- 460 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşünce Devinimindeki Mutluluklar 4
Bundan dört yüz sene sonra ve bin sene sonra gelecek monoteist dinler bu bakışı bile yakalamaktan uzak olacaklardı. Onlara göre haksızlıklar, öncel bir günahla devir alınmıştı. İnsanların bu günahı bu Dünyada, yüklenici olarak çekmeleri esastı. Buna rağmen yine de, insanlar isterlerdi hiç haksızlık yapmayacaklardı!
Öyle ya erdemsizlik insanların sanki keyiflerinden, kendiliklerinden yaptıkları bir şeydi! Oysa alçak gönüllülükle, içinde bulunulan duruma insanlar katlanmalıydılar! Bu gün bile hala hakkın ne olduğunu bilmeyen üniversite mezunları, kişisel isteklerini; özgürlük ve hak gibi toplumda talep edebilmektedir.
Kişisel istekli olup, özel yaşamla gerçekleşen ve toplumla sağlaşılamayan hakkın; toplumsal bir olgu olmadığını bilmezler bile. Başka kaynaktan gelişle toplumu yöneten Ulül emre itaatçi anlayışlarla, yukarıdaki Thrasymachus’cu düşünce bağdaşabilir mi hiç? Hangisi daha aydınlanmacı bir yol açarı olmaktadır acaba, bir düşünmek lazım?
Thrasymachus açtı ağzını yumdu gözünü. Sokrates çekinmişti. Hafiften bir ürküntü hissetmiş ise de, o bile meraklanmıştı. “ Ey Sokrat !“ diyordu, Thrasymachus: “boş sözlerle bir birinizin önünde yerlere yatıyorsunuz. Doğruluğun ne olduğunu öğrenmek istiyorsan sormakla kalma. Başkalarının verdiği karşılığı da alkış toplamak için çürütmeye kalkma. Sormak, karşılık vermekten kolaydır. Söyle bakalım neymiş sence doğruluk?
Sana kalırsa, çobanlar öküzlerle koyunları; efendilerinin ve kendisinin yararına değil de, öküz ve koyunların yararına mı otlatmaktadırlar?
Sence, kentlerin başındaki yönetmenler de, sürülerin başındaki çobanlar gibi olup, gece gündüz halkı düşündükleri için(!), yöneticiler sanki kendi işlerine gelenleri değil de, kentin yararına olanı yapıyorlar öyle mi? Bizde, bunun daniskası var! Fırat’ta bir kuzu kayıp olsa, idarecilerimizden sormaktır! Asla, aslı astarı olmamış ve olamayacak bir maval ve onlarca büyük öğütçü inancı yalandan birisi de budur.
Madem; “Fırat’ta kuzu kaybolsa, benden sorulur” dusturluydunuz da ;sormak lazım bunca kapılan kuzular neden vardı? Açıkçası fakirlikler, yoksuluklar, açlık ve açlık sınırının altında oluşlar; niye vardı? Bu var oluşlar dünden bu güne, neden toplumumuzun sırtına bir zulüm olacakla sarılmıştı?
Günümüzde hele birde; gurbetçilerin para dolandırılma şikâyetlerine karşı sözde duyarlılıkla; ’’Fırat’ta kaybolan kuzunun hesabını veririm’’ diyen biri oluşla, en yetkili ağıza bu durum şikâyet edildiğinde: “Bana mı danışışta verdiniz o paraları! ” diye azar edişle şikâyetçisinin zılgıt yedikleri hatırlanırsa; bu inançsal söylemin, ne maval bir şey oluşla, avamı bir uyuşturma söylem olduğu kendilik, ortaya çıkar.
“Sen, doğrulukla doğruyu; eğrilikle eğrinin ayırımını dahi bilmiyorsun Sokrat!” diyordu. “ Doğrulukla doğru, aslında bir başkası için (yöneten, eğrilik yapan için) yararlı olandır. Güçlünün yani yönetenin işine yarayandır. Doğruluk, güçsüz ve yönetilenlerin zararınadır” diyordu. Ve devamla; “Eğrilikse tam tersine oluşla; güçlü olanlar üstün olduğu içindir ki; yönetenler hep güçlünün işine geleni yaparlar.”
“Sen saf adamsın koca Sokrates. Şunu anlamalısın ki doğru adam, her işte doğru olmanın karşılığında doğru olmanın zararını çekerler. Bir doğru ile bir eğri ortak olsalar, bu ortaklıkta hep zararda olan doğru olandır. Doğru adam çok, eğri adam, az vergi verir. Almaya gelince de, iş tersine. Doğru adam az alır, eğri adamsa çok alır. Bir doğru ile bir eğri yönetimin başına geçtikleri zaman; doğru kendisini işe vereceğinden, evine bile bakamaz olur. Doğruluğu onun devlet malından yararlanmasına engeldir. Üstelik hep doğru kalmak yüzünden, kayırma yapmayıp tüm hısım ve akrabalarını gücendirirler”.
“Sen, eğriyi göz önünde tut ki, doğru olmamanın insana neler kazandıracağını anlayasın. Bunun da en kısa yolu, eğriliği sonuna kadar götürmektir. Öyle bir eğrilik düşünün ki, onu yapanı mutluluklara ulaştırıyor. Gördüğü haksızlığa rağmen, eğriliği yapmayanı sefil perişan ediyor. İşte böylece sonuna varan bir eğrilik, zorbalık dediğimiz düzenin ta kendisidir”.
“Zorba, başkalarının mallarını azar azar değil, zorla, toptan alır. Bu mallar, ister Tanrı’ların olsun; ister devletin. Oysa eğrinin yaptığını yapan bir küçük adam, ceza görüp rezil olurdu”. Bu gün devletin kasasını soyanlar, hatırı sayılır mevki ve konumdadırlar. Oysa 1 dilim baklava çalan çocuklarsa 6 yıla mahkûm olmaktadırlar. “O küçük adama, hırsız denir soyguncu denir yağmacı denir. Ama yurttaşların mallarına el sürmekle kalmayıp, onları köleliğe dahi sokup sürükleyenlereyse, bu adlar verilmez”.
“İnsanlar eğriliği, eğrilik yapmaktan değil, eğriliğe uğramak korkusundan ayıplarlar. Eğri adam bu yüzden daha güçlü ve saygın oluşla daha efendi olur. Görüyorsun ya Sokrates; başta da söylediğim gibi, DOĞRULUK güçlünün işine gelendir. EĞRİLİKSE kendimize yararlı olan, kendi işimize gelendir”.
Kallikles de aynı görüşü, ters açıdan savunur. Kallikles’e göre de: “Erdem; güçsüzün işine gelendir. Çünkü haklı ile haksızı ayıran kanunlar çoğunluğun güçsüzlerin yapıtıdırlar. Güçsüzler, güçlülerden korktukları için kanunlar yapmışlar, kendilerini bu kanunla korumaya çalışmışlardır”.
“Tek gerçek güçlü olmaktır. Erdemsizlik doğaldır. Doğaya uygundur. Güçlü elbet ezecek vuracak kazanacaktır. Bu tür davranışlar onun gücünün hakkıdır. Güçsüzler ki çoğunlukturlar. Daha küçük yaşlarda iken eğitimle, erdem büyüleri ile güçsüzleri köleliğe alıştırırlar. Zavallıların yapabilecekleri başka bir şey yoktur. Elbette güce karşı kurnazlık kullanırlar. Güce karşı kurnazlık doğal davranıştır”.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.