Annem-2
Annem yıllarını insanların hayrına adayan, başkaları mutlu oldukça mutluluğu katlanan, hayatın en çok yetim çocukların bir tek gülücüğü için feda etmekten, elinde avucunda ne varsa hiç düşünmeden ve asla zerre miktarda tereddüt etmeden onlar için zevkle harcayabilen kişiliğiyle beni her zaman hayrete düşürmüştür.
Köy ebeliği yaptığı yıllarda Karadeniz’in dar keçi yollarıyla ulaşılan uzak köylerine giren ilk devlet memuru olmuştur.
Bu köylerde yaşayan birçok hasta insana ilk defa iğne yapıp tedavi uyguladığını başkalarından duyduğumda annem gözümde devleşmişti.
Bir tek benim annem olmadığının farkındaydım ve bu beni incitiyordu aslında. Fakir ve ücra köylerdeki özellikle yetim çocukların “ebe annesi” olması, bazen içimde filizlenip boğazıma sarılan “beni az seviyor” kuşkusunu arttırıyor, diğer çocuklardan farklı olabilmek için elimden gelen muzırlığı yaparak beni fark etmesini, ilgisini yalnızca benim üzerimde yoğunlaştırmasını istiyordum.
Bu haylazlıklarımın neticesinde aldığım cezaların, yediğim dayakların yürütme organı olan babam, sebebini anlayamadığı davranış değişikliklerimi daha vuku bulmasına üç yıl olan “ergenliğime “ yorumlayıp “bu da geçer” diyerek her defasında elinden gelen gayreti esirgemiyordu.
Annem fedakârlığın en son sınırında bize bıkkınlık veren haddinde yaşamaktan daima mutlu oldu.
Sabah okula gitmek için uyandığımda yanı başımdaki divanda karnı patlayacakmış gibi şişmiş kadınları görünce bir an önce okula kaçıp, vuku bulacak bir faciadan kendimi kurtarmayı amaçlardım.
Bir başka divanda köylerden erken saatlerde gelmiş hastalar, koltuklarda kocaları, babaları, bir yanda hasta çocuklar ve canı gönülden yırtılırcasına ağlayan bebeklerle büyüdük hep beraber.
Sabahleyin masamızda büfemizdeki bütün bardaklara babam tarafından demlenmiş nefis çayların doldurulduğu kahvaltı sofraları yaşadık.
Annem o hastalarla alakadar olur ilaçlarını alır, fukara olanların ceplerine harçlıklarını koyar, genç kızlara süslü püslü oyalar, yazmalar, takılar alır ve köylerine giden arabalara kadar götürürdü.
Hala çantasında kendi imalatı olan kolyeler, küpeler ve parıldayan oyaların süslediği yazmalar doludur.
Gittiği yerlerdeki yetimleri sevindirmeden duramaz. Bu sebeple biz çocuklarının rızkını dağıttığını düşünüp sıkıntı duyarak anneme kızmışımdır.
Annem verdiklerini asla anmadı, aramadı ve karşılığında hiçbir şey beklemedi. İyilik yaptığı bir âdemoğlunun ona kötülükle karşılık vermesini daima “Allah’a havale” makamında kabullendi ve aynı insanlar ona muhtaç oldukça aynı gayret ve samimiyetle yardımcı oldu.
Onu her zaman başkalarıyla; yetimlerle, öksüzlerle, kimsesiz ve fukaralarla ve hastalarıyla paylaşmak zorunda kaldık.
İki yıl önce dağların eteğinde yaşayan oldukça yaşlı iki felçli hastayı ziyarete gitmiştik.
Evin gelini anneme “sana bir şey söylemek istiyorum abla ama bana kızmayacaksın “ dedi. Annemle fısıldanıp konuşmaya başladılar.
Annemin gözleri gelinin anlattıklarını dinlerken önce kızardı sonra yaş doldu. Ben de “benim de duymam lazım yenge” diyerek ve misafirliğimi cüretkâr bir şekilde kullanarak sandalyemi onlara yanaştırdım.
Gelin hanımın kaynanası yıllar önce hastalanmış, annem de bölgenin ebesi olduğu için köylerine gidince yaşlı kadını muayeneye gitmiş. Annem durumlarını görünce üzülmüş. Çantasından çıkardığı akide şekerleri çocuklara dağıtmış. Birkaç dizi boncuğu da evin kızlarına hediye etmiş.
Yaşlı kadın bu arada annemin elindeki alyansı görüp “bu ne kadar güzel bir yüzük” deyince, annem” beğendin mi?” diye sormuş. Kadıncağız “Beğendim elbet, benim hayatta böyle bir şeyim hiç olmadı” demiş. Annem alyansını çıkarıp yaşlı kadının parmağına geçirmiş.
Yıllar sonra o yaşlı kadının oğlu evlenirken annemin o alyansı genç gelinin parmağına takılmış.
Bir müddet sonra gelin alyansın içerisinde annemin adını görünce önce sinirlenip huysuzluklar yapmaya başlamış. fakat meseleyi kocasından öğrenince yüzüğü anneme iade etmek için aramaya başlamış.
Yıllar geçmiş, ölen ölmüş, kalan kalmış.
İşte o gün kadın “abla senin alyansın bende, içinde senin adın yazıyor, eğer istersen…”
Annem kabul etmedi “ Bu yüzük artık benim değil, o rahmetlinindi ve istediği gibi tasarruf etti” dedi.
Muhtaç olanın ihtiyacını zamanında gidermek iyiliktir. Aç olanı aç iken doyuracaksın. Açık olanı giydireceksin.
Bu anlayış ile annem birçok zaman hiç tanımadığı insanlara üzerindeki paltoyu, elindeki ekmeği tereddüt etmeden ve gözü yerlerde sürünmeden vermiştir.
O şimdi yaptıklarına değil yapamadıklarına üzülüp, “ keşke daha çok olsaydı da daha fazla insana yardım edebilseydim” diyerek hayıflanıp duruyor.
YORUMLAR
Güzeldi erolabi, çok güzel.
Şu an yazdığım hikâyede de böyle bir bölüm var. Ebe kadın (annenin) doğum yapacak kadına verecek hiç bir şeyi yok. Canının yandığından öyle emin ki...!
-al ısır, ısırabildiğin kadar, acın gider belki. Kendi ağzındaki sakızı çıkarıp, doğum yapan kadının ağzına sokuyor.
Çiğne hadi, diyor. Şimdi beben gelir. Çiğne hadi.
Ana olmak zor be erolabi.
Teşekkürler paylaşımın için.
erolabi
Eskilere...şimdi olmayanlara...Ağzından sakız alıp vermek bizim oralarda adettendi..annem köye gidecek olduğumuzda bize sıkı sıkı tembih ederdi "sakın kimsenin ağzından sakız almayın" diye..
Ana olmak dertli olmak değerli Davidoff
Selam ve muhabbetle...
Güzel insanları gördükçe de, okudukça da mutlu oluyorum. Bu güzel hatıraları paylaştığınız için ayrıca teşekkürler.
Selâm ile.
erolabi
nur içinde yatsın....çok şanslı biri imiş senin gibi bir evlada sahipmiş..... sevgiler erolabim