- 895 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Aşk Gecikmiş Bir Rüzgâr Hıçkırığıdır
Yüreğimin ateşli koylarında bir kırlangıç yuvası, mevsim kış
Evvel zaman ahirine sevdalıyım ben, ruhumun hicazı yokuş
Buhar olup uçsam yaşanası geçmişine, ey aşk bakışlı yalvarış
Aşk dedikleri hüzzam bir şarkı, kayıp ölülerin dilindeki hıçkırış
Kayıtlara geçmeyen anların başucunda pulsuz bir mektup, yanında kalem zorlu dalgaları saklıyor deniz, ruhta sitem yürekte vakti elem mutluluk biriktiriyor bir kadın susarak, yangın duvarı aşıyor. Özlem sarsıntılı bir zaman, düşlerin yasak tarlasına, aşk ekiyor bir adam göğsünde sevdalı kadın, yatakta ezberleri taşıran hoyrat an. Kırık rüzgâr busesi oluyor ansızın an, yol zarfta ferman, pul hicran kalem gardiyan. Duruşmasız sorguların kelepçesi sıkıyor ruhumu, yapışkan savruluşları örselerken sensizlik denilen isyan.
Belki de, en çok kendimiz için sustuğumuz bir anın içindeki düşünüşlerden yarattığımız kumdan kalelerdir düş sahillerimizde bizi bekleyen. Yanaklarımızdaki sevi tozlarıyla yürüdükçe sevi kaldırımlarında bir sevginin ustası oluruz. Aşk, gecikmeli esen bir rüzgâr hıçkırığıdır, sevgiliye sorduğumuz soruları uzaklara alır götürür.
O kendi ayazımızın penceresinde kendi söküklerini diktirmez rüzgâr ve savurur aşkın ipini yürek iğnemizden öteye. Cümleler artık bir muamma, sözler kendi dumanıyla giriverirler girdabına. Ne mümkün aşkı anlatmak, o parça tesirli yalnızlığımızın tufanlarında biz bir yerlerde aşkı beklerken. Gün gecenin en koyusuna sızarken, biz ılık bir düş nefesinin koynunda kırık sesimizin gövdesine sokulacağız. Ağrımız, kırılmışlığımız, kırıklığımız ve belki de dağınıklığımız o gün çiçeklerinin üzerinde sıcacık bir esneyişe bürünecek, ardından gözlerimize inen mutluluk perdesi ile çok uzaklara gideceğiz. Hangi boyutunda olursak olalım bizler yaşamın yangın her vakit tırmanır asi bir sarmaşıkça gövdemize, bir yol bulup kaçamayız denizlere.
Yorgun bir bakışın o uzak uzantılarında nemli bir yürekle baharları beklerdi bir kadın/Yolu yarılamış korsanların karanlık ellerine şiirlerini atarken. Dumur olmuş yüreğiyle sokulurdu kendi bedenine, avuçlarındaki yalnızlık sırlarını aynaların en büyüğüne sürer iken. Çok sesli bir düetle geçerdi yalnızlığı, kaktüs bir düşün artığına yaşanmışlık bildirilerini sessiz bir gecede asar iken.
Her ayna vakti ermiş sevgilerin cılız kollarında madımak ülkülerle bakar uzaklara, yansıması yaşama savrulan gülüşlerin tüllerini sallar hışımla. Her ayna türkülü bir gün artığı gibidir, içimizdeki sevi saltanatını çağırır yoksullara. Her duruş bedeli sevgiyle karılmış bir düş bulamacıdır, birbirinden yudumlanan hayat meyiyle dolar boğazımıza.
Anlamsız bir telaş ikindisi avuçlarımızdaki o hüzzam tortu, nefessiz bir düşünüşün tam orta yerindeki düğün. Sızılı bir mevsim ikindisi belki, belki de yüreğimizdeki o bizi içten içe boğan düğüm. Her yangın kendini inkâr eden bir tutsaklık ve her düşünüş kendi rahlesini aşka iten bir yakarı, bunun için gözlerde damga, gönüllerde pranga ve göğsümüzde yuvalanan o yakarılı elveda.
Şaşkın düşünüşlerin antika koltuğunda devrik cümleler sıralıyorum yâre, canımın yongalarını atıyorum arada bir yüreğime, söz ısınıyor, nefesimdeki buğu kesiliyor. Durmaksızın tıkırdayan duvardaki saatin öfkesine sözüm yok, asırlardır devrilen günlerin meçhul akıbetini süzecek gücüm de yok. Gönlümün yakarılarıyla örseleniyor gittikçe yaşam, mihenk taşımın yosunlarını temizliyor şerha dilleriyle umarsızlıklar. Kaypak umutların ruletini çeviriyorum çatlak ellerimle, umutların seherinde unutulmuş yağmalar, talanlanmış madımaklar ve asırlardır kaybettiklerine ağlayan analar. Düşün gözeneklerinde hasta bakışlarla, zoraki bir öpüşün çelimsiz sarılışlarıyla da olsa dönüyor bu eğreti dünya.
Mor halkalarla kendine sarılıyor deniz, yivli özlemlerin ufkunda bir adam aşkı bekliyor, insanlar nafaka toplarken evrenden. Sevincin yeli çarpıyor arada bir yaşlı yüreğine, ahraz yangınları süpürüyor kadınlar dünün artık hevesleriyle. Pencerede cılız bir serçe, gagasında amorti simitle ürpertili çığlıkların kesilmesini bekliyor. Avuçları yanıyor kadın ve adamın, dalda yaprak üşüyor, toprak yeni adımlara bileyliyor bağrını ve hayat kendi mızrabını kırılmış bir saza sürtüyor.
Minarelerden arşa yükselen devir teslim nidalarıyla tükeniyor vakit, yalan bir döngünün pastili var küfürbaz ağzımızda. Yağmalarla tükeniyor coğrafyamız, yalan ırmağında yıkanıyor beş para etmez cesetlerimiz. Sahte nutuklarla, nifak menşeli tohumlarla kandırılıyor aslını bile inkâr etmemiş toprağımız. Bir adam aşka umut katarak, düşlerine hep sevgiye satarak ve ruhunu sevdayla donatarak geçiyor çelişkinin atlasını. Gönlünün payelerini sunuyor üç beş kişiye ve gururla gülümsüyor kalıbı olmayan, musallası bulunmayan ve her şey bittiğinde üzerine atılacak toprağı bulunmayan insan müsfettelerine.
Şifasız dertlerin terli yataklarında dününü sorguluyor bir kadın, anaç bakışlarıyla eski vakitlerden kalma hesapları kapatıyor, hazin elvedaların yıkık saraylarından çıkıp yaylı bir arabaya binerken. Tanrının kırbacına tutunuyor minicik eller. “Alma onu bizden ey Azrail!” diyerek. Dağılmış yataklarda kekre gözyaşları biriktiriyor başka bir kadın, meneviş kıyımlarla duvarlara yaşamı resmediyor. Yaprak teni terk ederken ansız, bir adamın günlüğüne yorgun düşünüşlerin sarhoş satırları sızıyor.
Gönlümdeki kurşun yanığıyla uzak şehirlerden yurduma göç eden turnalara türküler yazıyorum, üşümüş bedenime aşkın sihirli sözlerini sürerek. Her bahar muştulu bekleyişlerin kavuşma mevsimi derdin yar, tenimden ayrılan ruhumu kim kandıracak söyle, ayrılık şarkıları dilimizde büyüdükçe!. “Sus” diyorsun, yanık bırak umudun ışıklarını bu mevsim de, dışarıda yağmur, boran ve zemheri var iken, ilelebet bir aşkın ahirinde bulamayacaksın korkarım bir gün cansız bedenimi de.
İnanılmaz sarılışlarla kendimizden geçtiğimiz ce içli yaylarla tellerine sürtündüğümüz o efsunlu tınının sözleriyiz biz, kahırlı özlemlerle gün akarken denizlere. Adını ezbere bildiğimiz, tadını yıllardır birbirimizden esirgediğimiz o düşler aromasıyla gelgitli vakitler büyür içimizde, yanık odalarda sevdadan geçtiğimiz. Dün bitmiş takvimlerde yar, ökseye tutuluyor şimdi kar yağmadan kuşlar. Masallar biriktirdik birbirimize nicedir, gurbet ırak, hangi yurdun mihmanısın söyle! Gökyüzüme bulutlar ağmadan gel, beni bu kahpe yangınlardan kurtar sular gibi çağlayan gözlerinle.
Dile gelmemiş sevinçlerle dolaşıyorum her an damarlarında, sevinç ve coşkuyla yetinen bir çocuk gönlüm. Ne kadar saklansam yine sana sobelendiğim bir oyun alanıymış aşk, kapıldım yeline, tutundum yelene geliyorum evde olmasan bile kokunun sindiği her yere. Gülüşlerinin zirvelerinde ateş yakıyorum sen üşümeyesin diye, öpüşlerinin kadın iklimlerine sevgini serpiyorum yenibaharlarda boy versin diye. Seninle sevişmelerin dağınık yataklarında yıldız düşürüyoruz denizlere, zemheriyle gökçül gövdenin tanrısal varlığı sevdanın ağlarına takılsın diye.
Hep o kahırlı günlüklerin cezvelerinden yudumlanır aşk kekre sular burarken dilimizi hazin özlemlerin kalemi tükenişi yazar. Pusulası sevdayı gösterir yağmalanmış gemilerin yinede rotası sürgün masallar coğrafyasında yeşil mevsimleri beklerken yağmurlar dudaktan hep sitem damlar gül dalına küskün diken yârin göğsüne batar. Tüm sevişmelerin yatağında tanımsız bir an vardır dil hazzı tanır, ruh paralanmış bir uhde gibi her sarılışta yangınları arar.
Selahattin Yetgin