- 862 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
...keT mataH
Hayatın kötü gittiği zamanlarda bisikletin gidonunu ters çevirmek nasıl gidişata hakimiyeti daha da zorlaştırırsa, hayatı onun yönüyle kucaklamaktan başka senaryoları zorlasa da arada insan, kazancı sadece; tecrübe adlı bilinmeyen ülkenin bilinmedik bir yemeğini denemek tatmak gibi oluyor...
Umursamaz sanrıları atlattıktan sonra, eski acıların kanıksanmış çemberine dönmek çok daha zor olsa da...
Tavan arasında, kilerde ya da başucunda ’acil durum’ hazırlıkları bulunanlar gibi
en berbat duruma hazırlık hâlinin ya da; yüzüne baka baka ’hiç merak etme’ ’korkulacak birşey yok’ geçer nasılsa! derken bulabildikleri tüm yakınlarına imzalattıkları ’her ihtimali kapsar’ o vizesiz pasaportlu ameliyat öncesi hazırlıklar gibi, saf ve beklentilidir insan bazen... işte ’üzeri kapanmalı’ dahası kapanmış olmalı bir zarfı, yeniden açmak gibi olacak bu hikâye de... bunun bilinci ve o bilinmedik ülkenin vezesiz pasaportunu ’gönüllü’ imzalayarak başlıyorum ben de...
Aşk’ın şimdilerde bu kadar rencide edici ve dilden düşmese de hep serzenir dudaklardan anılması, bana onun hep menşeini ve içinde barındırdığı gizli zamirin
yeterince anlaşılamamış yaş ve zamanlarda çöreklendiği algısı bırakır. Ya bir ateşin en kor zamanına düşer bir başka dal, ya da bir orman yürüyüşünde hiç farkında olamadığın, duymadığın-duyamadığın ağaç sesinde-şarkısında- saklanır...
Yaş kemale ermiş bir zaman diliminde ve bir zamanlar diye tuttuğu eski günlüklerden faydalanan ama genel ’an’ tabiri için ’eskiler ölüdür’ diyen birinin
hayat pedigrisinin ne denli tutarlı olacağı zaten âşikar.Zaten engin bir karine sahibi olamayacağını yutmuş bir karalamacı olduğu gibi...
Peki nedir amacı? bunları yazmakla diyenlere de verecek bir cevabı olmadığı gibi...
Asidi kaçmış gazlı içeceklere sonradan ilave etmenin faydasızlığı çocukluktan bilen, pansuman istemeyen iç acıların moral aşısıyla iyileşmeyeceğini de bilen biri.
Bilir ki unuttum demek en güdük en kadük yalandır. Aslında hiç unutmadığını itiraf!
Bir aşkın tarifi onu zamanında dudaklamış bir mataradan arda kalan izlerden ne kadar olabilirse o kadar olacak işte pâye. Ve olur da okuyanlar sudan mataradan tiksinmesin ıramasın diye hatta belki bir bardak su eşliğinde yıkarlar kendi kirlerini! diye suya sabuna hiç dokunmayacak... Ve bazı yazıların suya ters akis bıraktığını bilenler sorarsa bu yazıda üç nokta nedir! sevmek olarak alınsın, SEVMEK SENİ!
Hayli soğuk bir kasım akşamının üç gün önceden alınmış biletleri bunlar. Her ne kadar şöyle ayılı-dağlı bir film olsun bari ısrarıma rağmen vizyondaki en ’entel’film
maalesef ’ Venüste Aşk’...
Adından da duyumsanabileceği gibi ayakları havada bir şey olmalı.
Bir insan tüm parasını sevgilisinin beğendiği-beğeneceğini umduğu- tarz üst başa
yatırıp bir İngiliz soylusu gibi giyinince, ’ve bu kez büyük ilerlemeyi sağladık’ havasında olunca, ne hava istediği kadar berbat olsun, ne de rüzgâr olabildiğinde
açsın vanaları hiç umurunda olmuyor insanın. O yanında ya nasılsa, tüm hava şartları da tüm zamanlar da Tanrının, her iklimde saadet nasılsa...
Bir sinemanın karanlık hava sahasına saklanmak film seyretmekten çok şeydir bazen! Şimdi bunun alçaklığını ve aşağılığı bırakalım bir tarafa. Tommiksten daha akşam ayrılmış ’ortanın altı’ maddiyatlı bir delikanlı ’üstün en üstü’ zi,lliyetli bir mağduru zor da olda atmış bulabildiği -ayarlayabildiği- en tenha en kenar koltuğa filan da düşünmeyin lütfen! Bir kere biletler bile kazanılmış bir iddanın en iddia makamından yani ondan...
-----’bak sadece sözümü tutmak için buradayım bunu unutma!
Bu beyaz bir zambaktan duyabileceğiniz en en naif en munis ünlemli c ü m l e korkutmadır.
O kar beyaz benzi soğukla birleşince havuç rengi bir allığın en doğal halini görürsünüz o ’dört mevsimi de bahar’ bahçede...
--- ’Tamam, tamam da neden ikide birde öyle kafama vuruyorsun ki; sanki zoraki bir dağa kaldırılmış gibi.’
----- ’Neden olacak o şımarık kafana iyice sok diye!’
Ve becerebildiğim en iyi pandomimleyebildiğim âdeta ezberlediğim o kostüm;
’kışkırtmak’!
--- ’Ama üzüyorsun beni!’
Ve ister istemez zaten kaybetmiş bir iddia makamı önünde göbek atmak her dilde küfüre gebedir. Yine aynı tonla devam ediyorum dik üçgen göğsümle;
--- ’Hem akıllım, ben üç kere daha seyrettim bu filmi, inan sadece senin hatırına
bir daha izleyeceğim!
----- ’yalan konuşma daha yeni girdi film gösterime’
--- ’Filmden bahsetmedim ki ben!’
Ve bunun altındaki anlamı ve alaycı tondu onu çıldırtan resmen deli ediyordun onu
onun çıldırması da beni...
----- ’Bak ağzımı bozdurma benim aşağılık mendebur!’
---’peki tamam, tamam.Ama en azından artık yüksek volümlere atladığım için
bir kanat notum olur değil mi!’
Pamucak yüzü en ufak yalanda ya da hafif kızsa kırılsa bile güneşin batışını seyrettirirdi bana.Dudaklarını ısırtan o hercâi vurdumduymaz nobran serseri yanımdı onu yanımda tutan. Yoksa bir dünya vardı peşinde. Ve bu tavrı bilmediğim bir sebeple seviyordu kadınlar ve bildiğim tek şey vardı, ’bir kadını elde edeceksen
kıskandıracaksın’ hiç sevmese bile inandından dört kolla sarılır sana. Kadınlar kaybetmeyi sevmez. Şimdi onun bana ’zoraki bakmaması’ bile bir şeydi işte. Ve bu tavrı kendini sıkması bile sahici bir yapmacılıktı yakışırdı çekici hoş gelirdi bana... Hele küs olduğu zamanlar...
--- ’Son bir şey daha! Bak bu ’on dakika ara’lar insanlar kavga etsin diye değil bilakis
birbrlerini kucaklasınlar diye hatırlatırım’
Ve erken kış gibi beklemdiğim bu kadar erken ummadığım bir fırtına ;
----- ’Allahım yarebbim’!
Telaffuzunu en sevdiğim, en dalga geçtiğim kelime idi bu. Anneannesinden aldığı Girit damarlı kanı ve onu büyüten o asalet timsali kadının izleri. A ları hafif kırık ve bazı yerlerde e olarak sezdiren ahenki dünya tatlısı bir pelteklik. ve o anda bana bir fırsat daha verdiği için kızarak kendine devam etti. NE kadar çabuk devam edersem o kadar iyi..
-----’Yahu zevk mi alıyorsun sen beni çıldırtmaktan! yoksa hep böyle gerizekalı mısın?’ Öyle şımartmışlar ki seni o ’dalından eksik olmayan kuşlar!’
Ve daha lafını bitirmeden onca kalabalıkta içinde bana vermesini beklediğim
üç koca kalın roman bulunan poşeti kafama geçirdi. Çıkan patırtı ve bizden hayli uzak başkalarının yanına düşen kitaplara, sanki benimle hiç ilgisi yokmuş bende o sesin menşeini arıyanlara karışıp bakınca iyice deli oldu! Geri döndüğümde
beni yüksek topuklu çizmeleriyle çiğner gibi lavaboya girmek üzereydi, dahası kaçmak!
Geri döner mi acaba diye hayıflanırken, sadece hava olsun diye düz camdan mamul ama pahalı çerçeveli gözlükleri dahil tüm nemlerinden arınmış! bir halde
yanaşıyordu yanıma. Arkasında ne var bu gürültülü adımların derken, ben az önce bulunduğumuz ’Aşk İltimas Sevmez’ adlı filmin kocaman afişinin oraya doğru sürükledi.
----- ’Bana bak ben senin bildiklerinden değilim bunu kafana sok’
Sesini öyle kontrolsüz keskin virajlarla bilemişti ki; sağı solu kolaçan ederek ’millet bize bakıyor’ bakışlarım bile umurunda değidi!
-----’sakın beni de o boyalı maymunlar aynı kafese koyma’
Tam kelimeleri bittiğinde elimle hemşire işareti yaptım kontrolsüzce o da buna uydu anlaşılmaz bir şek,ilde.Oysa ben bir tokat hazırlığı içindeydim yalan yok!
Soğuktan burnu dahil küme küme elma şekerleri konmuştu yüzüne yanaklarına...
Hiç ititraz hakkı tanımadan paltomu çıkardım omuzlarına bıraktım. Ve tıpkı onun gibi kaçar adımlarla itiraz etmesini engeller adımlar da içeren bir şekilde hızlıca daldım lavaboya!
Çirkin görünüyordum kendime. Dediği gibi ukala, aşağılık hatta mendebur.
Kimdim ki ona bunca sokuluyor üstelik eziyet ediyordum. Biliyordum ki aslında kendi egomu tatmnden çok bir korku hakimdi duyularımda. çekinr bir ukalalık, korkar bir cesaret. Onun bana meylinin farkındaydım bana yenilmesinin onda oluşturduğu marazı. Ama asıl o benim kortuğumu bilmiyordu. Delice bir korku.Amansız sebepsiz. Bir anda kendimi bir parkta kuğulara ekmek atarken hissettim. Bir adaya sığınmış bir zavallı. Biri ne kadar söverse birine o kadar tutlumuş demekti. Başımda bir sürü belâ vardı cebimde beş kuruş yok. Ama kıskanıyordum onu nedense, kızdığımdan çok.
Döndüğümde yüzümdeki düşünceleri tam yıkayamamış olmalıyım ki; eski hali kuşanamadım bir türlü.
-----’Al paltonu lazım değil!’
Kaldırdı savurdu öylece üzerime. Giydim mecburen Ve tam konuyu değiştirmek gerekir derken, asıl bomba patladı!
-----’Utanmıyorsun değil mi. Hem bana yalvar yakar asılıyorsun hem de cebinde daha teri kurumamış mektupların var!’
Sesinden çok titreyen elinde cebimde dolu olan bir sürü şiirsel karalamalardan
o hep yüzüme vurduğu ’Boyalı maymun’ Pınar’a yazılmış bir kağıt dürümü...
Pınar tüm zamanlarda tanıdığım en güzel en bakımlı ama içi de bir o kadar boş
bir kızdı. Beni ilgilendiren yanı ise O’na yakınlığı!
’utanmıyorsun değil mi’ler ’boyalı maymun’lar uçuşuyordu beynimde. Kızmıştım kendime kırılmış. o resmen âşık olduğum sesinin bunca baltalı olmasına sebep verdiğim için mi yoksa yüzündeki keskin jilet gibi içim dağlayan enkazı mı yıktı geçti köprüleri bilemedim bir müddet. Haddimi aşmıştım evet. İçim burkuldu ve o hercâi alaycı kuşlarım uçtu gitti yüzümden. Belk de o ’yalvar yakar’lı bölümdü beni üzen , dokunan. Ki o zamana dek olmamış birşeydi bu. Hep bir cazibe merkezi gibi
Şanzelize meydanındaki o kutsal heykel gibi gelenlerden seçme ve kaçma arası idim. Bir çoğuna göre doğuştan ’şeytan tüyü’ vardı bende daha bir çoğuna göre ise ’ta kendisi’.
Kendi yaşadığı orta halli semtin dışında yirmili yaşlarda burjuva sayılacak bir ortamda üstelik cebi ’ülkenin basılı en büyük parasını’ görmemiş tanımamış biri olarak bu payeyi yakalamak kolay değildir...
Tüm hayatını alt üst eden ve keşke hiç okumsaydım hiç bulaşmasayfım dediği
hayat idolü ’TEBRİZLİ ŞEMS’ gibi aslında özünde doğru alçakgönüllü dürüst asla haksızlığa tahammül etmeyen oldukça merhametli, bir karınca uğruna bin fil feda edebilir biri.
Üstelik zamparalığı filan da sanıldığı kadar değil. Hele çok sevdiği annesinin
’Aman oğlum hakkımı helal etmem, senin de ablaların var’ nasihati asılı duruken boynunda mıh gibi!
Yüzümün düşmesi ve bu kısa ’zihin toparlamam’ onu hayli etklemiş hatta üzmüştü de. Emindim ki ne dediğini demiş olabileceğini bile düşündü bunca üzen hangi kelimedir diye. Ama ben gibi bırakmak istemedi. Hoştu bu davranış şekli.
----- ’sakın inkar etme.Pınar bana demşti zaten ona şiirler filan yazdığını. Ne sanıyorsun sen kendini istediği daldan dala konabileceğini sana kartal mı, yoksa uzun kuyruklu oynak bir maymun mu?’
Daha fazla dayanamadım. Elimle yarısı yırtılmış ve alıştığı yönün tersinde katlanmış - yani okunduğu hayli belli- kağıdı açtım. Biraz da sertçe olsa ellerinden tutup mısırcının yanındaki sehpaya serdim. Farkındaydıjm ki burnum bir gözlerim üç kat büyümüştü. Ne olduğunu çözmek istercesine yuvası talan olmuş şaşkın üveyik gibi sesimin ikna edci sertliğine boyun eğdi.
---’Dinle beni dedim. Sana tek bir şey diyeceğim tek’
Bu ikinci tek sonra gideceğimi öyle iyi yansıttı ki ben bile hissettim!
ve devam ettim biraz kırgınlığın hırsla karışık ayaklar altındaki yiğitliğin esaretiyle.
’Allah aşkına okur musun şunu ama benim de duyacağım bir şekilde’
İtiraz eder gerek yok gibi gözlerle bakarken ve bildiğim inadının damarı etinden et kesseler okutamazdı o ’Allahın aşkı’ olmasa...
Elifim gözleri büzüşecek ihtimal görünce
mimiklerine bir bir çökecek ferahlık tutmaz yörünge
bilemeyecek belki hiç
doğru vardır pınarlar
akarlar kendilerine kendi diye denize
oysa yoktur suçu günahı hiç denizin
avanesi görünür tonla
tektir makamı oysa tektir şarkısı
karınca bir file pınardan seslenir oysa
Başlamıştı ama sanki bilmesini beklediğim bir yanlışlık vardı.
---’dur dedim öyle değil tersinden okuyacaksın!’
Ve o tersi de sanki sağdan sola kelimeleri iteler gibi gösterdim.
İlk üç dizeyi heceleyerek okudu sağdan sola...
sonra sesi daha da yükselerek.
pı-nar-lar var-dır doğ-ru
de-ni-ze di-ye ken-di ken-di-le-ri-ne a-kar-lar
de-ni-zin hiç su-çu gü-na-hı yok-tur oy-sa
sonra tekrar içinden mırıldandı
ve hiç unutamayacağım bir bakış atarak okudu son dizeyi;
oysa seslenir pınardan file bir karınca!
kaç kere okudu bana bakarak bilmiyorum ama gözlerin kıstı . Şaşkınlığını tabir edemem kelimelerle. Portakal ağacında patates bulmuş gibi ya da buldum buldum diye don gömlek sokağa fırlayan ruh halini anımsatmıyordu. Bu tarifi zor bir bakıştı.
Korkuttu beni.
-----’sen dedi sen gerçekten inanılmaz birisin. Ama bir o kadar da aşağılık evet evet domuz!
Şaka mısın sen yaaa yoksa ermiş mi del mi nesin sen?’ ne istiyorsun benden söyle susam hadi söyle.’
sadece
---’Hİç’ dedim ama içi dolu bir hiçti.
Boğazım doluydu bende onun içini doldurdum.
---’keşke iç ceplerime baksaydın orada yazıyordu nedeni’
------’yalan konuşma iç ceplerin yok bir kere’!
kendini ele veren hırswız gibi oldu. ama önemsemedi bu kez. benim donukluğum durgunluğum değiyordu. ve biliyordum şimdi o ilk alaycı halime neler verirdi.
Öyle bilmişti öyle tanımıştı öyle sevmişti çünkü...
Korkuyordum sadece. Ama içimde yenilme dik dur diyen aptal bir gururum vardı.
Tek bir şey geldi aklıma.
Çünkü ’ben seni deli gibi seviyorum, sana ölürcesine aşığım diyemezdim bir kadına’ Ve ayakkabılarımı bile parçalanana kadar giyerdim. Alışkanlıklarım bir başkaydı. Yitirmeye dayanamazdım önemli şeyleri. Ondan heves etmedim hiç
’acısından pahalı şeylere’... yine tek bir cümleyle bitirdi şeytan işini;
---’Hatırlatmak isterim küçük hanım sadece film seyretmek için buradayız!’
Yürümek istiyordum koşmak, kendimden bile kaçmak...
YORUMLAR
aşkın çaresizliği..bu çaresizliği yaşamadım hiç çok şükür,yaşamak da istemedim hep korktum zaten..
itiraf etmeliyim yazı beklediğimden çok farklıydı.kötü anlamda mı?asla...bunları sizinle olan sanatsal hukukumuza dayanarak yazıyorum,tabi ki bunlar tamamen benim düşüncelerim,benim gözlemlerim..
bir kere yazı bence gereğinden fazla uzun,yani deneme tarzında başlıyor, hikaye tarzında bitiyor peki ama o başlardaki kısımlara ne derecede gerek vardı?yazıya kattığı bir şey var mı ya da en azından başka bir yazı olarak paylaşılamaz mıydı? çünkü başını okuyup pes eden birçok okuyucu olabilir diye düşünüyorum,oysa bana göre yazının asıl numarası ortalarında başlıyor...
pınara yazıdığı şiir ve ordaki trik muazzamdı,zekiceydi.. :)
bir de yine affınıza sığınarak-umarım haddi aşmıyorumdur ama şu defterde özgürce yorum yapıp, alınmayacağını bilerek eleştiri yapabileceğimiz kaç usta var ki? sadece yazı içinde çok fazla oldukları için gözüme batan yazım hatalarını söylemek istedim..yanlış yazılan sözcük sayısı hayli fazla...
haddim değildir eleştirmek,yanlış anlamayın..bu yazıdan önce aramızda geçen bahisten dolayı bu hakkı buldum kendimde..
saygılar Serhat yazar...