavrular çıkmaya başladı. Tüm tosbağalar şaşırmışlardı. Ömürlerinde hiç böyle bir olaya rastlamamışlardı. Öyle ya, çocuklar, anne yâda babalarına benzerlerdi. Bu yavrular ise, ikisine de benzemiyorlardı. Baba kurbağaya sorduklarında, bıyık altından gülmüş;
— Benzerler, benzerler demişti. Hele biraz zaman geçsin, onlarda anneleri gibi, çok güzel birer kurbağa olurlar. Bunu duyanlar, bayan kurbağayı düşündüler bayan kurbağa ve güzellik, iki si bir araya gelmiyordu… Onlarda güldüler.
Baba kurbağa haklıydı. Bir süre sonra o küçük kara şeyler, tıpkı anne ve babaları gibi birer kurbağaya benzediler. Gölün içinde sağa sola doğru yüzüyor. Sesleri yettiğince, çığlıklar atıyorlardı.
Bir ay kadar sonra, gölün rengi değişmeye başladı. Kimse ne olduğunu anlayamıyordu. Göl gittikçe daha yeşil bir renk alıyor, inanılmayacak kadar kötü kokuyordu. Ne olduğu bir süre sonra anlaşıldı. Gölde yaşayan kurbağa yavruları, kakalarını gölün içine yapıyorlardı. İhtiyar Tosbağalar toplandılar. Konuyu tartıştılar ve durumu baba kurbağaya iletmeye karar verdiler. Baba kurbağa, çekingenliğini atmış; kendine olan güveni yerine gelmişti. Tosbağaların şikâyetlerini dinledi, dinledi Bir süre sustu. Sonra yavaş yavaş konuştu.
— Burası özgür bir ülke değil mi?
— Evet, dedi tosbağalar, özgür bir ülke.
—Ben de bu ülkenin bir vatandaşıyım.
—Evet.
— Ve onlar benim çocuklarım.
— Evet.
- O halde, onlara kimse karışamaz. Onlar ne istiyorlarsa onu yaparlar.
Fakat dedi yaşlı tosbağalardan birisi.
—Sizin çocuklarınızın, gölü kirlettiği söyleniyor. Buna hakkınız yok. O göl, tüm canlıların. Hem, gölde yaşayan balıklar da rahatsız oluyorlarmış. Çocuklarınız sabahlara kadar şarkılar söylüyormuş.
Baba kurbağa, sanki tüm bunlar kendisine söylenmiyormuş gibi sesiz sesiz dinledi.
Diliyle dişinin arasında;
— O göl, balıkların değil” dedi. “O göl bizim”. Herkes susmuş kalmıştı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Baba kurbağa, ardını dönmüş, tosbağaları düşünceleriyle yalnız bırakmıştı. Onun gitmesinden sora oluşan sessizliği, Deli Tosbağa bozdu.
— Sizler dedi. Sizler yaptınız bunu. Ne getirip ne götüreceğini hesaplamadınız. Vatanınızı, vatanınızın başına gelecekleri düşünmediniz. Herkese, ev yapmak için küçücük bir yer ayırırken, kurbağaya, diğer hayvanlara verdiğiniz yerin beş katını verdiniz. Balıklar, kış boyunca açlıktan kıvranırken. Sizler, kurbağaya yiyecek taşıdınız. Hiç biriniz farkında olmadı kurbağa, buraya geldiğinden beri, gösterdiğiniz hiçbir işi beğenmedi. Hiçbir işte çalışmadı. Neden çalışsın ki? Nasılsa herkes onun için çalışıyordu. Şimdi ayıklayın bakalım pirincin taşını…
Çıt çıkmıyordu. Herkes bir şey söylemek istiyor, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Tapucu Tosbağa bozdu bu suskunluğu. Hafifçe öksürdü. Boğazını temizledi.
—Şey, dedi. Kurbağaya ev için herkesten fazla arsa verdiğimiz doğru değil. Ona da, tüm hayvanlara verilen kadar arsa vermiştik. Hem, ona verdiğimiz arsa, onun ev yaptığı yerde değildi. Bizim ona tahsil ettiğimiz arsa, daha güneydeydi. Fakat o, evi bizim gösterdiğimiz yerde değil, kendi istediği yerde yapmış.
Buz gibi bir hava esti. Tüm Tosbağaların içerisinde, aldatılmışlık duygusu... Kimse, kimsenin yüzüne bakamıyordu. Gelecek nelere gebeydi? Daha neler yaşayacaklardı? Kimse bilmiyordu.
Kış sona ermiş, yerini bahara bırakmıştı. Kurbağanın söyledikleri unutulmuş. Balıklara, daha açıklarda yaşamaları tembihlenmişti. Balıklar, birkaç kez daha şikâyet etmişler. Fakat hiçbir sonuç alamamışlardı. Kurbağalar çoğalıyordu. Gölün kenarında, ağaçların altında, her yerdeydiler. Sürekli kendi dilleriyle varaklıyorlar. Kendi evlerinin ve göllerinin çevresine tosbağaları sokmuyorlardı. Şimdi göl kenarı, kurbağa evleriyle doluydu. İlk gelen kurbağa, bir iki ay sonra memleketine ziyarete gitmiş. Oradaki akrabalarına, yeni taşındığı yerin bolluklarından, bereketinden, tosbağaların misafirperverliğinden bahsetmiş. Gelirken de iki amcaoğlu ile bir yeğenini, yanında getirmişti. Yeni gelenler, kendileri için gerekli olan evi hemen gölün kıyısına yapmışlar. Onlar da memleketlerine gitmiş. Onlar da dönerken ne kadar işsiz, güçsüz akrabaları varsa hepsini toplayıp getirmişlerdi. Nasılsa ekmek tosbağalardan, su gölden di.
Kurbağalar çoğalıyordu. Çoğaldıkça sesleri daha çok çıkıyordu. Tosbağalar, kendi aralarında sohbet ederken. Yıllar önce bir koşuda tavşanı bile geçen dedelerinden bahsediyor, gururlanıyorlardı. Hepsinin içinde, açıkça söylenilemeyen bir korku vardı. Bu kadar çok kurbağayla baş edemezlerdi. En iyisi oturup beklemekti. Oturup bekleyecek, ne olduğunu gördükten sonra, ne yapacaklarına karar vereceklerdi.
Tüm tosbağalar susuyordu. Sadece Deli Tosbağa konuşuyor,
—Uyanın! Diyordu. Uyanın. Yıllar önce, dedenizin tavşanı geçmesinin tek nedeni; tavşanın uyuya kalması. Hem, geçmişle öğünmek, geleceği kurtarmaz. Silkinin ve kendinize gelin. Sahip çıkın toprağınıza!
Bir tosbağa nasıl silkinir ve kendine gelirdi ki?
Zaman, o güzelim ülkenin yavaş yavaş kokuşmasına neden oldu. Kimse kimseyi dinlemiyor. Herkes, herkesten korkuyordu. Nasılsa ev dertleri yoktu. Evleri sırtlarındaydı. Canları sıkıldığında diledikleri yere, diledikleri zaman gidebilirlerdi. Kavga etmeye gerek yoktu. Deli Tosbağa bağırıyordu.
—Yapmayın! Kendi toprağına sahip çıkamayanlar, başka yurtlarda rahat edemezler. Ancak sığıntı olabilirler, ancak hizmet ederler yapmayı! Bu kadar düşüncesiz davranmayın!
Bu Deli Tosbağa da çok oluyordu. Küçük tosbağaları etrafında topluyor. Olur, olmadık düşüncelerle, çocukları zehirliyordu. Bir çözüm bulunmalıydı. Bir çözüm bulunmalı ve Deli Tosbağa susturulmalıydı. İhtiyar tosbağalar toplandılar. İhtiyar tosbağaların en ihtiyarı, sözü fazla uzatmadan konuya girdi.
— Arkadaşlar dedi. Görüyorsunuz ülkemizde uzun süredir bir karışıklık hâkim. Bunun nedeni de ortada, Deli Tosbağa, ileri geri konuşarak, toplumumuzun düzenini bozmaktadır. Bizler, bu ülkeyi yönetenler olarak, buna izin veremeyiz.
Başkan tosbağanın sözleri büyük bir alkış tufanıyla karşılandı. Herkes, çıldırmış gibi başkanı alkışlıyordu. Evet, evet şu Deli Tosbağanın susturulması gerekiyordu. O susarsa, her şey eskisi gibi olabilirdi. Karar, oy çokluğuyla alınmıştı. Deli Tosbağa Deliliğinin bedelini ödeyecekti. Ödemek zorundaydı.
Asker tosbağalar, Deli Tosbağayı yakalayıp getirmekle görevlendirildiler. Mahkeme kuruldu. Hâkim Tosbağa, Savcı Tosbağa yerlerini aldılar. Deli Tosbağa, avukat istememişti. Savunulacak ne yapmıştı ki?
Tüm suçlamalar tek tek okundu. Deli Tosbağa, sesini çıkarmadan dinledi. Hiç konuşmadı. Sessiz sessiz hâkim tosbağanın gözlerine bakıyor. Sanki ,”bu koltukta benim ne işim var”? Diyordu.
Savcı konuştu, suçladı, neler yaptığını bir bir açıkladı, sıra hâkimdeydi. Hâkim, hâkimlere yakışan bir sesle, bir şey söyleyip söylemeyeceğini sordu. Deli Tosbağa, ağzını açmadı. Boynunu sağa sola oynatıyor. Gözlerinden süzülen yaşları silmeye çalışıyordu. Mahkeme çok hızlı işlemişti. Deli Tosbağa, kurbağaların göl kenarını işgal etmesine karşı çıkmış. Kurbağa yavrularının, gölün içine etmelerine itirazda bulunmuş. Etrafında toplanan tosbağa yavrularına, Tosbağaistan’a sahip çıkmalarını öğütlemişti.
Suçu sabitti. Suçu sabitti sabit olmasına ya, yine de birkaç şahidin dinlenmesi gerekiyordu. Hâkim şahitleri dinlemek için çağırdı. İlk gelen şahit, Tosbağaistan tapu müdürü tapucu tosbağaydı.
Deli Tosbağanın, toplumu kin ve nefrete sevk etmek için, sürekli konuştuğunu, kendi hakkında rüşvet aldığına dair yalanlar uydurduğunu, hem bunları, basın aracılığıyla yaptığını, kendinin dini bütün, vatanını ve işini seven bir Tosbağa olduğunu, bu nedenle Deli Tosbağanın cezalandırılmasını istediğini belirtti.
İkinci şahit, sizlerin yakından tanıdığı birisiydi. Tanık kürsüsüne geçti. O da Deli Tosbağanın kendine ve akrabalarına sürekli kötü davrandığını. Orda burada, kendisini çalışmamakla itham ettiğini, göl kenarındaki on sekiz katlı minicik evinin kaçak olduğunu, bu yapılara göz yumması için, tapucu tosbağaya rüşvet verdi dediğini. Balıkların ölümünden, gölün kirlenmesinden kendisin ve çocuklarını sorumlu tuttuğunu. Bu nedenle cezalandırılması gerektiğini söyledi.
Hâkim şahitleri dinledi. Suç ortadaydı. Halkı, etnik, inanç ve bölgesel olarak ayırıp, ülkeyi parçalamak... Fakat verilecek ceza ne olmalıydı. Deli Tosbağa ’yı vatan hainliğiyle suçlamak, delilerin bile akıllarına gelmezdi. Deli Tosbağanın amacı, Tosbağaistan’ı parçalamak olabilir miydi? Hâkim şahitleri dinledi. İlk şahide döndü.
— Siz, dedi, Tosbağaistan ‘ın tapu işleriyle, ilgileniyorsunuz değil mi?
—Evet dedi tapu müdürü, kırk beş yıldır bu işi yaparım.
— Peki, dedi hâkim. Son sekiz yılda, mal varlığınızda ki müthiş artışı nasıl açıklayacaksınız?
—Ben namuslu bir tosbağayım Hâkim Bey. Beni, vatan hainleri ile aynı kefeye koyup, yargılayamazsınız. Hem burada yargılanan ben değilim.
—Peki, oğlum otur. Peki, sen Kurbağa oğlum, buraya ilk geldiğinde, devlet yardımıyla bir ev sahibi olmuştun. Şimdi kaç tane evin olduğunu söyler misin?
İlk anda afallayan Kurbağa, sesinde en küçük bir tereddüt olmadan,
—Şu anda kaç evim olduğunu bilmiyorum. Fakat sizde takdir edersiniz ki, biz tosbağalar gibi, evlerimizi sırtımızda taşımıyoruz ve çok çocuğumuz oluyor. O yüzden sürekli ev alıyoruz.
—Aldığınız evi sormuyorum. Bunca evi alacak parayı nereden bulduğunuzu soruyorum. Tabi, bu ülkede herkes, her istediği yerden ev alabilir. Fakat bunun kaynağını, devlet bilmek zorundadır. Ayrıca, elimdeki dosyada, buraya geldiğinizden beri hiçbir işte, iki günden fazla çalışmadığınız yazıyor. Hiç çalışmadığınız halde, bu kadar evi nasıl alabildiniz.
— Çocuklarım, çocuklarım çalıştı Hâkim Bey. Onlar çalıştı, ben parayı değerlendirdim. Ayrıca burada suçlu olarak yargılanan ben değilim.
—Evet dedi hâkim suçlu olarak yargılanan sen değilsin. Ama unutma ki bu ülkede, çocukları çalıştırıp, sırtlarından para kazanmak da yasak. Sen, az önce suçunu itiraf ettin. Bu nedenle yargılanman gerekiyor.
Kurbağa susmuştu. Daha fazla konuşmanın, kendisi için iyi olmayacağını anlamıştı. Önüne baktı.
—Otur, dedi hâkim.
—Otur, evet şu anda yargılanan ne yazık ki sen değilsin.
Yargılama uzun sürdü. Hiç bir hâkim Deli Tosbağayı suçlu bulamıyor. Bu nedenle, Deli Tosbağa bir türlü ceza alamıyordu. Hâkimler sürekli değişiyor, fakat Deli Tosbağa ya kimse dokunamıyordu. Bu iş çığırından çıkmıştı.
Bu arada, ülkede her şey değişmişti. Artık tosbağalar, diledikleri gibi gezip dolaşamıyor, istediklerini yapamıyorlardı. Ülke gittikçe yoksullaşmış, işsizlik başlamıştı. Her gün yeni bir olay meydana geliyor. Herkes, herkesten korkuyordu. Tosbağaistan da Tosbağaistan’a seviyorum demek, suç olmuştu. Basın, her gün kaç Tosbağaistan seven, Tosbağanın yakalandığını. Yakalanan sanıkların, hangi suçları işlediğini yazıyor. Toplumu, Deli Tosbağa taraftarlarına karşı, uyanık olmaya, provokasyonlara karşı tedbirli davranmaya çağırıyordu. Deli Tosbağacılar, Tosbağaistan’ı yok olmaya sürüklüyorlardı. Hemen durdurulmaları gerekiyordu.
En büyük olay, okulların açılması ile başladı. Ülke nüfusunun, yüzde seksen üçünü ele geçiren kurbağalar, okullarda ana, dilde eğitim hakkını istiyorlardı. Tüm Kurbağalar, sokaklara dökülmüş, sesleri çıktığınca.
Özgürlük isteriz!
Ana dilde eğitim!
Kültürüne sahip çık! Diye bağırıyorlar. Kendileri gibi düşünmeyen Tosbağaları gördüklerinde, cezalandırıyorlardı. Yollar onlarla doluydu. Sokaklar, caddeler, köyler, kasabalar, göller ırmaklar. Her yer özgürlük isteyen kurbağalarla dolmuştu. Kurbağaca bilmeyen tosbağaları, yakaladıkları yerde pataklıyor. Tosbağaların her birinin evinin olmasını, demokrasiye aykırı buluyorlardı. Öyle ya, onları da Allah yaratmıştı. O halde, tosbağaların, salyangozların evleri neden sırtlarındaydı? Eşitlik için, özgürlük için demokrasi için. Tüm bu hayvanlar, sırtlarındaki evleri kurbağalara bırakmalı, yaşamlarını, kurbağalar gibi sürdürmeliydiler. Kurbağaların bu düşüncelerine katılan tosbağalarda vardı. Evet, demokrasi, herkesin eşit yaşaması, herkesin eşit şartlarda, yarışması demekti. Onlarda, kurbağalara katılıyor.
Kahrolsun Deli Kurbağa ve yandaşları! Diye avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı. Aynı dine inananlar, aynı rejimi benimseyenler, herkes birleşmiş, demokrasi için, gelecek için, yakaladıkları Deli Tosbağa taraftarlarını cezalandırıyorlardı.
Zamanla olaylar duruldu. Artık, eskisi kadar kavga çıkmıyordu. Deli Tosbağa susturulmuş, yandaşları ülkeden atılmış. İhtiyar Tosbağalar Meclisi dağıtılıp, ihtiyar Kurbağalar Meclisi kurulmuş, meclis başkanlığına da, tosbağaların yaşadığı yere ilk gelen kurbağa seçilmişti. Yeni bir ülke kuruluyordu, tüm kurbağaların özgürce yaşayabileceği, diledikleri gibi davranabileceği bir ülke. Sokaklarda, caddelerde panayırlar kurulmuş. Kurbağalara sivrisinek ziyafeti çekiliyordu. Tosbağalar, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Evet, onlarda demokrasiyi, hayvanca yaşamayı, eşitliği, özgürlüğü istemişlerdi. Ama şu anda yapılanlar, hiç de demokrasiye uygun değildi. Demokrasi yok etmek, demokrasi, elde ettiğin gücü başkalarının üzerinde kullanmak değildi ki.
İlk meclis kurulmuş, ilk kanun maddesi kabul edilmişti. Buna göre; Tosbağaistan adı değiştirilmiş, yerine Kurbağaistan adı getirilmişti. Kurbağaistan bayrağının renkleri belirlenmiş. Her Kurbağaistan vatandaşının, evinin en tepesine, bu bayrağı asması zorunlu kılınmıştı. Mecliste bulunan Tosbağalar bu maddeye itiraz etmek isteseler de, seslerini çıkaramamış, madde oylanırken, evet oyu vermişlerdi. Kanunlar arka arkaya geliyor, her kanun tüm vekillerin onayıyla kabul ediliyordu.
Okullarda, hastanelerde, kamusal alanlarda, Kurbağaca’dan başka bir dil konuşulması yasaklanmıştı. Herkes, en kısa sürede Kurbağaca öğrenecek, Kurbağaca konuşamayan hiçbir yaratık, Kurbağaistan’da kalamayacaktı. Tüm kanunlar, çok hızlı bir şekilde geçiyor ve devlet televizyonu, KU. RA. TE, aracılığıyla, tüm ülkeye duyuruluyordu. Tüm ülke, sınırsız demokrasi ile çalkalanıyordu. Nüfusu ikiden fazla olan her yere, Kurbağaistan devlet başkanının büstünü dikmek zorunluluğu getirilmişti. Kurbağaistan devlet başkanının büstü, ülkenin en aranılan şeyiydi. Yalnız, bu büstü her yerden alamıyordunuz. Büst; devlet konutunun hemen bitişiğindeki, Devlet başkanına ait, dükkânda satılıyordu. Büstün, sahtesini yapmak, satmak ve almak en büyük suçtu. Her kim, bu sucu işlerse hemen idam ediliyordu.
Devlet başkanı, ülkenin geleceği için ikiden fazla tosbağanın bir araya gelmesini yasaklamıştı. Bir araya gelen tosbağaların, iki dakikadan fazla, bir arada kalmaları da demokrasiye aykırıydı.
Son kabul edilen madde ise, tam bir demokrasi harikasıydı. Madde aynen şöyleydi. “Kurbağalar dışında kalan tüm canlılar kardeştir. Kurbağalarsa, kendi kendileriyle kardeştirler.” Özgürlük furyası almış başını gidiyordu. Tosbağalar da bu furyadan paylarına düşeni alıyorlardı. Tosbağalara, istedikleri anda ülkeyi terk etme özgürlüğü tanınmıştı. Tek bir sorun vardı, tosbağalar diledikleri zaman diledikleri yere gidebilecekler fakat evlerini götüremeyeceklerdi. Çünkü bu evler kamulaştırılmıştı. Öyle ya Tosbağalar bu evleri oluştururken bu ülkenin, yani Kurbağaistan ’ın otunu yemiş, suyunu içmişlerdi.
Sokaklar sevinç çığlıklarıyla çınlıyor. Tüm Kurbağalar, sesleri çıktığınca şarkılar söylüyorlardı.
Yaşasın yeni ülke, yaşasın yeni lider, kahrolsun tosbağalar.
Tosbağalar kahır oluyorlardı. Nerede hata yaptıklarını düşünüyor bir türlü karar veremiyorlardı. Hepsi aynı ülkenin vatandaşlarıydı. Hepsi aynı bayrağın altında yaşıyorlardı. Öyleyse bu başlarına gelen felaketin nedeni neydi. Tosbağa yavruları okula gidemiyor, dişi tosbağalar sokağa çıkamıyorlardı. Konuşmaya, birbirlerinin yüzüne bakmaya, soru sormaya korkuyorlardı. Onlar korkuyor. Sokaklarda sevinç çığlıkları atan Kurbağalar önlerine geçen ne varsa yakıp yıkıyorlardı. İlk hedef tosbağa evleriydi. Kaplumbağalara göre, tosbağalar bu evleri tosbağaların emeklerini sömürerek yapmışlardı. Devlet her zaman tosbağaları korumuş, kurbağaların inançlarına, ihtiyaçlarına arkasını dönmüş. Hatta tüm Kurbağaları yok saymıştı. Şimdi sıra kurbağalardaydı. Kurbağa başkanı, halka hitaben yaptığı konuşmada; zulmün ve sömürümün bittiğini, bundan böyle, tüm hayvanların kardeş kardeş yaşayacağını ve komşuları olan Keçiistan’la, ilişkilerin en üst seviyede yürütüleceğini. Her kimin Keçistan ve keçiler için kötü bir şey söylerse, en şiddetli biçimde cezalandırılacağını,” açıklıyordu. Bu açıklamalar, hayvanlar arasında büyük bir coşkuyla karşılanıyor. Tüm Kurbağalar yaşasın “Keçistan! Yaşasın keçi dostlarımız” diye bağırıyorlardı. Öyle ya tosbağaların sömürüsünden keçiler sayesinde kurtulmuş. Tam bağımsız ve özgür devletlerine keçiler sayesinde kavuşmuşlardı. Şu keçiler inanılmaz varlıklardı. Demokrasiye bağlılıkları, özgürlük sevdaları anlatılacak gibi değildi. Yıllardır süren kırgınlıklar son bulmalı Kurbağaistan ve Keçistan arasında dostluk köprüleri kurulmalıydı.
Deli Tosbağadan, hiçbir haber yoktu. Tüm Kurbağalar Deli Tosbağanın adını duyunca kızıyor, ardından ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı. Deli Tosbağa adını anmak, Deli Tosbağanın resimlerini taşımak, hatta Deli Tosbağayı düşünmek bile yasaklanmıştı. Deli Tosbağa toplum içinde birlik ve dayanışmayı yok etmeye çalışmış, toplumun dinsel ve ekonomik düşüncelerini, kendi şahsi çıkarları için paramparça etmişti. Kurbağaistan meclisinde alınan bir kararla, Deli Kurbağanın görüldüğü yerde vurulması, vurulduktan sonra sırtında ki evin çıkarılarak meclis bahçesinde sergilenmesi kararlaştırılmıştı. Ülkedeki tüm duvarlara Deli Tosbağanın resimleri asılmış, Deli Tosbağayı ihbar edeceklere büyük ödüller vaat edilmişti.
Tüm bunlara rağmen Deli Tosbağa bir türlü yakalanamıyordu. Başkan kurbağa tüm askerlerini topluyor. Vırak vırak emirler yağdırıyor. Asker kurbağalar başları önünde başkanlarını dinliyorlardı.
Deli Tosbağa ’nın adı günden güne yayılıyor. Tosbağalar arasında ilahlaşıyordu. Tosbağalar yeni doğan tosbağalara Deli Tosbağa adını vermeye, Deli Tosbağanın resimlerini evlerinin duvarlarına asmaya başlamışlardı. Deli Tosbağanın sözleri kulaktan kulağa yayılıyor. Tüm tosbağalar Deli Tosbağanın bir gün gelip kendilerini kurtaracağına inanıyorlardı.
Başkan kurbağanın şiddeti gün geçtikçe artıyordu. Ülke ekonomisi iyileşeceği yerde gittikçe kötüleşmeye başlamıştı. Tosbağalara ait ne varsa hepsine el konulmuş, el konulan mallar kurbağalar arasında eşit şekilde paylaştırılmıştı. Başkan kurbağa başkanlığın verdiği yetkiyle kendi payını biraz fazla tutmuş. Bu konuyla ilgili yazılar yazan birkaç gazeteciyi içeri attırmıştı. Fakat Kurbağaistan ‘ın geliri giderlerini karşılamıyordu. Keçistan’dan gelen yetkililer Kurbağaistan’a bu güne kadar yaptıkları yardımların, karşılığını istiyorlardı. Başkan paralarının olmadığını, tüm tosbağaların mallarını ellerinden aldığını buna rağmen ülke bütçesini bir türlü dengeleyemediğini ifade ediyor. Fakat yetkililer başkanı dinlemiyorlardı. Kurbağaistan ‘ın tüm geliri Keçistan kasalarına akıyordu.
Keçistan yetkilileri, sorunu çözmek için bir araya geldiler. Bu böyle devam edemezdi. Keçistan olarak kurbağaların tüm ihtiyaçlarını karşılamışlardı. Şimdi ödeşme sırasıydı.
Vergileri artırın dediler, vergileri arttırın ve paralarımızı ödeyin. Kurbağaistan başkanı,
—Ama dedi, tosbağaların vergi verecek hiçbir şeyleri kalmadı, her şeylerini aldık. Keçistan yetkilisi, kızgın bir ifadeyle. Kurbağalar dedi, kurbağalar neden vergi ödemiyorlar. Onlarda vergi vermeli, yoksa karışmayız. Ama dedi başkan kurbağalar bu güne kadar hiç vergi vermediler. Alışkın değiller.
— Siz bilirsiniz! Dedi yetkili.
—Ya paramızı verirsiniz ya da göl kenarındaki yeşilliği keçilere açarsınız. Hatırlatmaya gerek var mı bilmem, siz bu ülkeyi bizim sayemizde kurdunuz.
Başkan düşündü, düşündü. Göl kenarını keçilere açmak işine gelmiyordu. Göl kenarındaki evlerin çoğunluğu kendisine aitti.
—Tamam dedi vergi koyalım.
Ekmeğe, suya, sivrisineğe, öğle uykusuna, vıraklamaya vergi konulmaya başlandı. Vergi konuluyordu konulmasına ya kimse vergisini ödemiyordu. Kurbağa toplumu vergi vermeye, çalışmaya, alışık değildi. Onlar, yıllarca tosbağaların sırtından geçinmiş, tosbağalar kazanmış, onlar yemişlerdi. Şimdi vergi vermek ağırlarına gidiyordu.
En sonunda olanlar oldu. Hükümet evlerde ve işyerlerinde(hoş iş yeri de pek yoktu)kullanılan elektrik ve suyun paralı olacağını duyurdu. Kıyametler kopuyordu. Tüm kurbağalar sokaklara dökülmüş.
Kahrolsun başkan, kahrolsun demokrasi, kahrolsun eşitlik diye bağırıyorlardı. Tosbağalar suskundu, utançları, çaresizlikleri, yalnızlıkları, yüzlerine yansımış. Aynaya bakmaktan utanıyor hale gelmişlerdi. Deli Tosbağayı bekliyorlardı. Deli Tosbağa gelecek yaralarına merhem, dertlerine derman olacaktı.
Deli Tosbağa, uzaklardaydı. Yapılan haksızlıklara dayanamamış, tosbağa kalbi, ihanetlere katlanamamıştı. Bir gece vakti kimseye belli etmeden Tosbağaistan’ı terk etmiş. Uzak ülkelerden birine gitmişti. Ülkesinin başına gelenleri, uzaktan izliyor, içi parçalanıyordu. Kendi soydaşlarından utanıyordu. Kendi soydaşları, kendi çıkarlarını, tüm tosbağaların çıkarlarından daha önemli gördükleri için, bu hale düşülmüştü. O, ne zaman vatan dese. Kendi arkadaşları. Deli Tosbağa demişlerdi, Deli Tosbağa, sen sus. Irkçılıkla, kafatasçılıkla. Hatta hatta vatan hainliğiyle suçlanmış, yargılanmıştı. İçi yanıyordu. Ülkesi, dostları, arkadaşları yoktu. Kurbağalar, Keçistan’ın alacaklarını ödeyemedikleri için, göl kenarını ve ülke yönetimin keçilere bırakmıştı. Tüm kurbağalar, keçi özentisiyle yaşıyorlardı. Hatta bazı kurbağalar, keçi gibi meleme kurslarına gidiyor. Adlarını, keçi adlarıyla değiştiriyorlardı. Sokaklarda atılan çığlıklarda tükenmişti. Hiç bir kurbağanın yaşasın Kurbağaistan diye bağırdığı duyulmuyordu. Çünkü yaşasın Kurbağaistan, yaşasın kurbağalar diye bağırmak, yeni bir emre kadar yasaklanmıştı. Tüm kurbağalar, yaşasın Keçistan! Diye bağırıyorlardı.
Deli Tosbağa tüm olup bitenleri izliyor yapabileceklerini hesaplıyordu. Neler olabilirdi, neleri nasıl ve ne zaman yapmalıydı? Günlerce uyumuyor. Kırlarda dolaşıyor. Ülkesini, çocukları düşünüyordu. Duyduğuna göre tosbağa çocukları kurbağalarla aynı okullara alınmıyordu. Tosbağa okullarında okutulan dil ise kurbağa caydı. Ülkesini bölenler, ülkesini Keçistan çıkarlarına kurban edenler. En büyük zulmü tosbağa çocuklarına uyguluyorlardı. Tosbağa isimleri yasaklanmış. Tosbağa şehirlerinin adları değiştirilmiş. Tosbağaların birbirleriyle konuşmaları bile izne bağlanmıştı. Bir zamanlar tek bir yaratana inanan Tosbağaistanlılar şimdi akın akın keçi dinine geçiyorlardı. Önce inançlarını, sonra dillerini, sonra vatanlarını, her şeylerini her şeylerini kaybetmişlerdi. Suçlu aramak, suçu birilerine yüklemek yanlış olurdu. Herkes ama herkes suçluydu. Utanılması gereken ne varsa, herkes utanmalıydı…
Ve kavga yeniden başladı. Deli Tosbağanın sözleri, tüm tosbağaların dillerindeydi. Tüm tosbağalar, hep aynı şeyi haykırıyorlardı.”Yaşasın özgür ve tam bağımsız Tosbağaistan.”
Korkuyla umutsuzlukla, vatan korunabilir, vatan kurtulabilir miydi? Çağlar, korkak toplumların millet olamadığını yazıyordu. Karıncalar, kargalar, çekirgeler, hep korktukları için vatan sahibi olamamışlardı. Vatansız yaşamak zorunda kalmışlardı. Onlar için o kadar önemli olmayabilirdi. Çünkü onlar vatan sahibi olmanın keyfini yaşamamışlardı.
Vatansız kalmak, vatansız yaşamak, sevgisiz, umutsuz, yaşamak demekti. Vatansız yaşamak; güneşsiz, havasız ekmeksiz yaşamak demekti. Bir tosbağa vatansız yaşayamaz, vatansız kalamazdı.
Kendine inananları düşündü. Kendini sevenleri, umut bağlayanları, demek ki tosbağalar da insanlar gibi, üzerlerine düşenleri yapmak yerine, kurtarıcı bekliyorlardı. Ne acıydı.
Sürekli neler yapabileceğini, düşünüyordu. Yurdunu bırakıp kaçmakla ne kazanmıştı ki? Ülkesinde yargılanacak belki de, hapse atılacaktı. Peki, gurbet, gurbet hapisten farklı mıydı? Sabahları uyandığında, dost tosbağalarla kafa tokuşturamamak, Tosbağa arkadaşlarınla iki çift laf edememek, mahpusluk değil miydi? Sürekli kafasını sallıyor, sürekli çıkar bir yol bulmaya çalışıyordu. Genç değildi, kavga etmenin doğruyu getirmeyeceğini düşünüyordu. Bir çıkar yol, bir çıkar yol diye inliyordu.
Yapabileceği tek şey vardı, yazmak… Yaşadıklarını, yaşamadıklarını, acılarını, umutlarını, umutsuzluklarını anlatmak, Okunmak yâda okunmamak umurunda değildi. Deli Tosbağanın yapabileceği tek şey vardı. O da, onu yapacaktı. Bir gece oturdu ve yazmaya başladı. Her cümle, her kelime, her hece kan oluyor kalemin ucundan kâğıda akıyordu. Kalemi kanıyordu.
“Dostlarım, dostlarım” diye başladı. “Yılarca yapılan yanlışların bir bedeli olmalıydı. Bu bedeli yanlışı yapanlar ödemeliydi. Fakat hayat o kadar adil değildi. Birilerinin yaptığı hataların bedelini, tüm toplum, hepimiz ödemek zorunda kaldık. Özgürlük adına, özgürlüğümüz elimizden alınırken. Demokrasi adına, inançlarımız ket vuruluyordu. Tosbağaları sevmeyi öğrenmiştik, tosbağaları, tırtılları, börtüyü, böceği, ne varsa hayvan dünyasında hepsini, hepsini sevmeliydik. Öyle ya, insan değildik biz. Birbirimizi boğazlamak, bizim işimiz olamazdı, olmamalıydı. İhanetin nereden geldiğini anlayamadık. Hayvan kısmının kıskanç, kötü yürekli olabileceğini düşünemedik.
Suç muydu, elbette değildi. Suç olan, attığın adımın seni hangi yöne götüreceğini hesaplamamış olmaktı. Bizler iyi şeyler yapalım derken, işte bu suçu işlemiştik. Komşu şehirden ilk gelen kurbağaları hatırlayın. Hepimiz nasılda çabalamış, nasılda acımıştık. Evleri yoktu, evsiz yaşamamın ne demek olduğunu bilmediğimiz halde, onları anlamaya çalışmıştık. Oysa onların evlerinin olmayışının sebebi biz değildik. Yoksullukları, içimizi parçalamıştı. Boyun bükmeleri, sessizlikleri, onlara bakmaya utanıyorduk. Öyle geliyordu ki, sanki onların yoksul oluşların sebebi bizdik. Ev yeri verdik, evin yapımında hep birlikte çalıştık. Hatta Topal Tosbağa bile sırtında çer çöp taşıdı. Onlara yardım ederken, kendi vicdanımızı rahatlatıyorduk. Sonra baba kurbağaya iş bulmaya çalıştık. O her işe bir kulp takıyor. Başının ağrıdığını, dişinin sızladığını söylüyor, hiçbir işte iki günden fazla çalışmıyordu. Bizse sürekli vicdan azabı çekiyorduk. Daha fazla ne yapabilirdik. Unuttuğumuz şey, onların yoksulluğunun sebebi biz değildik. Hangi tosbağa sürekli uyuyarak, karnını doyurabilirdi ki? Hangi tosbağa çalışmadan geçinebilirdi?
Uyudu, o, yattı, bizler, kışın yakacağını, yiyeceğini, her şeyi karşıladık. İlk başlarda yapılan iyiliklere teşekkür eden kurbağa, zamanla teşekkür etmeyi de bıraktı. Ona göre, tüm tosbağalar, kurbağa ailesine bakmak zorundaydı. Karısının doğumunda herkes el birliği etmiş, kurbağanın tüm ihtiyaçlarını karşılamıştı. Oysa baba kurbağa, yine çalışmamıştı. Oysa çocuk sahibi olmak sorumluluk istiyordu. Fakat o, her şeyi birilerinden bekliyordu. Kurbağayı tebrik etmek için yanına gittiğimizde, herkesin ağzı açık kalmıştı, hepimiz şaşırmıştık. Bu kadar çocuğa nasıl bakacağını, nasıl besleyip nasıl okutacağını sorduğumuzda, gülmüş.
—Olur, olur demişti.
— Her şeyin bir çaresi bulunur. O sürekli çocuk yapıyor, çare bulmak ise bizlere düşüyordu.
İkinci doğum, üçüncü, dördüncü, beşinci, aman Allah’ım! Nereye kadar! Diye dehşete düşüyorduk. Bizler dehşete düşüyor, onlar sürekli çoğalıyorlardı. Dillerinde, memleket özlemi, dillerinde şikâyet; İş beğenmiyor, çalışmıyor, sürekli bir şeyler istiyorlardı ve biz sürekli bir şeyler veriyor, vermek zorunda kalıyorduk. Çocukları büyümüştü, yüz küsur çocuklarından, üç tanesini okula göndermişlerdi. Çocukları neden okula göndermediklerini sorduğumuzdaysa, hep aynı cevabı vermişlerdi. Yoksulluktan… Hiç birimizin aklına gelmemişti, madem bu kadar yoksuldunuz, bu kadar çocuğu neden yaptınız? Demek. Aklına gelenleri de toplum düşmanı olmakla suçlamıştık. Sonra kampanyalar düzenlemiştik,” haydi kurbağalar okula.” Kampanya da toplananları, baba kurbağaya vermiş, fakat çocukların okula gelmesini yine de sağlayamamıştık. Bizler kampanyalar düzenliyor. Bizler kardeşlik nutukları atıyor, bizler çalışıyorduk. Onlarsa çocuk yapıyorlardı. Hiç unutmam, bir gün baba kurbağaya çocuklarının adını sormuştum.
—Boş ver, demişti, boş ver. Ben, bir babanın çocuklarının adını unutabileceğini kabul edememiştim. Boş vermiştim, elimden başka hiç bir şey gelmezdi.
Sürekli şikâyet ediyorlardı. Devletin onlara bakmadığından, onları anlamadığından, onlara değer vermediğinden. Şikâyet ediyor, fakat şehirlerine her gittiklerinde, üç beş aileyle birlikte dönüyorlardı. Bizler olanları kavramamıştık. Hayat o kadar zordu ki. Çocuklarımız vardı, okuyacaklar adam olacaklar, bizlere bakacaklardı. Devletimiz büyüyecek, halkımız mutlu yaşayacaktı. Tüm bunların olabilmesi için, çalışmamız gerekiyordu. Zaten yavaş hayvanlardık. Görmüyor, bilmiyor, anlamıyorduk. Anladığımızdaysa iş işten geçmişti.
Hastalanan kurbağalar vardı. Devlet hastalanan vatandaşla bakmak zorundaydı. Bir ülkede herkes sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeliydi. Bizler yıllarca çalışarak sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı elde ettiğimiz halde, kurbağalar bu hakkı hemen elde etmişlerdi. Biz bunu söylediğimizde, adımız Deli ye çıkıyordu. Onlar sıra beklemiyorlardı, ilaç parası ödemiyorlar gerektiğinde kırıp dökebiliyorlardı. Bizlerse susuyorduk. Öyle ya ülkemizin adı Tosbağaistan’ı, bizler Tosbağaistan vatandaşı olmaktan gurur duyuyorduk.
Zamanla her şey değişti. Çocuklarımız okula rahatlıkla gidemiyor. Kapılarımız açık, evimizin dışına çıkamıyorduk. Her çıktığımızda evlerimizden bir şeyler kayboluyordu. Kimseyi suçlayamazdık. Çünkü korkuyorduk. Gerçekten suçlu kimdi?
Demokrasiydi, tosbağaları tosbağa yapan en doğru sistem. Demokrasiydi, tamam. Demokrasi, demokrasiyi yok etme, demokrasiyi ortadan kaldırma hakkını vermeli miydi? Demokrasi başka canlıların haklarını ellerinden alabilme hakkı vermeli miydi? Duyardık, insan denen canlılar, demokrasi adına, özgürlük adına, insanlık adına birbirlerini boğabiliyor, insan yavrularının başlarına bombalar atabiliyorlardı. Ama bizler, insan değildik ki. Bizlerin, kıyafetlerle, düşüncelerle işimiz olmamalıydı, yoktu da. Kimsenin düşlerini engelleyemez, kimseye sevme diyemezdin, demedikten. Tam aksine, biz tüm canlıların kardeş olduğuna inanıyorduk, Aynı ülkede, aynı bayrağın altında yaşamamız da çok önemli değildi. Bizler, hepimiz aynı dünyanın canlılarıydık. Aynı havayı soluyor, aynı şekilde acıkıyorduk ve öldüğümüzde aynı dünyanın mezarlığına gömülüyorduk.
Bizler, kimseye konuştuğu dil için düşman değildik. Bizlerin kızgınlığı, anlamadığımız dillerde de olsa, kötü şeylerin söyleniyor olmasıydı. Bizler hiç kimsenin doğduğu yerle, anneleriyle, babalarıyla, dinleri, dilleriyle ilgilenmiyorduk. Tosbağaydık, tosbağaydık tosbağa olmasına ya, aptal değildik. Kimse doğarken ana dilini, babasını, kardeşini, memleketini seçemezdi. Ama saygı duymayı, ama tüm yaratılmışları sevmeyi becerebilirlerdi. Becermediler, becermek istemediler. Öfkemiz, burada başlıyordu. Tüm yoksulluğun, tüm kötülüklerin sorumlusu bizlermişiz gibi. Her fırsatta, bizler yargılandık. Hep bizlere küfürler edildi. Hep bizler incitildik. Kurbağalar, nasıl kurbağa oldukları gerçeğini değiştiremezlerse, bizlerde tosbağa olduğumuz gerçeğini değiştiremezdik. Oysa biz kardeşiz dedikçe, “evet siz kardeşsiniz, fakat biz daha kardeşiz” dediler. Paylaşmaktan anladıkları, almaktı. Aldıkça daha çok, aldıkça daha çok istediler. Vermediğimiz, veremediğimiz zaman, kötüydük, ırkçıydık namussuzduk. Ülkemizi yok ediyorlardı. Keçileri dost tutmuşlar. Silahlarını, bombalarını, tüfeklerini alabiliyor, bunlar için gerekli olan parayı rahatlıkla bulabiliyorlardı. Neden silahlandıklarını, silahları nerede kullanacaklarını sorduğumuzda, susuyorlardı. Okulun çatısı aktığında, yollar bozulduğunda, toplumun her hangi bir ihtiyacı olduğunda ortadan kayboluyor, yok oluyorlardı. Önceleri fark etmedik. Fark edenlerimiz susturuldu. Çok masumlardı. İstedikleri tek şeyin ana dillerini rahatça konuşmak olduğunu söylediler. Konuşun dedik, tabi ki konuşun. Fakat unutmayın bu ülkenin uyulması gereken kuralları var. Sizler de bizler gibi, bu kurallara uymalısınız. Sustular…
Ev sahibi olmak istediklerini söylediler. Tabi dedik, bu ülke bizim ülkemiz, dilediğiniz yere, dilediğiniz evi yapabilirsiniz. Ama bu ülkede, ev yapmanın bazı kuralları var. Sustular. .Ve hiçbir kuralı dinlemediler.
Gündüzleri uyandığımızda, yanımızda yöremizde, garip garip evlerin yapıldığını fark ettik. Ev yapabilmek için izin alınması gerekiyordu, almıyorlardı. Diledikleri yere, diledikleri zaman, istedikleri evi yapıyorlardı. Önceleri, bu evlere gecekondu diyorduk. Sonraları, evleri gündüzleri, gözümüze soka soka yapmaya başladılar. Yasağı, ev yaptıkları arazilerde, tüm toplumun hakkı oluşunu umursamadılar.
Başkanlık seçimlerinde, adaylardan yaptıkları ev için ruhsat istiyorlardı. Seçilen başkanlar, sanki ev yapılan arsalar kendilerine aitmiş gibi, af çıkarıyorlardı. Karşı çıkanlar, onursuzdu, fakirleri sevmeyen, para babalarının işbirlikçileriydi. Yapılan kaçak evlere, elektrik ve suyun bağlanması yasaktı. Fakat ne oluyorsa, nasıl oluyorsa oluyor, üç beş gün geçmeden elektrikleri de bağlanıyordu. Kullandıkları elektrik saatleri, ne hikmetse hep geriye dönüyor. Bir kısmı, devletten alacaklı çıkarken, bir kısmı, saatlere bakan memurları dövüyordu. Hepimiz kardeştik ama dayağı hep tosbağalar yiyordu.
Aydınlarımızda vardı elbette. Aydınlarımız, kendi aydınlıklarıyla o kadar fazla meşgullerdi ki; yapılan haksızlıkları göremiyor. Kimin mazlum, kimin zalim olduğunu anlayamıyorlardı. Tüm dünya da tosbağalara düşman olmuştu. Kurbağaları daha özgür kılabilmek için, sürekli baskılar yapıyorlardı. Örneğin; Tosbağaistan da tosbağalara küfür edebilmek, serbest bırakılmalıydı. Bu hayvan haklarının en birinci şartıydı. Yoksa bizi hayvanat bahçesine almayacaklardı. Aslında hepimiz, hayvanat bahçesine asla alınmayacağımızı biliyorduk. Biliyorduk bilmesine ya, bu gerçeği, kendi kendimize bile söyleyemiyorduk. Onlar, çıkarmamız gereken kanunları söylüyorlar. Meclisimiz toplanıyor, meclis başkanımız, başbakanımız, muhalif başkanımız ve bi cümle bakanımız, çıkması gereken kanun hakkında uzun uzadıya nutuklar atıyor. Arka sırada uyuklayan vekillerimiz, ön taraftakilerin dürtüklemesiyle, evet ya da hayır oyu kullanıyorlardı. Sonra da yaptıkları işi çok beğendikleri için, elleri şişene kadar alkışlıyorlardı. Hatta bir seferinde, mecliste ne olacak bu ot fiyatları konusu tartışılırken. İşgüzar gazetecilerden biri, uyuklayan bir vekile, konuyla ilgili görüşlerini sormuş. Vekil, uykudan tam anlamıyla uyanamadığı için, soruyu anlayamamış. “Kahrolsun Deli Tosbağa”! Diye bağırmaya başlamış. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Bir kaç gün sonra bu değerli vekil, bu zekâsının ve hazır cevaplılığının ödülünü alacak. En önemli devlet bakanlıklarından birine getirilecekti. Artık kurbağaların öğretiminden sorumlu devlet bakanıydı.
Dostlarım anlatılacak söylenecek o kadar çok şey var ki. Bazen bunları neden anlattığımı düşünüyorum. Biliyorum ki, hepiniz tüm gerçekleri çok iyi bilmektesiniz. Ama yine biliyorum ki, birçoğunuz susmayı tercih edeceksiniz. Umudum çocuklarda, umudum gençlerde. Sevginin ve umudun tükenmediği bir ülkede yaşamanız dileğiyle.”
DELİ TOSBAĞA
Deli Tosbağanın, iki mektubu daha geldi, her mektup biraz daha acıtıyor. Her mektup da Deli Tosbağa nın vatan hasreti, daha çok hissediliyordu. Sonra, mektupların arkası kesildi. Artık yazmıyordu, yazmaya da küstüğünü söylediler oyamaya da küsmüştü.
Yurt dışına gidip gelenler. Deli Tosbağanın, evini çıkarıp attığını, ortalarda çıplak dolaştığını,
“Vatan yoksa ev de yok, vatan yoksa ev de yok!”,diye söylendiğini anlatıyorlardı.
Peki, ben kim miyim? Ben, Deli Tosbağa ‘nın ikinci kuşaktan torunuyum. Bu hikâyeyi, burada kesmek zorundayım. Dışarıda arkadaşlarım bekliyor. Mor tekenin meyhanesine gideceğiz. Bu arada aklıma geldi, sizlerde bilin istedim. Dedemin gönderdiği mektupları, açık artırmada müthiş bir fiyata sattım. Kim mi aldı? Keçistan devlet başkanı. Üç mektubu da çerçeveletmiş. Odasının duvarına asmış, altlarına altın yaldızlarla “ONURUNU KABEDEN TOPLUMLAR HERŞEYLERİNİ KAYBEDER” yazdırmış. Onur, ne demekse?
Tosbağaların başlarına gelenlerin aynısı, kurbağaların da başlarına geldi. Onlar da, çok acı çektiler. İhanetlerinin bedelini, ağır ödediler. Keçiler, bir süre sonra göl suyunun tamamına el koydu. Ülkedeki tüm ağaçların kullanım hakkım keçilere geçti. Onlar da, tosbağalar gibi bir kurtarıcının gelmesini bekliyorlardı.
Kurtarıcı gelmedi.
KURTARICILAR, KURTARICILARIN GELİP, KENDİLERİNİ KURTARMALARINI BEKLİYORLARDI.
YORUMLAR
Değerli dost kalem,
Gözlerim dolu dolu okudum hemde belki inanmazsın ama defalarca.söylemesi ayıp gözyaşlarıma hükmedemedim dur ağlama diye sadece ağladım..! adı çaresizlikmi çözümsüzlükmü acizlikmi bilemiyorum ama bildiğim tek şey var kendimden utandım küçüldüm ezildim ve galiba bende bu gidişatı sadece seyredenler grubuna katılmışımki acziyetimin bu yüzden olduğunu farkettim.bu durum beni dahada yaraladı çaresizce ağlamalarım o yüzdendir bilesin,insanlığımı yitirdiğimde değil..! makaleniz ünversitelere tez olacak nitelikde idi tabi hala içinde azıcık vatan sevgisi var ise.ben kemdimi dinazor sanıyordum...!! bu söz bana o kadar çok yakıştırılmış idi iki,bende sonunda kabullenmiştim....özür dileyerek yazıyorum lütfen haddimi aştığımı düşünmeyin ve bir hakaret olarak değerlendirmeyin lütfen.yanlız değilmişim...!!! ama şunu bilmenizi isterim"dinazor1 denilmesinden hiç rahatsızlık duymadım.ruhsuz duygusuz "me" bile diyemeyen bir koyun sürüsü içinde güdülmektense razıyım dinazor kafalı olmaya...! ve bir şeyin farkına vardım iki kişi olduk belki çok kşiyiz umarım bir gün bir araya geliriz ve bu vatanı onurlu haysiyetli hür bağımsız hak hukukun eşit olduğu ırk renk din dil mezhep ayırmadan yaşadığımız bu güzelim cennet vatanı yeniden yeni bir ruhla şevkle inşa ederiz...sonra içimde bir güzel bir umut belirdi Çok şükür iki kişi olmuştuk ve tam umudun biteceği yerde içimde yeniden bir ışık olduğunu farkettim yazınızı okuduğumda...! sevindim çocuklar gibi ve içimdeki çocuğun gülmeye hasret kalmış bakışları ile şimdi kapımı çekip çıkacağım önüme gelen ilk kişiye güzel bir selam verip gülümsiyeceğim,belki o anlamayacak sebebini ama ben yinede içimdeki bitmeyen umudu birileri siz gibi paylaşacağım.
Selam sevgi saygı ve DUA ile,
Kenan hoca