- 722 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SİZ NEREDEN BİLECEKSİNİZ Kİ?
Yıllar önce benim sorduklarımın, yıllar sonra bana da yöneltileceğini tahmin ediyordum elbet.
Ancak bu kadar hızlı dönüş yapmasını, açık söylemek gerekirse pek hayal edememişim galiba.
Doğrular, ne kadar doğrudur; yanlışlar ne kadar yanlıştır bilinmez, ama bizim doğrularımız vardı.
Büyüklerimizden öğrendiğimiz doğrular.
Kitaplardan okuduğumuz, yaşayanlardan dinlediğimiz, doğrular...
“Ancak hiçbiri, gerçek doğruyu anlatmıyormuş meğer.”
Yıllar önce, annem ile babama “kızgınım size” demiştim.
“Hem de çok kızgınım. “
Yaşayarak öğrendim ki, sizin bize aşıladığınız fikir, ya gerçek fikir değil. Yani hayali. Ya da bu fikri benimsediklerini gördüklerim, bir kâbus olsa gerek. Bu nasıl bir çelişkidir, bu nasıl bir yalandır. Ben artık çok bocalıyorum. Yardım edin lütfen bana “demiştim
Annem, can içre can annem…
Dikkatle dinleyip, sadece gülümsemişti.
Ben ise, kızgındım, ülkeme küsecek kadar, insanlara inanmayacak kadar kızgın…
Bir saat sonra, şimdi konuşabiliriz diye başlamıştı sohbete annem… Önce gülümsemiş ve sonra eklemişti:
“Her fikirde, düzgün gözüken, çürümüş, bozuk insan bulunur kızım. Sen insanlara değil, fikre bak” demişti. “Bizim size öğrettiklerimiz, bir yaşam felsefesi. Önce iyi bir insan olmanın, gerekliliği. Sonra ise iyi bir nesil yetiştirmenin gerekliliği “ “Şimdi kızıp da yara, candan olmanın bir anlamı yok.” “Üzülerek öğrendiklerin, bizim de geçmişte üzülerek öğrendiklerimizin aynı. Ama üç kuruş dahi etmeyenler için, beş kuruşluk adamları harcama. Bırak esir alsınlar bütün fikri. Sen, sende kal. Koşma eller gibi. Üzüntün varsa ve yanıyorsa içinde bir şeyler, bırak yansın. Emin ol, bu daha da büyütür seni… Diğerlerini ise hayata sal, unutma her şey benzerini çeker. Güzeli dileyen gönüle, şimdi niye çirkini vermedin diye isyan etme. Unutma, dilin döndüğünden beri , ” güzeli ver Mevla “diye öğretildi sana dua. Hayırlı olan, güzel olandır kızım. Bunu sakın unutma”
Gördüğüm öyle çok yanlış vardı ki, bütün bu söylenenleri bir avutma olarak görmüştüm.
Hatta annemle babamın, siyasi fikirlerini kutsadıklarını ve onu eleştirilmez bir kalıpla koruma altına aldıklarını düşünmeye başlamıştım.
İnanılmaz bir muhalefet başlamıştı içimde…
Çok uğraşmıyor, sadece tespitlerimle haklılığımı ortaya koyuyordum. Çünkü görünen köy kılavuz istemiyordu artık. Fikri kullananlar, fikrin ileri gelenleri, ileri gelemeyip partiden uzaklaştırılmış olanların duruşları, hayata dair söylemleriyle uygulamadaki tezatları, haklılığımı ortaya koyuyordu.
Onların fikirleri, benim değildi artık. Çünkü yetiştiriliş tarzımla –gördüklerim ve gözlemlerim arasında uçurumlar vardı… Ve bana göre ailem kaybetmişti. O gönülden bağlı oldukları fikri inanç ise, zayıf karakterli, “net olun” diyen ama bir defacık olsun net olamamış, bir taş da nasıl üç kuş tavlaya bilirimin hesaplarıyla,en özelindekinden en uzağına kadar yalanlar sıralamış, yani zaafları boylarını aşmış, insanların elinde oyuncak olmuştu. Topladıkları üç-beş gençle sokaklara dökülen, adam döven bunu da marifetmiş gibi ileri sürüp metheden insan toplulukları ile Genel Merkeze sıkışıp kalmış burjuva tipli bir kısım insanların, yalakalık –yağcılık dolu söylemleri arasında git-gele dönmüştü parti.
Oysa söylemleri ve çektikleri acıları düşünürsek, bu insanlar iyi insan olmalıydı ve bizim duyduğumuz saygı, bu yönüyle de bir hak ediş olarak yorumlanmalıydı.
Ama değildi.
Öyle çok kızıyordum ki bütün bu olanlara, acım bir adım önümde gitmemiş olsaydı, isyan bile edebilirdim hayata. Ama sustum. Çünkü çok acırsa yürek, susarmış. Bütün inandıklarımı geride bırakıp, sadece düşünmeyi seçtim…
Sonra, yıllar sonra bir çobanla tanıştım… Ama onu ve diğer soruların cevaplarını bir sonraki yazıya saklayalım…
Çünkü yoruldum…
Pek sık yoruluyorum artık. Yaşlanıyorum galiba…
Yeni yazı gelene kadar, sizden ricam, Mualla Mukadder’den “Viran olan Kalbimde “şarkısını dinlemeniz.
Çünkü hikâye bu şarkı ile başlıyor…
Görüşmek ümidi ile Hoşça kalın…
Not: şarkının linkidir…
www.youtube.com/watch?v=EBnbFA6RHU8&list=PLC7F902A1B9B17D76
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.