Bazen ne yaparsan yap, olmuyor bazen...
İnsan bir başkasının doğrularında bir yalan arıyor da sevdiğinin yalanlarına bile bile bahane kılıfları hazırlıyor çok zaman. Öyle güzel geliyor ki söyledikleri, inanmak istemediğin halde tüm kalbinle inanıyor buluyorsun ya kendini. Başının üzerinde bir hale ile dolaşırken sırtını inanmaya dayamak hoşuna gidiyor. Boşluğa dayandığını anlayınca sarsılıyor bedenin de öyle farkına varıyorsun boşa kürek çektiğine.
İnsan sevdiğine kaç defa şans verir ki? Verilen şanslar hesapsızca kullanıldıysa bunun bir sınırı yok mudur? Harca harca biter bir gün. Hazır paraya can mı dayanır misali. Ve bir gün bakar ki sürekli gelecek sandığı o şans dediği şeyler bitip tükenmiş. Hatta krediden çekilmiş de ödenecek borçlar birikmiş.
Ne yaparsan yap olmuyor bazen işte. Ne kadar kendinden versen de azalmayı kabullenip, uğraşsan da, olmuyorsa olmuyor. Elinden gelen yetmiyor bazen, verdikçe daha fazlası isteniyor. Elinden gelen neyse hep az görünüyor gözüne, daha fazlasını yapmak istiyorsun hep oldurmak için. Bir nevi kendini aşmak gibi.
Büyük bir yapboz oyununda kayboluyorsun bir bakmışsın ki yerine koyacağın parça yok. Hep bir şey eksik kalıyor, tamamlanmıyorsun. Verdikçe azaldığından olsa gerek gün geliyor kendini bitiriyorsun.
Peki, bu nasıl bir döngü? Dönen çarkın içinde dönüp uğraşıp da peynire bir türlü yetişemeyen fare gibi hissediyor bazen insan. Çaresiz. Biraz daha çabalasam acaba olur mu diye de bırakamıyor işin ucunu. Yoruldukça yoruluyor bitkin düştüğünde anlıyor yetişemeyeceğini. Eli kolu kalkmıyor bir zaman gelip o zaman diyor ki “ne yapsam olmuyor. Ne yapsam olduramıyorum”.
Bazen pes etmek gerekiyormuş. Ne kadar şartsız kabulleniş içindeysen de, her ne kadar içinde bir başka sen yaratmak isteğinde olsan da olmuyormuş bazen. Kabullenmek zor ama insan buna da alışıyor.
Deneme sınavlarından çok başarılı puanlar alıp asıl sınavda çakmak gibi bir şey bu. Çalışıp, uğraşıp bir de deneyip görünce “işte bu” derken, asıl sınavda çalışmadığın yerden sorular çıkıveriyor karşına. Donup kalıyorsun öyle, elinden bir şey gelmiyor ve sınıfta kalıyorsun. Ve şaşırıyorsun” nerede hata yaptım” diye soruyorsun kendine ya da “neden bu konuları çalışmadım” diye.
Oysa ne çok inançlıydın, başın göğe eriyordu hani bulutlarda geziniyordun. Saçların yerleri süpürüyordu pervasızca. Yıldızları tek tek topluyordun gökyüzünden de saçlarına taçlar yapıyordun. Baharlar senindi, yağmurlar gözlerindi hani. Birlikte ıslanıyordu dudaklarınız tuzlu sularla. Aşka dokunan parmakların aldığı hazdan yanıyordu.
Aşkın adım sesleri yavaş yavaş uzaklaşırken sesi de duyulmaz oldu bir zaman gelip. Parmaklarının ucundan yavaş yavaş dökülüp avuçlarında kalan bir damlayı sımsıkı tutmak acı verir oldu. Avuçlarını yummaktan kollarına kramplar girdi. O bir damla akıp gitmesin, son damla da yiterse kaybolurum diye korkudan deli oldun.
Virgüllerden nefret ederdin sen oysa, kesin noktaların vardı. Ancak cümlenin sonuna bir virgül atıp, cümleyi devam ettirmek istedin de, virgüllerin sayısı çoğaldıkça o cümle anlamını yitirdi. Ve anlamı yiten ne varsa kendiliğinden zamanın çöplüğüne atılır ya hani, nokta koymak istediğin halde bir türlü koyamadın. Cümleyi bitiremedin.
Öyle bir zaman geliyor ki o nokta kendiliğinden gelmiş kurulmuş başköşesine gülümsüyor. “Sen çağırdın çağırdın içinden ama bir türlü cümleyi bağlayamadın” diyor, “ben de kendiliğimden geldim, sonlandırdım cümleni” diye de birde seninle dalgasını geçiyor.
Son damgayı basar gibi noktayı koyarak defteri kapatıp anılar dolabına kaldırma zamanın geldi. Bu sefer defteri kapamakla yetinmeyeceksin galiba bu sefer yakman lazım. Ki dayanamayıp defteri yeniden tozlu raflardan alıp açabilirim kaygısını da yok etmen gerek. Küllerini de havaya savur ki rüzgâra karışsınlar, Sabahları yaprağın üzerindeki çiğ damlasında sana gülümseyen bir ışık huzmesi görürsen bil ki havaya karışan zerreciklerden bir tanesi de buraya konmuş. Baktığın her yerde onu aramanın bir nedeni olsun.
Zaman değil mi? Zaman her şeyin ilacıymış ya. Ama o zaman dedikleri insanı ne kadar yıpratıyor o süreci yaşarken, kendisinin haberi var mı? Yok tabii. Sadece o zaman dediğin süreci yaşayıp bitirmek gerekiyor öğrenmek için. Ne kadar yararı varsa o kadar da yan etkisi var o zaman denilen ilacın.
Sonra sanki bir başkasının gözünden görmeye başlıyorsun yeri geliyor. Yargılıyor, masaya yatırıyor, analiz ediyor ve ayrıştırıp buluyorsun. Bulmak neye yarıyor mahkeme kararını uygulayamadıktan sonra.
O zaman alışmalısın onsuz yaşamaya, hayata yeni baştan başlamaya çalışmalısın. Bir beyin yıkama istasyonu olmalı bir yerlerde. Bir baştan girip bir başından tertemiz bir beyinle çıkabilsen keşke.
O zaman yaşanılan bütün güzellikler, tüm mutluluklar da silinir ama. Aksine onları hep yaşatmak istiyorsun sen, tüm mutsuzluklara inat yaşanılan tüm mutlu anları bir kitabın yaprakları arasında tutmak istiyorsun. Kurumuş bir gülün yıllar sonra birden bir kitabın arasında karşına çıkması gibi, dudaklarında bir gülücük yaratması için.
Şifalı bitkilerden bir çay demleyip içsen yararı olur mu ki?
Şükran Demirtaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.