Gencaba :
Gencabadan anılara devam..
Gencaba’dan anılar devam..
Mecbursun, sorumlulukların var görevini yerine getirmek mecburiyetindesin..
O dağlarda sadece elindekilerle yetinmek mutlu olmak zorundasın, ne varsa elinde artık. Aksi taktirde zaman geçmez ki, ah o dağların bir dili olsa da konuşsa..
. Her taşının ayrı bir anısı, ayrı bir sızısı var hayatımda
Hayat, ne sövüşler, ne küfürler işitti benden. O dağlar da devrimci olup medeniyetin olmadığı yerde medeniyeti yaşamaya çalıştım senelerce… Yaşıtlarım plajlar da kendilerini bronzlaştırırken, ben Allah tarafından yanıp kavruluyordum. Hele burnumun derisi kat kat soyulurdu ya sinir oluyordum. Amele yanığı gibi suratımda coğrafya haritası çizilmiş bir suratla dolaşmak nasıl utanç verici bir durumdu benim için, anlatılır gibi değildi.
Orda, o dağlarda yaşarken her gün adaletin olmadığı bu hayatın ta orta yerine hemen her gün küfrederdim. Âmâ bu gün bulunduğum noktadan baktığımda, onurlu, gururlu yaşamışım, aferin bana diyebiliyorum. Ve inanır mısınız, bu gün ben yine babamın kızı, eşimin karısı iki çocuğumun anası olmak isterdim...Benim için kalite budur işte.. O yıllar da ve o dağlarda bana işkence gibi gelen hayat, bu gün onları düşünerek anı haline getirdiğim bir olgu halini almış durumda. Yığınla anım var Sabırsızlanmayın, hepsini anlatacağım teker teker..
Hem de sansürsüz...
..Dağın( ğalazını) yemeyen kişi karşısındakinin halinden bilemez elbette ki .Yaylada, dağ başındasın, üzerinde bir yağmurluk, ayaklarına giyebileceğin en basitinden bir çift çizmenin olmaması ne demek, bu durumu yaşamayan bilemez..
Yağmur yağmış hava soğuk ve de buz gibi olmuşsun. Üzerindekiler sırılsıklam, çobanlıktan eve gelmiş sıcak bir yerde oturmak için can atıyorsun ama öyle bir yer yok. Bir bardak çay ya da bir tas sıcak çorbanın lüks sayıldığı bir tuhaf yaşamın içerisindesin. Bu yaşamı istemediğin halde yaşamak zorunda olmak farklı, sadece zevk için çıkıp dolaşmak çok farklıdır. Bu hayatı o şekilde yaşamamışsa insan, elbette ki masal olur oradaki yaşam.
Henüz, ’on dört yaşındayım. Yaylanın başlarında bir aya yakın bir süre ben tek başıma yaylada kalırdım. Annem her nedense yaylaya geç gelirdi; illaki, odunlar, çalılar taşınıp yığılmalıydı. Hayvanların yayla ortamına alışması gerekiyordu, yani yaylada düzen oturmalıydı ki annem yaylaya gelebilsin. Oysaki çokta gençti ama huyu buydu yapacak bir şey yoktu.
Nedenini tam olarak hatırlamıyorum, annem yaylaya geldikten kısa bir süre sonra acele ile köye inmesi gerekiyordu ve de gitti. Ben yine yaylada onca sığırlarla birlikte tek başıma kalmıştım. Annem gitmeden önce bir kazan dolusu karalâhana sarması sarmış, pişirmiş, öyle gitmişti köye.
. Hava öylesine soğuk, öylesine berbattı ki adeta sis yere yapışmış çiseliyordu. Akşam eve geldim hayvanları ahıra koyup sütünü sağdım, sütü makineden geçirdim ve ateşi yakıp başına geçmek için can atıyordum. Ellerim adeta donmuş parmaklarımı hissetmiyordum. Üzerimde ki giysiler hala ıslaktı ve henüz değiştirmeye vakit bulamamıştım. Ateşe bol miktarda çalı koyarak, hem aydınlık olsun hem de bir yandan da ısınayım diye düşünüyordum.. Hava artık iyice kararmış gece olmuştu. Dağlar ’da yaşayan bilir dağlara akşamın ne kadar erkenden indiğini. Bir de o sisin hiç kalkmayacakmış gibi yere yapışıp kalması ve ardı arkası kesilmeyen o yağmurları düşünün bir de.
. ....Isınması için annemin pişirişte bana bıraktığı sarma dolu kazanı ateşin üzerine asılı duran zincire taktım;bir yandan da lambayı yakmaya çalışıyordum ama lambada da gaz yoktu.
Gaz dolu şişeyi aldım lambanın o küçücük kabına doldurmaya çalışıyordum ki, elinde koca bir sağanla komşu kadın kapıda belirdi. Annen gitmeden önce bana dedi ki, sarma pişirdim akşama kızım gelirse sana bir sağan versin, bende o sarmalardan bir sağan almaya geldim, deyince var ya, kafamdan aşağı kaynar sular boşaldı. Ben ne durumdayım, kadına bak ya. İnsan önce bir hal hatır sorar dimi; ne yaptın, becerebildin mi diye… Yok, kadın daha içeriye girer girmez sarma istiyor benden, hem de koca bir sağan.
Elim ayağım buz tutmuş, evin içi karanlık ve ateşin verdiği ışıktan yararlanmaya çalışıyorum ki bu çok da mümkün olmuyordu. Lambada hani şişesi olan lambalardan değildi…, Hani dört camlı, üzerin de iki parmağının bile zor sığdığı yuvarlak bir halkası olan, içinde kibrit kutusunun bir buçuk katı büyüklüğümde dört köseli bir gaz depolu bir lambaydı. Bir başka deyimle ‘’Fener’. Annem yanması için yorgan ipliğinden biraz daha kalın bir bez parçası kesmiş eliyle dürüp o kutunun içerisine sokarak yanmasını sağlardı. Gaz çok lüks bir yakacak oluyordu yayla da. Yayla demek, medeniyetten tamamen uzaklaşmak, dağların koyduğu kurallara uymak zorundasın anlamına da geliyordu ayrıca. Öyle canının istediği her an köye gidemiyorsun, yoktu öyle bir şey.. Çok acil olmadıktan sonra hiç gidemiyorsun. Yaylaya bir çıkarsın, bir de inersin ve bu süre; ( Doksan beş gündür) Seksen beş günün sonunda el gelir alır sığırlarını gider, seksen altı gün olmazdı bu durum çünkü kural böyleydi…
Biz yayla sahipleri de en fazla beş on gün içerisinde hazırlanıp göçerdik yayladan, bir daha ki seneye kadar veda ederdik o dağlara.
Birincisi, öyle her akşam lamba yakmak olur mu? ,lambayı biri gelirse, o da gelirse, işte o zaman yakardık. Yoksa o fener neyimize yetmiyordu. Bazı zorunlu durumlar olmasa var ya o feneri bile yakmayacağız da, olmuyordu, çünkü süt, peynir, yağ üretimi yapıyorduk. Ha bir de kurt falan ışığa yaklaşamaz ya o bakımdan. Allahtan ayılar açık alan da dolaşmadıkları için Ayıdan korkmuyorduk, bu düşünceler arasında geçiyordu günlerimiz. Anlayacağınız, o feneri bile idareli kullanıyorduk her şeyde olduğu gibi.
Komşu kadının yüzüne baktım mı hatırlamıyorum. Kadına sadece ellerim gazlı, bak kazan orda sen al, dediğimi hatırlıyorum o kadar.
O komşu kadına bir şey diyemediğim için çok sinirlenmiştim ne yalan söyleyeyim..
..Kadın, o tavrına bozulduğumu anlamış olacak ki, onun da yüzü bir anda düştü ve
ateşin üzerinde, zincire aslı duran kazanın kapağını bir hışımla açtı ve eliyle iki tane sarma alıp ağzına attıktan sonra aynı hışımla kazanın kapağını kapatıp kapıdan çıkıp gitti.
Meğerse bana çok kızmış benim o davranışıma çok alınmıştı.
. Vay efendim ona neden, bütün kazan senin istediğin kadar götürebilirsin dememişim. Bana küstüğünü ertesi gün benimle aynı yaşlarda olan kızından öğrendim, ‘’yatağın’’ başından hayvanları toplarken. Kızı olayı bana bir anlatıyor, bir anlatıyor ki, sanki ben büyük bir suç işlemiştim; hırsızlık yapmış ya da kötü yola düşmüşüm gibi. Ben de kendimi savunmayıp bir utanıyor, bir utandım ki, uzun bir süre komşu kadının bulunduğu yerin yakınlarından dahi geçemedim
.....Annem köyden ne zaman, kaç günde geldi hatırlamıyorum ama annem köyden gelir gelmez komşu kadın beni anneme şikâyet etti…Annem o kadına bir şey dememiş sadece ‘’Çocuktu aklı kesmedi’’ demekle yetinmişti.
Annem, bana da kızmadı ama ‘’Ne vardı ellerini hemen yıkayıp tamam abla tamam, elbette, hemen vereyim deseydin ne olurdu? ’Dedi. Annemin bana, ‘’öyle yapsaydın’ ’demesi bile çok zoruma gitmişti.
Yaz boyunca yayla ’da bu olay konuşuldu. Ne ara oldu bilemiyorum ama adım ta köylere kadar inmişti. Genç bir kızsın ve yahut bir gelin adayının böylesi davranışları hiç de hoş karşılanmazdı o yıllarda. Ne yapmalıydım, o an elimde ne olursa olsun hemen yere koyup onun isteğini yerine getirmeliydim
Neden? Çünkü ben bir gelin adayıydım az şey miydi bu... Bu olay benim yakın bir zamanda gelin olma olasılığımı ortadan kaldırabilir, önemli bir darbe vurabilirdi gelin olmama. Böylesi cimri bir kızı kim evine gelin olarak alırdı ki. Annem ve o köy halkına göre bu davranışım benim geleceğimi baltalamak için yeterli bir sebep olabilirmiş.
Ama hiç kimse o akşam o kadının o hareketini sorgulamamış, yargılamamıştı bile. İnsanlara göre kadının yaptığı çok normaldi, çünkü ben genç kızdım ve benim çar çabuk bir koca bulabilmem için bu tür sınavlardan geçmem gerekiyordu ve ben bu ilk sınavdan kalmıştım.
...Daha sonraki yıllar da tabi ki aklım başıma gelmişti ama o anı geri getirme mümkün değildi. Kaldı ki onca sıkıntıyı yaşamış, o kadar utanmıştım ki. Arkamdan yığınla dedikodumu yapmış günlerce o kadının yüzüne bakamayıp kapısından dahi geçememiştim. Kadın benden bir sağan sarmayı isterken ona ağzının payını vermeliydim, değil ki bana o kadar sıkıntıyı yaşattı. İşte bu koşullarda geçiyordu oralarda günlerimiz. Şimdi bende bu yaşananlara anı olarak bakıyorum ama o zamanlar bir işkenceydi o günler bizim için.
Daha sonra ki yıllarımda daha çok düşündüm, daha bir akıllanmış aklım başıma gelmişti..
Bu durum insanın doğasında var. Önce kullanılır sömürülürsün sonra aklım başıma gelir dediğin an aslında iş işten geçmiş oluyor. Ben böyle durumları çok yaşadım çok. Biliyor musunuz halen daha yaşıyorum... Boş ver diyorum, bak şu an herkes gülüyor, sende gül. Ama o yayla da gerçekten ben ve yayla halkı çok şey yaşadık ve de öğrendik. Bizleri inşa eden temel taşlardan birisi de gençaba yaylasıdır, ben bunu bilir, bunu söylerim...ÇEKTİĞİMİZ SIKINTILAR DA CABASI OLSUN ARTIK, NE DİYEYİM
Gündüz Yavuz..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.