KAFEDEKİLER :8:
KAFEDEKİLER: 8 :
Sanırım artık bahar gelmişti, güzel, çok güzeldi her şey.
Işıl ışıldı gün, her taraf yeşildi diyemem, çünkü yeşillik yoktu, eğer yol kenarlarında büyüyen kısacık otları saymasak. Caddenin kenarlarında, belli aralıklarla kaldırımlar da belediyenin diktiği o küçük ağaçlar da var tabi ki de. Onlar şimdilik çok küçüklerdi, yarın büyüyecekler, ama büyümelerine izin verilirse eğer.. Şimdilik kocaman apartmanların arasında, sadece süs eşyası görevini yapıyorlardı, yarın ne olur orası meçhuldü.
Bu küçük fidelerin bazıları çiçek açmış, bazıları da yapraklarını açmak üzereydi, ne olursa olsun bahar güzeldi. Benim için sıradan bir gün olsa da bahar güzeldi, bahar umut dolu, bahar bitişin başlangıcıydı. Bahar aylarını seviyorum, hem de çok seviyorum.
Sabah kafeyi açıyor, etrafta biriken tozları silip süpürdükten sonra öylenden sonrada eve gidiyor, varsa bir dağınıklık, onları kabaca topluyordum. Yemek her gün yaptığım şey olduğu için, o yemek işini işten saymıyordum artık. Başka hiçbir iş yapmadan öylece zamanı geçiriyordum koltuğa uzanarak, oğullarımın eve gelmesini bekliyordum.
Ayakta zor duruyor her yanım dökülüyordu sanki. Değil iş yapmak, kendime yemeği zor alıyor, kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Volkan hemen her gece kafede sabahlıyordu, bazen mecburen bazen de alışkanlığından kalıyordu, o gecede olduğu gibi. Yataktan zor kalkıyordum, Her bir parçam bir tarafta savrulmuş olsa da, kendimi toplayıp zorda da olsa atıyordum yataktan. Üzerimi giyip mutfakta kendime bir tost yaptıktan sonra, çıkıyordum evden. Kendimi çok kötü hissediyordum o gün. Buna bir de Okan’ın eve akşam geç gelişi eklenince sinirden saati kurmayı da unutmuş, biraz geç kalmıştım sanki. Saate baktım, saat henüz sekizdi. Saatle yatıyor Saatle kalkmıyordum artık, kendim kurulu saate dönmüştüm zaten. Alışkanlık işte, saatten önce uyansam da, gene de o saatin sesini duymak istiyordum.
Okan eve geç gelmiş, bende uyku sersemliğiyle, Okan şu saati kur demiştim. Okan saati kurmasın kurmuştu ama yanlış ayarlamıştı. Bunu duvarda asılı duran saate baktıktan sonra anlamıştım saatin yanlış saate ayarlandığını..
Hava iyice aydınlanmış, güneşte tamamen kendini göstermişti. Saatin hala sekize geliyor olmasına şaşırmıştım bu yüzden.
Ben kendimi çok iyi hissetmiyor, durmadan, bende bir yaşlılık başladı deyip duruyordum.
Hemen çıkmıştım evden, merdivenleri zor indim, yoldan yürürken de bacaklarımı titriyor yürümeye zorlanıyor, ayaklarımı çekerek yerden sürüyordum. Hızlı adımlarla yürürken kafeye doğru, acaba? Üşür müyüm? Hava biraz serin gibide. Dün hava çok bunaltıcıydı ve ben’ kalın hırkayla dolaşıyordum. Bu gün ise serin ben çok ince giymiştim. Manav, diğer dükkânlar ve o ev. O yokuşun başına geldiğimde gözüm o evin camına takılmıştı, baktım ama kimseler yoktu, ne bahçe de nede camda, adam ölmüştü.
O adamın ölümüne çok üzülmüştüm, neden bu kadar üzülmüş? Neden beni bu kadar etkilenmişti? Kafamda bir yığın sorularla iniyordum o bayırdan aşağıya. Keşke ölmeden önce kapılarını çalıp, hastanız nasıl? Ona geçmiş olsun demeye geldim deseydim, neler olurdu acaba? Kim bu kadın? Bizim hastamızdan sana ne? En çok da hastanın vereceği reaksiyonu merak ediyordum, ne gibi bir tepki verecekti o an kim bilir. Neden? Bu adamı bu kadar kafama takmıştım. Ne onlar beni, ne de ben onları tanıyordum. Bu düşünceler içerisinde caddeye inmiştim, caddede dükkânların bazıları açmış, bazıları da açmak üzereydi. Mağazaların daha geç açıldığını sanıyordum, oysaki tam tersi, sekiz buçuk dokuz arası tüm mağazalar açılmıştı caddede Caddenin karşı tarafına geçtim köşeyi aşağı dönerken sağda, bir net kafe vardı,binanın alt katı yani bodrum denilen kattaydı bu net kafe. Birkaç basamak indikten sonra içeriye girilebilen bir net kafeydi. O sabah açıktı, oysaki her seferinde kapalı olurdu burası, biraz şaşırmıştım açıkçası
. Gel ki bizim kafe hiç kapanmıyordu. Ben her zaman normal saatimde gidiyordum kafeye ve bu kafe hep kapalı olurdu.,neyse ya deyip uzaklaştım oradan, açıksa açık bana ne ya dedim kendi kendime..Kafeye vardığımda Volkan, geç kaldın, karnım çok aç dedi bana.Bu sefer başka birisi vardı yanında. Onu tanıyordum, daha önceleri gelip CD yaptırıyordu bize, gene gelmiş ve Volkanla sabahlamıştı.
Ben geç kalmak istemedim, Okan’ın saati yanlış kurmasından kaynaklandı bu gecikme. Sabah tam saatinde uyandım, saat çalmayınca daha zaman var dedim ağırdan aldım. Sonra saate baktığımda ise, saat dokuza geliyordu. Sekiz yerine dokuza ayarlamıştı saati, bu yüzden geç kaldım böyle deyip, neden geç kaldığımı açıkladım Volkana. Kendimi buna mecbur hissediyor, içimdeki o ezikliği yok etmeye çalışıyordum, bu şekilde bir açıklama yaparak. Neden, böyle bir açıklama yapmaya mecbur hissediyordum kendimi?
. Buna mecbur muydum?
Volkan, anne müjde polise ilk rüşvetimi verdim deyince, İçimde bir şeyler koptu
Ne kadar rüşvet verdin?
Volkan, Yirmi milyon deyince, iyice üzüldüm. Ben para bulup faturalara yatıramıyorum, polise rüşvet verdim demesi oturmuştu içime doğrusu.
Volkana bağırdım, ne bu şimdi?
Sen neden eve erkenden gelmedin?
Yanındaki genç, teyze onlar gece almasalardı gündüzleri o parayı bir şekilde alacaklardı sizden, alışıklar çünkü. Rüşvet vermesen başka bahaneler bulup, rüşvet vermek zorunda bırakıyorlar insanları, Çok şey biliyormuş gibi konuşuyordu ve benide sinir ediyordu. Volkan zaten onun ısrarı yüzünden kafede kalıp sabahlamıştı. Ne olacak para onun cebinden değil, bizim kasadan çıkmıştı Genç devam etti konuşmasına. Bizim patronun iş yerinin alt katı ruhsatsız, patron orada içki satıyor ama bunu polisler biliyor. Gündüzleri şöyle bir uğrayıp gidiyorlar, ama gece odlumu damlıyorlar, patronda veriyor istediklerini gidiyorlar, onlarda bu yolla para kazanıyorlar deyip, durumu büyük bir iştahla anlatıyordu ve rüşvetin ödenmesinin normal olduğuna beni ikna etmeye çalışıyordu o genç.
Dün gece gene gelmişlerdi. Patrona, hakkınızda şikâyet var geceleri burasını işletiyorsunuz dediler. Patron da ellerine sıkıştırdı istediklerini onlarda çekip gittiler, diye devam etti o genç.
Ama sizin patron ruhsatsız içki satıyor, bu suçtur. Ona göz yumuyorsa o polisler, onlarda bu suça iştirak ediyorlar demektir. Hem ne demek ya, içki ruhsatı olmadan içkiyi satmak, deyip tepki verdim o gencin söylediklerine
Genç: İstanbul da birçok iş yeri ruhsatsız olup, bunu tüm polisler bilirler ama bir şey demezler onların da işine geliyor çünkü. Herkes bir şekilde yolunu buluyor deyince.
Haklısın galiba, günümüzde her şey illegal yollardan hallediliyor. Galiba biz bunu anlayamayacağız, bize göre değil böyle işler, Bu yüzden erkenden kapatıp geleceksin dükkânı, kimseye rüşvet verecek kadar param yok benim dedim Volkana.
Volkan, hakkımızda şikâyet varmış, bu yüzden gelmişler deyince
Kim şikâyet etmiş bizi peki?
Volkan, polislere sordum. Onlar da Mehmet diye biri, tanıyor musun? Dediler
Hem, sen bu saatte ne yapıyorsunuz burada? Diye sorunca
Bende, görmüyor musun abi bilgisayarları tamir ediyorum, dedim ve cebimde ne varsa verince, polis, tamam ne yapıyorsan devam ede dedi ve kapıdan çıkıp gitti, tam arabaya biniyordu ki, elinde iki biletle bir tanesi geri geldi.
Biletleri bana uzatarak, bizim gecemiz var bu biletle davetlisin dedi ve mecburen o iki bileti de aldım, deyince
Ne yapayım anne, almak zorunda kaldım. Benim ters bakışlarıma verdiği tepkiydi bu Volkanın. Anlayacağınız, dün zaten iş yoktu, olanı da polisler götürmüştü. Anlaşılan, Kabarık gelen elektrik faturasını bu günde yatıramayacağız, dedim Volkana
Volkan, kafenin önüne asmak için büyük bir beze reklam panosu yaptırdı, onun parasını peşin vermişti ama bu kadar faturalar geliyor, bunlar ne olacak, hiç düşünmüyordu.
Evde daha önceden aldıkları dergiler vardı, oyun dergileriydi bunlar. Onları sergileyip, duvara da küçük posterler asarak, az da olsa küçük bir değişiklik yapmaya çalıştı, yani Volkan için az da olsa önemli bir gelişmeydi bu.
Elimde süpürge ve toz beziyle yukarı, balkonu temizlemeye çıkayım dedim, tam merdivenleri çıktım, baktım kapı kapalı. Kapı neden kapalı? Başımı kaldırıp bakayım dedim ve tam o anda o adamla göz göze geldik. Hızla geri indim ve Volkana, orda müşteri olduğunu bana neden söylemedin?
Volkan gülerek, bilmiyor muydun?
Bu adam, ne zamandan beri burada?
Hem sen neden eve gelmedin de burada sabahladın gene?
Okan, hadi eve gidelim işimiz yok burada demiş.
Sen yok, ben burada kalıp format atacağım demişsin. Tam o sırada kahveci aramış orda mısınız? Diye sormuş.
Yok, abi eve gidiyoruz, demişsin, niye gelmedin oğlum?
Keşke gelseydin, hem bütün bunları da yaşamamış olacaktık. Hem para da cebinde kalacaktı ve eksik olan elektrik faturasını da bu gün yatırabilirdik. Bak eve gelmeyişin bize nelere mal oldu gördün mü?.
Hem o Taksici senden ne istiyor?
. Okan akşam bana anlattı taksicinin hareket ve konuşmalarını.
Taksici,Okan’a,Volkan beni kazıkladı, bir gün ben de Volkanı kazıklayacağım, deyip sana kızıyormuş.. O sana 250, vermiş, sende ona beş yüz yollamışsın, sussun diye. Bende adama parayı verdim, almaz sandım. Aa Volkan bana paramı veriyor? Diyerek almış o parayı.
Öyle gıcık oluyorum ki o adama, Okan akşam eve geldiğin de aynen böyle anlattı taksiciyi. Ne oluyor, ne istiyor senden bu taksici?Deyip yineledim sorumu Volkana..
Saat geç olmuştu, Okan’ı sokağın başına kadar getirmiş, sen buradan gidersin deyip indirmiş.
Volkan, neden? Kapıya kadar götürmedi, deseydi götür diye.
Aynen bende böyle söyledim Okan’a
Okan, boş ver ya durmadan konuşup, şikâyet ediyor. Kapıya kadar getirseydi, benden parasını isterdi, o yüzden beni kapıya getirmesini istemedim ondan, dedi.
Ben anlatıyorum, Volkan da beni öylece dinliyordu.
Volkan, sabahın altısında börek almaya gidiyorduk, yolda bize rastladı nerdesiniz? Dedi ve bizimle beraber buraya geldi, dedi kahveci için.
Bu adam kafayı yemiş, bu adam deli. Sabaha kadar sokaklarda mı dolaşıyor? Bildiğim kadarıyla bir oğlu var, çünkü yeni çıkan bir liraları topluyorum oğlumun kumbarasına atmak için, Geçen gün bana böyle demişti. Adam önceden zenginmiş, her şeyini kumarda kaybetmiş. Bence sadece parasını değil, bu adam kendini de kaybetmiş bence.
Adam hemen her gün burada, yani kafede PC başında sabahlıyordu. Çocuklardan da çok memnundu, kafenin durumundan da. Temizliğinden ne bileyim, her şeyden çok memnun görünüyordu. Birde bilgisayarları yenilerseniz var ya, size rakip yok demişti Okan’a.
Herkes çok memnundu da, her nedense o taksiciyi memnun edemiyorduk, her seferinde şikâyet, şikâyet, canımızdan bezdiriyordu bizi. Adam durmadan çay neskafe içiyordu ama hepsi bedava olsun istiyordu. Bize verdiği her kuruşa gözü vardı sanki çok katkısı varmış gibi. Henüz çenesinden başka bir şeyini görememiştik adamın ama adam durmadan yakınıp duruyordu bana.
Adamdan daha çok, Okan yakınıyordu, bu taksiciyi bir gün kovacağım, beni deli ediyor, sinir ediyor diyerek. E oğlum mekân sahibi olmak kolay değil, kolay olsaydı herkes iş sahibi olurdu. Müşteri bu, müşteri her zaman haklıdır, öyle gelmiş böyle gidecektir deyip Okan’ı sakinleştirmeye çalışıyordum..
Volkan, böyle çalışmaktan şikâyet etmiyordu. Volkanın şikayet etmek gibi bir alışkanlığı da yoktu zaten..Bu konuda kesinlikle bana benzememişti. Volkanın Okulu çok uzaktı ve sabahın o erken saatinde okula gider, akşamları hava kararıyordu eve geldiğinde.. Hafta sonları da pazarda çalışıyordu üstelik ve bir kere olsun Volkandan şikâyet duymamıştım.. Şimdi ise benden şikâyetçiydi, çenemin hiç durmadığını söylüyordu bana. Onun dediğinin tam tersini yapıyor, ona engel oluyormuşum.
Okan ise yeterince işi sahiplenmediğini, bildiği işi de bilmediğini söyleyip, işten kaçtığını söylüyor, ona yeterince destek olmadığından yakınıyordu Volkan. Bana biraz zaman tanıyın, halledeceğim diyordu, ne kadar zamandı bu zaman? Artık orası belli değildi.
Şu bir gerçek ki, elinden geleni yapıyordu. Çok sinirli ve de çok zayıflamıştı Volkan kafasında hayaller kursa da ben burasını satmayı düşünüyordum, böyle zarar ediyoruz desem de, Volkan satmaya yanaşmıyordu, iş sahibi olmak hoşuna gitmişti çünkü. Yapacak bir şey yoktu, yapacak tek şey vardı o da beklemekti. Gideceği yere kadar gider, sonu ne olur zaman gösterecekti bize, ya batar ya çıkar ya da böyle sürünecektik.
Yıllardır hiç bu kadar parasız kalmamış, buzdolabı böylesine hiç boş olmamıştı. Kazandığımız paraların tamamı faturaları ancak karşılıyordu, bazen de karşılamıyordu şimdi olduğu gibi. Üçümüzün de cebinde beş kuruş para yoktu ve bir yere gitmemiz gerekseydi, imkânsız gidemezdik. Elde avuçta kalmadı, ne varsa buraya yedirdik, hay böyle işin içine, neyse gene kötü söylememeliydim, ne de olsa ekmek teknesiydi. Bir gün ekmek yiyeceğiz ama ne zaman? Son pişmanlık çare etmiyordu. Başımı duvarlara vursam da ne çare? Bu sorunu çözmeyecekti elbette ki
Gündüz Yavuz..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.