araf
Tüm engebelerinden kurtulan köy yolu gibi dümdüz, dönemeçsiz bir hayat mı istediğim? İlk bakışta herkes evet derdi bu soruya. Benim de en büyük arzum bu oldu yıllarca. Eğer o köyde yaşayan biri olsaydım kolaylıktan şikayet etmezdim. Her dönemeçte karşıma çıkan eşsiz manzara artık olmasa bile…yavan, tatsız yoldan çarçabuk inerdim çarşıya. Ne deniz ne de muhteşem çam ağaçları çıkardı karşıma. Yolun uzunluğu beni terletmesin yeter ki.
Meğer yanılmışım. Günler geçtikçe huzursuzluk kaplıyor içimi. Manzarasızlıktan boğuluyorum. Tansiyon ve şeker hastası olmama az kaldı. Ruh sağlığıma güvenemez oldum. Şiirle, hikayeler kurardım eskiden hatta çoğunu yazıya dökmüşlüğüm olurdu. Şimdi bir tek çizik bile atamıyorum kağıdın üstüne. Kıvrımları olmayan bir hayatla başım dertte. Şairlerin dediği, dikenli ve taşlı yollardan yürümüyor olmam aşılacak edebi hiçbir yolum yok demek. Dolayısıyla şiir de yok.
Bir şehirde yaşıyorum. Hava metal ve benzin kokuyor. Hiç trene binmiyorum. Sonra haberler başlıyor televizyonda. Spikerin tok ve metalik sesiyle dinliyorum ölüm haberlerini. Benden çok uzakta benim dışımdaki bir dünyadan yüzler ağlaşıyor. Kan ve şiddet, bu kutunun içinde kurgulanan sıradan bir senaryo gibi etkisiz. Öyleyse niye hep huzursuz yüreğim. Kolay bir hayatı ben istememiş miydim.
Köy hala köy olsa da. Ellerimle dokunamıyorum ona. Meyveler toz ve egzoz kokuyor. Yaprakların yeşili bulanık. Köy halkı yoldan kazandığı artı zamanını hiçbir şeye kullanamadığı için şişmanlıktan hasta düşmüş. Ne resim yapan var ne de yazı yazan. Böcekleri de inceleyen görmedim. Bağ bahçe gittikçe daha bakımsız. İsviçre köylerinden kopyalanan villaların her geçen gün artıyor olması köyün buruşuk yüzlü ihtiyarlarını güldürmüyor. Her villanın yanı başında tek katlı, arkası ahırlı, oturma salonunda davlumbazı olan, kırmızı kiremitli, eski model evler terkedilmiş bekliyorlar bir köşede. Yıkmaya elvermiyor kimsenin eli onları. Yaşlı ve hastalıklı hallerinde bir vazgeçilmezlik var besbelli.
Köyün şehre, şehrin de köye özendiği zamanlardayız. Ne köylüyüz ne de şehirli. Arda bir yerde sıkışmışız. Araf dedikleri mistik bir köprünün üzerinde iki tarafı seyrediyoruz sadece, yaşamadan.
O köye gitmek isterdim. Manzarası bol olan hani…
YORUMLAR
Anlamlı bir yazıydı, bir o kadar da güzel.
Üslubunuz gayet akıcı ve imla kurallarına da epey uymaya çalışmaın da gözden kaçmıyor.
Yazıdan çıkardığım ve sizle aynı düşünce de olduğum anlamlada biri de hiçbir şeyin bizi kalıcı avutamaması. Bir şeylerin olmasını isteriz ama kısa bir süre sonra onda da bıkarız.
Tebrikle...
"Araf" a şehir ve köy aralığından güzel özetlemişsiniz. Bu bakışı her alana taşımak mümkün. Şehir içinde arafta kalanlar köy içinde hatta kendi çevresinde arafta kalanlar. "Arafın Ricalleri" (Arafın büyükleri)isimli bir kitapta ruhların yukardan Dünya'ya göreceli yukardan etkisi ve ilişkisi anlatılıyor. Ben ruhların etkisinin yaşayanlara olduğunu hep düşünürüm hemde çok. Ruhlar özellikle diri iken bu boyutta diri iken bıraktıkları kin ve neşe ile hep yaşıyorlar veya onları takip edenleri öğretilerini takip edenleri etkiliyorlar! Bu etki bazı bırakılan bir öğreti veya vasiyet ile oluyor. Ölüm döşeğinde; oğluna, torununa davasını tamamlamasını bu bazı kandavası da oluyor vasiyet şeklinde de ruhsal etki var. Daha kapsamlı düşünülürse burçların etkisi, evrensel birikim enerji birikimi, öğretiler gelecek nesilleri etkiliyor olumlu ya da olumsuz. Bu nedenle ruhların o kadar da akıllıca miras bırakmadıklarını söylerim! Kendi kişisel dava ve kinlerini de bırakmışlar genel olarak. Yeni nesil eskilerin bıraktığı kötü mirastan kendini kurtarmadan yenilenemiyor. Bunun için de kendi deneyimlerine güvenmesi gerek. Yani zor iş... Köylüler ise kurnaz şark kurnazı köylü kurnazı! Bu bozulmuşluğun bakir alanlara da yansıması olarak örülebilir. En güvenli yer olan insanın evi hanesine de iletişim araçlarıyla giriveriyor bu etki. Yazınızı zevkle okudum. Tebrik ederim. Saygılarımla.