- 733 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KEMİK KIRMACASINA
// Kadını aşağılayan erkeğin erkekliğinde,
aşağılanmayı kabullenen kadının kişiliğinde kesin bir eksiklik vardır.//
Bir kadın; yenilenmek, değişmek, değiştirmek için neden kılını kıpırdatmaz. Neden kendi için mücadele etmez.
Babasına, ağabeyine, kocasına güvendiği kadar neden kendine güvenmez. Üstüne üstlük bir de bunu erkeğe hissettirir.
Bir insanı ne kadar çok baskı altına alırsan; o kadar kolay yönetirsin.
Tanrı mıdır, yoksa kul mu !
Kimdir kadına haklarından ve insanlığından vazgeçirtecek kadar baskı yapan, acımasız olan.
Yoksa kadının kendi midir (tembel-bana neci) kendine düşman olan.
--tepeden tırnağa çullara saran;
--psikolojik baskı veya şiddet uygulayan;
--toplumda aktif hale gelmesine engel olan;
--yumurta yapar gibi çocuk doğurtan;
--çifte standartlı toplum kurallarına uymaya zorlayan;
--sürekli erkek üzerinden değerlendiren;
--sözle, bakışla, dokunuşla taciz eden;
--cinsel obje olarak gösteren kimdir !
Elimizi sallasak “mankurtlaşmış” kadına çarpıyor.
Önce ahlak çözüldü.
Çocuklar kendileri için kutsal olan üretene yani anaya ömrübillah olan hürmet ve bağlılıklarında kusur etmeye başladılar. Saf, ilkel komünal yaşamın çözülmeye başladığı çağlardır bunlar. Zorlukları çözen, tehlikeleri yenmekte daha başarılı olan erkek, kutsal ananın değerini kendinde toplamaya başladı. Anaya bağlılık/itaat çözüldü. Kaba kuvvet egemen olmaya başladı. Erkek egemen oldu.
Erkek egemen oldu ama başa çıkamadı, her soruna çözüm bulamadı. Ananın doğurganlığı kutsallığı da yoktu. Erkek aciz kaldı ve Tanrı düşüncesi imdada yetişti.
Çoğu yerlerde de tanrı ve erkek birlikte kadının tepesine bindi.
Erkekler hayatı sorgulayıp fikir mücadelesindeyken; kadına bu mücadelede yer verilmedi. Halbuki üreten kadın, yetiştiren kadın, evdeki ekonomiyi düzenleyen/dengeleyen kadın. Böyleyken, susan/susturulan yine kadın.
Kadın insandır, hem de insanın temelidir. Onun insanca yaşatma hakkına ipotek koyanlardır insan olmayanlar.
Hem iş hayatına atılmış, hem doğum yapmış, hem anne, hem eş olup hem de haklarını ve özellikle kendisini korumaya çalışmış bir kadının iradesini, üretme gücünü, direncini ve özverisini düşünebilen bir beyin, kadının erkekten nice üstünlükleri olduğunu kolaylıkla çözecektir.
Ne yazık ki; kadınlarımızın büyük bir kesimi teslim alınmış, birilerinin gölgesinde ve güdümünde yaşama uyuşukluğundan kurtulamamıştır. Bu büyük kayıp bilinçlenmiş, özgürlük ve insanlık savaşımı veren kesimin kösteklenmesine yol açıyor.
Hakkını aramayan insan; namusunu da şerefini de savunmaz. Belki buna gerek bile duymaz. Yani namussuz ve şefersizdir de aynı zamanda.
Doğum yapmanın, namaz kılmanın, ilahi dinlemenin, ,süslenip-büslenmenin, erkeğin yatak ihtiyacını gidermenin, besi günleri düzenlemenin, bakkala-pazara gitmenin “ yaşamak” olduğunu sanan bir kadının; haklarını bilmesi, namus, onur, özgürlük gibi kavramları benimsemesi mümkün değildir.
Başını kuma gömen deve kuşları gibi kumun altında ‘ekonomi iyi hamdolsun, ileri demokrasimiz var şükür olsun, karnımız tok, altımız kuru Allah razı olsun” diyen kadının haklarını istemesi mümkün değildir.
TV lerde kendilerini pazarlamaya gelen uçkur programlarındaki kadınlara dandik sunucu soruyor; “ hanmfendi nasıl bir erkek arıyorsunuz ?”
Hanmfendi gerdan kırarak yanıtlıyor; “kendimi yanında güvende hissedebileceğim bir erkek arıyorum. Beni taşıyabilecek bir erkek arıyorum. Beni sevmeli, ruhumu okşamalı, maaşı olmalı, evi olmalı, arabası olmalı, beni kimseye muhtaç etmemeli, beni incitmemeli” diyor.
Bir kadın kendini korunmaya/bakılmaya/savunulmaya/okşanmaya muhtaç gösteriyorsa; hangi erkek eşitlikten bahsedebilir, ya da o kadın hangi yüzle eşitlik isteyebilir..!
Bizim ülke kadınımızın kendini aşağıladığı/aşağılattığı kadar daha başka bir ülke var mıdır acaba.
Oysa:
Bireylerin karar ve eğilimlerine ait kişilik ilk önce ailede oluşturulur. Ailede çocuğu doğurup büyüten kadın olduğuna göre; çocukların şekillendirilmesinde en büyük rol kadınındır. Evlatlara (kız veya erkek) daha çocuk denecek yaşlardayken eşitlik bilinci kazandıracak olan kadındır.
--Kocasını, oğlunu baş köşede dinlendiren, kendini ve kızını hizmete sunan kadın; hiçbir konuda eşitlik isteyemez.
--Kocasına/oğluna ağam, paşam, tosunum, aslanım, koçum gibi basit kelimelerle hitap eden ve bu şekilde onları yücelttiğini zanneden kadın saygı bekleyemez.
--Ev işi görmekten, kocasının cinsel ihtiyacını gidermekten, döllediği çocuğu büyütmekten, kapanarak embesilleşmekten ve yan komşuya geçip dedikodu etmekten başka da bir vasfı olamayan kadın insan sınıfına giremez.
--Sahiplendiği evinin koltuğu, perdesi, sandalyesi, masası, halısı, kabı kaçağı, birkaç bileziği/yüzüğü ve gezmelik kıyafetleri “en büyük değerleri” olarak gören kadın kendi değerini bilemez.
Bir insan kendi için mücadele etmiyorsa eğer; ya vazgeçmiştir, ya boyun eğmiştir. Bir kadının pes etmesini, kendini bile bile ezdirmesini aklım almıyor.
Hiç kimse; dinini, cahilliğini, güçsüzlüğünü, korkusunu, yediği dayağı, baskıyı bahane olarak göstermesin. Ezilmeyenler de zenginliğinin arkasına saklanmasın.
Kadın ezilmişliğine karşı toplumun örgütlenmesi, paracı sistem ve muhafazakârlıkla güçlendirilmiş ataerkilliğe karşı koyulması gerekiyor.
"Kadının bedeninden elini çek" diyerek; cinsel sömürüye karşı örgütlenerek bu canavarlıklara dur denmesi gerekiyor.
Başka yolu yok.
Hemcinslerinden dahi destek göremeyen, gördüğü şiddeti gizleyen, yasal haklarını bilmeyen o kadar çok kadınımız var ki.
Zararın neresinden dönülürse kardır.
Köklü ve geri dönüşsüz bir şekilde çözüm üretilmelidir. Çünkü bu dava sadece ezilmiş kadınların değil; bu dava tüm kadınların davasıdır. Kadınlarımız toplumumuzun yarısını oluşturuyor.
Bu dava toplumumuzun temel sorunudur.
*Müsadenizle*