Tımarhane 'Bölge 2' : Yeşiller
Karanlığın içine hapsolmuş ağaçların arasından koşarak ilerliyordu. Arkasındaki o şey bir kaç kere görünüp kaybolmuştu sadece. Ama peşinde olduğunu biliyordu. Gördüğü o şeyin suratını aklına getirmek bile istemiyordu. Koşuyor, titriyor... Ağzında biriken salyaları boynuna kadar inip gömleğine yapışıyordu. Nefesini toplamak için durdu. Hayaletlerin anlatıldığını, cinlerden bahsedildiğini duymuştu. Bu varlığın gerçek olduğuna emindi. Ağaca dayanıp başını havaya kaldırdı ve uzun nefesler aldı. Tam o sırada gökyüzünde iki bulut arasına sıkışmış ay dikkatini çekti. Işığı kızıllar oluşturarak dalga dalga yüzüne vuruyor gibiydi. Gözlerini kapatıp silkelendi. Tekrar gözlerini açtığında her şeyin kötü bir kabus olmasını diledi.
Göz kapaklarını kaldırdığında birden geriye doğru tökezledi. Yaslandığı ağaç yok olmuştu. Tamamen farklı bir yerdeydi. Uğultuların içinde korkudan gözleri dolmuştu. Ayın yaydığı kızıl ışık daha da belirgindi. Ayaklarıyla yeri yoklayarak toprak bir zeminde olduğunu anladı. Hangi yöne gideceğini bilmiyordu, buna korkusu da eklenirse vereceği her karar onu yanlışa götürebilirdi.
Belirli belirsiz bir ses fısıldadı; "Neden buradasın?"
Cevap vermek istemedi. Arkasına bakmadan kaçmayı düşündü ama yeterince gücü kalmamıştı ve çok susamıştı. Koşamazdı. Eğer daha fazla koşarsa önceki gün olduğu ameliyattan kalma dikişler patlayabilirdi. Fısıltı bu sefer tam arkasından gelmişti;
"Neden buradasın?"
Hızlıca arkasını döndü. Tedirgin bir şekilde etrafa bakınıp sesi aradı. Ses daha sık aralıklarla aynı soruyu fısıldıyordu. Yönü sürekli değişiyordu. Ne yapması gerektiği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Sadece olduğu yerde durup, diri diri korkuya gömülüyordu.
Tam o sırada; aniden bir el, paçasından tutup yere düşürdü. Sırtüstü sürükleniyordu. Paçasına ulaşmaya yeltendi ama göbeğindeki dikiş buna izin vermedi. Müthiş bir acıyla kıvrandı. Paçasını kavrayan parlak ama koyu renkli eli görebiliyordu. Uzun parmakları ve sivri tırnakları vardı. Onu neyin sürüklediğini ve nereye götürdüğünü bilmiyordu. Görebildiği sadece yeşil bir koldu. Sırtına batan taşlar, dikenler canını epey yakıyordu. Bir süre sonra sürüklenme durdu. Ayağı yere indi. Paçası serbest kalmıştı. Ayağı kalkmak istedi, başaramadı. Bütün gücü tükenmişti ve acı içinde yerde kıvranıyordu.
Bir ışık hüzmesi ona doğru yaklaşıyordu. Aralarında bir kaç adım kalana kadar yaklaştı. Kırmızıdan siyaha kaçan gözleriyle bir şey ışığın rengini kızıla döndürdü. Karanlığın ortağı kızıl renklerin içini titretmesi yetmiyormuş gibi şimdi de bu şey...
İçgüdüsel olarak yerde kendini savunabilmek için bir şeyler aradı. Yeri yoklaması bittiğinde sonunda aradığını bulmuştu. Son bir hamleyle yerden hızlıca kalkıp yaratığın boynuna atladı. Vücudunda hissettiği elektrik, kaslarının kasılmasına neden olduysa da hamlesini yapmadan tekrar karanlık toprağa kapaklanmak istemiyordu. Eline aldığı taşı yaratığın kafasına sert bir şekilde indirdi. Sersemlemiş gibi geriye doğru adımlar atan yaratığa tekrar bir hamle yapıp onu yere düşürdü. Göğsüne oturup, dizleriyle yeşil varlığın kollarını kilitledi. Taşı iki eliyle kavrayıp yaratığın suratına son gücüyle indirdi. Ardından bir kere daha. Ve bir kere daha. Patlayan dikişlerinden akan kana aldırmadan yaratığın suratını dağıtmaya devam ediyordu. Korku; onu çileden çıkarmıştı ve bu savaşı kazanmak zorundaydı. Kırmızıya bulanan taşı bir kenarı fırlatıp, yaratığın nefes almadığından emin olduktan sonra kendini yere bıraktı. Savaşı kazanmıştı, artık buradan kaçıp kurtulabilirdi...
Dışarıdan gelen boğuşma ve çığlık seslerini duyan güvenlik görevlisi camdan dışarı baktığında yerde kanlar içinde yatan hasta bakıcıyı gördü. Suratı parçalanmış, yeşil üniforması kırmızıya bulanmıştı. Doğru bahçeye doğru koşarken koridorda bulunan doktorlardan da yardım istedi. Bir kaç güvenlik görevlisi ve bir doktor dışarıya çıkıp yerde yatan hasta bakıcının yanına doğru yürüyorlardı.
Savaşı kazandığı için korkusu dinmiş olsa da bu kısa sürmüştü. Karşıdan hızla yürüyen yeşil derili canavarlar onu almak için geliyorlardı. Bedeni soğumaya başlamıştı ve çok kan kaybetmişti. İstese bile hepsiyle mücadele edecek gücü kalmamıştı. Gözlerini kapatıp kendini karanlığın derin kızıllığına bıraktı...
Bahattin BERKDİNÇ