RÜZGÂRIN ŞARKISINI DİNLE
Siz hiç düşen yaprakların seslerini duydunuz mu? Bir söylentiye göre; onlar dallarından yere düşerken güneşin aynasında kaldıkları her bir an için teşekkür ederlermiş... Yerlerini kendileri gibi bu duyguları tadacağını bildikleri yeni yapraklara bırakırlarmış...
Fısıldarlarmış da rüzgâr getirirmiş seslerini: “Hiç bir şey sonsuza kadar sürmez. Gün gelir sararırsın... Düşersin dalından... Ama öylesine bilge, öylesine zamanında, mevsimine göre yaşamışsındır ki, ağlayamazsın düştüğünden bu yüzden”...
Ve gün gelir ayrılırlarmış birer birer dallarından... Güneşe sevdalı geçen ömürlerine veda ederlerlermiş usul usul... Güneşin kollarından rüzgârın kollarına bırakırlarmış kendilerini... Değmeden toprağa... Rüzgâr şarkı söylermiş yapraklara, onlar da dans ederlermiş...Öyle pervasız, salına salına eşlik ederlermiş ki, şarkıyla neşe kaplarmış her yanı...
Derler ki, rüzgâr oldu olası yapraklara sevdalıymış. Bu yüzden ara sıra esermiş ağaçların tepelerinde... Islık çalarak gezermiş... Hep fark edilmek istermiş... Yapraklar ise, güneşin ışıltısının sarhoşluğuna dalıp giderlermiş... Rüzgâr beklermiş...
Rüzgâr bazen diner, saklanırmış... Bir gün sararıp düşeceklermiş ne de olsa... O, yapraklarına bu yüzden, toprağa sarılmak üzereyken kavuşurmuş... Taa ki bir yağmur onları bütünleştirene kadar... İşte o zaman, yapraksız kalan rüzgâr kesermiş şarkısını... Bir an da olsa yaşadığı için sevdasını, buruk bir mutluluk duyumsarmış... Ağıda dönüşürmüş sonra herbir şarkısı...
Rüzgâr hep aynı şarkıyı söylemezmiş bilir misiniz? Takvim ilerler... İlkbahar gelir... Tüm düşen yapraklar yenilenirmiş ya hani... Onlar da aynı kökten doğmuşlar ya ne de olsa. Aynı ağacın kollarına... Bu yüzden her bir yaprak geçmiştekilerin bilgeliğini taşırmış. Bilirmiş nerede ve kim olduklarını... Nereden gelip nereye gideceklerini... Bu bilgiymiş belki onları güzelleştiren...
Rüzgâr hasret kaldığı yaprakların yanına yaklaşır, başlarmış şarkısına yeniden... Yaprakların dansı da dallarda başlarmış aslında... Güneşleymiş dansları... Rüzgârın türküsüyle... Nasıl bir sevda büyür rüzgârın içinde bir düşünsenize...
İzler ve gıpta edermiş güneş içten içe... “Olsun; yeter ki mutlu olsunlar” dermiş, yine de... Rüzgâr çalarmış, onlar oynarmış. Ve her döngüde rüzgâr melodisini değiştirirmiş... Ve başlarmış güzü beklemeye... O gün geldiğinde, yapraklar daha da olgunlaşıp anlayacaklarmış rüzgârın değerini...
İşte güz gelip de yapraklar düşünce toprağa... Bir an yaşar rüzgâr, ona sonsuz gibi gelen, bir “an”ı... Yapraklar, işte o zaman görürlermiş rüzgârı... Sonrası âşıksız kalırmış... Tadı damağında... Hasrete dönermiş takvim yeniden. Her yaprak, nedense güneşe sevdalıdır. Bu döngüde değişmezmiş... Sonunda rüzgâr geç de olsa fark edilir olurmuş... Şarkılarıyla... Erişilmeze mi âşık olunur hep, kim bilir? Rüzgara sormak lazım...
Ve rüzgâr derki; “önce aşka âşıklıktır yaşanan, sonra âşık olur aşkın adı... Herkes bilmez bu hâli... Kimse dinlemez şarkılarımı... Öylece sakınır, saklanırlar benden... Oysa, bir dinlesler ahh... Bir de bana çiçeklere sorarlar. Onlar dururken yapraklara neden sevdalanılır bilmezler. Oysa ki, herkesin aşkı başkadır, içinden gelir, içinde gelir, tutamaz, mani olamazsın...
Hem ben yaprağa olan aşkımı çiçekten de sakınmam ki. Çiçeğe de el veriririm. Çiçek ben olmadan nasıl çoğalır. Rüzgârın yaprağa olan aşkından herbir çiçek de nasibini alır. Ama yaprağın dansı da bir başkadır. Yaprak bilgedir. Özünü bilir ve tanır. Dökülüşünde bile bir asalet ve ahenk vardır. Bilemezsiniz yüreğimi, anlatamam. Ahh; “şarkılarımı bir duyabilseniz, belki de anlaya bilirdiniz...” der...
Bir ortak gizi, büyütüp, bakmak, sakınmak ve korumak zordur... Varsın olsun, biz inatçı bahçevanlarız değil mi? Hayde ey rüzgâr, eğ aşkınla dalları... Bizlerde öğrenelim onlardan, aşıkın büyüklüğü karşısında saygıyla eğilmeyi...
Tunacan
Hüseyin Tuna
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.