- 418 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Horultu
‘Bana yokluktan bahset, sana var olmaktan bahsedeyim.’
Lambadaki cam kırıldı ve cinin gidişini seyrettik. Başımız ağırdı sonra şatafatlı merasimden, ışıklardan, yanardöner taklardan… ‘Belki de boş yere yandık bir dünya için’ vakıalar tescil edildi bilek yüzlerimizde. Ama yeter vakıa, Cennet Cehennem kadar ucuz olmadığı kadar, Cehennemde lüzumsuz olmadığını hatırlatır cinsten.
Horluyoruz şimdi. Yutağın derinlerinde ekmeksi tükürüşler var mideye ve beyne giden kan yoksun gıdadan. Açız!
…
‘Adama Nobel ödüllerinden verilecekti. Sahneye çağırdıkları adam artık pir-i faniydi ve dünya ile alakasını çoktan kaybetmiş gibiydi. Eline aldığı altın kaplama tunç kupayı fırlatacak gibi bir duruşu vardı. Mikrofonu adama uğratan sarışın kadının gülüşü altında eziliyor gibiydi. Sıkılıyordu bu ödül törenini sunmaktan. Adam aldığı Nobel ödülüne baktı ve salonda onun konuşmasını bekleyen binlerce insana doğru bakmadan, ‘teşekkür ederim’ dedi ve yerine doğru tekrar yürümeye başladığında alkışların sesleri kulağının zarlarını tırmalamaya devam ediyordu.’
Bazen söyleyecek o kadar çok şey vardır ki, susmayı tercih ederiz. Bu susma eylemi yanlış gibi görünür, yakışıksız durur ancak en iyisidir. Bir ‘teşekkür’, ‘tamam’, ‘peki’ her şeyi anlatabilir o anda!
Taş sadece yüreğe basılmıyor, sözlerde taşlar içinde saklanıyor yarınlara. Yarın? Bir horlamanın, diğer bir horlama ile arasındaki zaman zarfını anlatmak için dünü unutmak lazım!
Çark dönüyor. Değirmen taşları gibi çenelerimiz içinde dişler. Gri bir bayram sabahı nefeslerimiz. Birebir sosyal içinde, asosyal bir teneffüs hepimizin baş ağrıları! İçe dönük, oksijensizlikten kaynaklanan bir havasızlık var ruhlarımızda. Oksijensiz; kelâmsız kalmışız! Kelâm sessizliğimizin ilk mayası. Hissetmemenin de bir his olduğunu iddia eden biri bağırıyor. Kulaklarımı tırmalamıyor bu ses, yüreğime bir acı vermiyor, ama aklım yorgun bu sesin sessizliğinden ve ıraklaşmış, kafesler arasında gizlenmiş bu sesin ilk tonu: ‘Yokluk!’
Hepimizin yokluğa ihtiyaç duyduğu bir yer bu dünya, oysa yaşamak isterken! Merak ediyorum ‘yokluk’ sesini çağrıştıran o ilk tonun sahibi şimdi hangi rüzgârı saçlarına eşarp olarak takıyor?
Sahtekârız! Ötenazi meraklısı canlılarız ama her birimiz de farkında, ölmeden ölünmüyor bu ölümlü dünyada. Nasıl yaşanmayan, çekilmeyen ve kopmayan anlaşılmaz olabiliyorsa!
‘Anlıyorum’ demek sahteymiş meğer, anladım! Kendime mi kızıyorum, yoksa çarmıha gerilmemiş egoma mı? Hiçbir zaman anlamadıktan sonra, anlıyorum demeyeceksin! Anlamak, yaşamak demek; var edilenin içinde yokluklar çekerek yok olmayı var etmek demek!
…
Karşımdaki insan bir halı saha maçında karşı takımdaki bir oyuncuyu göğsünden bıçakladığını anlatıyordu. Anlatıyordu ki, anlamam için. Ders çıkartabilirdim belki de. Sustum ve dinlemeye devam ederken, hiçbir şey anlamadığımı, anlayamadığımın farkına vardım. Anlamıyordum, çünkü ne birinin tenine keskin bir metal sokmuştum şimdiye kadar, ne de o keskin metal tenime değmişti. Bedenim için anlaşılmaz olanı, ruhum ile anlayışla karşılamaya çabalıyordum. Sonunda kendi horlamama kalktığım anlarda olduğu gibi, yargılamaktan vazgeçtim. Saniye, salise ya da yıl, asır… Yargılanmamalıydı karşıdaki insan; kim olursa olsun! O Nobel ödülünü kazanan yaşlı adam gibi olmak gerekiyor hayatta. Anlayamasa dahi salondaki binlerce insanı, yargılamıyordu hiçbir kimseyi. Çünkü biliyordu ki, kendisinin bir ömür adadığı bilimi, kimileri için ise sadece saçmalıktan ibaretti! Bazı insanlar, daha yola koyulmadan bazı şeyleri aşabildikleri işin, yolun sonunda ne olduğunu merak dahi etmeden, ilerleyebiliyordu. Yaşam devam ediyordu ve insan ilerliyordu. Sonu düşününce, ödül veya tehlike ile karşılaşıyordu insan. Her bir son evliya kerameti gibi anlatılacak hikayeye dönüşemediğinden, gereksiz gibi duruyordu çoğu zaman, ama öyle olmadığını düşünmek, öyle olmadığının manasını bize vermiyordu.
Herkes ‘var etmek’ ile meşgul. Başımız, var edilecek hayatlarımız için verilmiş bir torna malzemesi iken, meşguliyetimiz, var olmanın yokluğunu düşündürtmeyecek kadar ebleh! Buraya eklediğim bir harf bile, var olmak için, var olduğumu yokluğumdan sıyırmak için çaba gösteriyor. Fakat biliyorum ki, nafile! Yok olmadan hiçbir şey var olmadığı için, var edileni yok edenler arasında kendi horlamalarımın ne kadar da itici bir güç olduğunun farkına varıyorum ve uyanıyorum derin uykumdan.
‘Nasıl yok edileceğini bilmediğin kıyaslar ve kırıcı enaniyetler arasında kendini yok eden var olmalar üfleniyor hararetli bir şekilde ruhuna’
…
Us, usuna ant içilmiş bir usanç içerisinde. Hayâsız gölgem emanet yaşamaya ve ellerim kirli, ılık bir kâbus akıl. Kelimeler lanetim ve beni dinlemeyen kâinata küsüyorum.
Satranç bitti ve piyonlar dururken, şah-mat oldu dünya. Oyun baştan beri kirliydi ve biz, kirli ruhlarımızı temizlemek için aldanan kaleleriz.
Yıkılmadığımız için şanslı hissetmekten dolayı, gülebiliriz yaşamaya! Ama biliyoruz ki artık, kendimize dönmek için hâlâ çok geç!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.