- 2385 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
BİR İSTANBUL NOSTALJİSİ: KADIKÖY VAPURLARI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
BİR İSTANBUL NOSTALJİSİ: KADIKÖY VAPURLARI
Kadıköy vapurlarıyla yapılan eski yolculuklar ve bu yolculukların iki ucundaki iskeleler, özellikle eski Kadıköylülerin unutamadığı nostaljik anılardır.
İstanbul nüfüsunun sadece ’yüzbin’lerle ifâde edildiği 1940 lı yıllarda ’Boğaz Köprüsü’ henüz bir hayâlden ibaretti ve şehrin iki yakası arasında yolculuk yapacak kişiler için deniz yolu, tek ve zorunlu yolculuk güzergâhı durumundaydı. Bu nedenle, kentin iki yakasını birleştirmek, ancak’Şehir Hatları İşletmesi’ nin gemileriyle mümkün olmaktaydı.
Kadıköy yolcusunun sayı ve kalite itibarıyla bilinen üstünlüğü nedeniyle, Şehir Hatları İşletmesi de, ’Heybeliada’, ’Moda’, ’Suvat’, ’Ülev’ gibi en yeni ve en modern gemilerini bu hatta tahsis ederdi.
Bu gemilerin yolcularını, öğlen saatlerinde genellikle Beyoğlu’na alışverişe veya sinemaya giden şık hanımlar, akşam üzerleri de lâcivert üniformalarıyla okuldan dönen azınlık okullarının öğrencileri oluştururdu.
Bu gemilerin alt kıç güverteleri ve üst kıçüstü açık güverteleri ’lüks’ mevki sayılır ve burada yolculuk edenler bir fark ücreti öderlerdi.
Beyoğlu yolcusu bu şık hanımlar tüllü şapkaları, mutlaka çizgisi düz çorapları ve mantar topuklu ayakkabılarıyla genelde lüks mevkide yolculuk yaptıklarından, geminin bu bölümü nefis parfüm kokularıyla bezenmiş küçük bir moda gösterisi gibi olurdu...
İş saatlerinde ise, yolcular temiz giyimli, mevsimine göre pardösülü veya kruvaze ceketli, fakat mutlaka kravatlı ve fötrlü beylerden oluşurdu.
İş dönüşü saatlerine denk gelen 17.15, 17.35 gibi seferlerin yolcuları genelde hep aynı kişiler olur, hattâ bunlar çoğunlukla geminin hep aynı yerinde yolculuk ederlerdi. Öyle ki,Falanca Bey’in oturduğu yer boş dahi olsa,bir başkası,oraya oturmayı âdeta saygısızlık addederdi.
Garsonların, alışkanlıklarını öğrendikleri bu yolcuların kahvelerini, hiç sipariş almaksızın önceden hazırlayıp, şekerli- orta- sade herkesin kendi zevkine göre dağıtmaları, bir aile yapısı içinde geçen o seferlerin ilginç bir güzelliğiydi.
Bu arada,o zamanki çocuk hafızama bir fotoğraf gibi sinmiş olan ’Büfe Ücret Tarifeleri’nden de söz edeceğim.Geminin her salonunda asılmış,büyük boy bir fiyat listesi olurdu.
Bunda ’çay-5 kuruş’, ’gazoz -7,5 kuruş’, ’kahve -10 kuruş’ olarak gösterilir, fakat kahvenin yanında,parantez içinde (nohut) yazardı.Zira, savaş ekonomisi gereği, kahve ithali durdurulduğundan, kahve genelde kavrulup çekilmiş nohuttan yapılırdı.
Listede ’ıhlamur’,’adaçayı’,’tarçın’ da yer alırdı ve onların fiyatı da 5 kuruş olarak görülürdü ama, gerçekte bulunur muydu bilemiyorum, çünki içenleri pek görmemiştim...
Aralarında,bu yolculuk arkadaşlığından gayrı hiç bir müşterek yanları olmayan bu beyler, gemiye binip yerine geldiğinde, önce yarım bir tebessümle ve küçük bir hareketle fötr şapkasını çıkartır gibi hafifce oynatarak sıra arkadaşlarına ’İstanbul Efendiliği’ örneği zarif bir selam verir, sonra garsonun getirdiği çayını ya da kahvesini yudumlayarak günün yorgunluğunu çıkarmaya çalışırlardı.
Yolculuğun kalan kısmı ise genellikle, ya sabahtan alınıp henüz okunamamış olan Cumhuriyet, Yeni Sabah, Vatan gibi gazetelerin, ya da bulvar gazeteciliğinin Ülkemizdeki öncülerinden sayılabilecek,son haberleri de baskısına yetiştirip tam bu saatlerde satışa sunulan Gece Postası gazetesini hatmederek geçerdi...
Hattın Karaköy tarafında, eski köprünün hemen başındaki eski iskelenin ikinci katında işadamlarının yoğun bir gün dönüşünde stres attığı, hattâ bazen küçük kaçamaklar yaptığı nezih bir içkili lokanta vardı.
Kadıköy’deki iskelenin (şimdiki Beşiktaş İskelesi) ikinci katı ise yolcuya açıktı. Ancak, yolcu yoğunluğu alt kattaki salonu kullandığından, girişin de turnikesiz olduğu o günlerde, bu ikinci kat, bir buluşma mahalli olarak kullanılırdı.
Vapurdan çıkışta ise, iskele ve Kaymakamlık binası arasındaki (U) biçimindeki avlu, taksi parkı olarak kullanılırdı. Özel araba tutkusu henüz yaygınlaşmadığından, hali vakti yerinde olan yolcular evlerine
taksi ile dönerlerdi. Bu kişiler her akşam alıştıkları aynı şoförü tercih ettiklerinden, bu şoförler o saatte başka müşteri almaz, vapur boşalırken 3-5 adım öne çıkıp müşterilerini karşılarlardı.
Bu avlunun bir kenarında ise,daha eski yıllarda yaz mevsiminde, genelde Moda yönüne kısa yolculuk yapacak yolcuların tercih ettikleri faytonlar park ederdi.
İskelenin, şimdiki ’Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’ tarafına bakan alan ise, tramvayların merkez durağı idi. (4) numaralı Bostancı, (6) numaralı Fenerbahçe, (20) numaralı Moda, (12) numaralı Üsküdar, (1) numaralı Kısıklı ve (8) numaralı Gazhane (Hasanpaşa) tramvayları, gemiden boşalan halkı evlerine taşırken, İskele Meydanı yeni bir vapurun yolcuları gelene kadar sükûnete bürünür, bu, geç saatlere kadar böyle sürüp giderdi...
1940 lı, 50’li hattâ 60’lı yıllara kadar, şehrin karşı yakasını Kadıköy’ümüze bağlayan deniz ulaşımı, sadece Kadıköy İskelesi ile yetinmeyip, Moda, Kalamış, Caddebostan, Bostancı’ya da, özellikle iş saatlerinde muntazam seferler de içermekteydi. Gerek şehir nüfusunun, gerekse çalışan hanımların ve sonuçta iki yaka arasındaki yolcu yoğunluğunun bugün ile kıyaslanamayacak kadar az olmasına karşın, deniz yollarına verilen bu önem, şehrin trafik sorununun çözümünde ’ deniz yolu’ nun önceliğinin o yıllarda daha iyi anlaşılmış olduğunu gösteriyor bence...
. O yıllarda Moda, Kalamış, Fenerbahçe, Caddebostan ve Suadiye gibi, Tanrının İstanbul’a cennetten örnek olarak sunduğu bu emsalsiz güzelliklerle bezenmiş ve özellikle gençlerin deniz keyfini en güzel yaşadıkları sayfiye semtleri, Bodrum - Çeşme curcunasının henüz moda haline gelmediği o yıllarda Şişli, Nişantaşı gibi semtlerde oturan zengin ailelerin vaz geçilmez yazlık tercihleriydi
Bu zengin ailelerin reisleri, işe gidiş-gelişlerinde genellikle bu semt iskelelerinden yararlanırlardı. Her ne kadar bu hatlardaki yolculuk ’yandan çarklı gemilerle yapılır ve biraz daha uzunca bir süre alırsa da, hele bahar ve yaz mevsimlerinde, o yılların masmavi Marmara’sında, püfür püfür iyot kokusuyla dolu bu yolculukların keyfini, bugünün mazot ve egzos kokulu ’Boğaz Köprüsü’ işkencesiyle kıyaslamak mümkün mü?
......Ve bu iskelelerden boşalan yolcuları, buram buram manolya veya leylak kokan sakin sokaklarda, çamlık bahçeler içindeki ahşap konaklar beklerdi...
Hele bir de yemekten sonra, ailece yapılan küçük yürüyüşleri süsleyen nefis arnavut dondurması ve unutulmuş bir başka İstanbul nostaljisi olan, ulu çınarlar altına sığınmış bahçe sinemalarında Sezer Sezinli ya da daha sonraları Ayhan Işık’lı - Türkân Şoray’lı siyah-beyaz bir Türk filmi seyretmek varsa....
Ne demiş şair:
’Belki hâlâ o besteler çalınır
Gemiler geçmeyen bir ummanda...’
Bunları yaşamış gözlerimin nemiyle,
Ünal Beşkese
YORUMLAR
Gözlerim dolu dolu okudum ve ahhhh İstanbul amma eski İstanbul ve İstanbul'lular dedim efkarlanarak..
Şimdi öğle mi ya ? Kılıklar ve türkçeler bozuk. ESKİ HANIM VE BEYLERİN YERİNDE TABİRİ CAİZSE KROYUM AMA PARA BENDE!!! Diyenler türemiş ve bozmuşlar coğrafyayı...
Ben çok üzülüyorum efendim, çooook.
Saygımla.
ünal beşkese
Saygılarımla efendim
Güzel İstanbul'umu anlatan harika bir yazı!
Hanımların şıklığı ve beylerin nezaket ve inceliklerini annemden dinlediğim, saygı sevgi ve zerafetle yaşanmış günleri hatırlattı yazınız, çok teşekkürler.
O dönemleri yaşayanlar gerçekten çok şanslıymış!
Teknolojinin gelişmesiyle kolaylaşan hayatımız, bunun yanı sıra yazınız ne güzelliklerin kaybolduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Güzel Türkçe'mizin katlinden tutun da, hiç birbirini tanımayan kişilerin senli benli hitapları!
Anneme hep derim, İstanbul'un en zarif günlerinde yaşamışsınız diye.
Akıcı anlatım diliniz, konunun özelliği beni çok duygulandırdı, tebrikler teşekkürler, saygılarımla.
ünal beşkese
Bu ilgiden aldığım cesaretle, bu konudaki yazılarımı paylaşmaya devam edeceğim.
Saygılarımla efendim,
Ünal Beşkese