İSTANBUL’UN İNCİSİ ÇENGELKÖY VE ÇINARALTI
İSTANBUL’UN İNCİSİ ÇENGELKÖY VE ÇINARALTI
Sevgili Çengelköy, yaş elliyi geçince, “Haydi çocuklar Çınaraltından bir kayık indirelim, bir Bebek yapalım bakalım Bebek Belediye Gazinosunda kimler var” diyemiyorsuz. Birincisi yaşlar geçkin, ikincisi ise Çınaraltın da kayık ne arar. Eskiden sandallar hamallar iskelesi ve Çınaraltına çekilirdi. Şaka bir yana, temiz havası ve çok kirli deniziyle, hafta sonları İstanbullu’ların uğrak yeri olan tarih kokan Çengelköy, son yıllarda oldukça popüler bir semt haline geldi. Efendim, Çengelköy denilince eskiden, ünlü salatalığı, hamyenen hurması, Sultan Selim inciri, altın ayvası, bağları bahçeleri akla gelirdi. Oysa şimdi Çengelköy börekçisi, Çengelköy simitçisi, Çengelköy (Edirne) yaprak ciğercisi, Çengelköy yoğurtçusu, Çengelköy Balıkçısı, çengelköy lokmacısı, Çengelköy kokoreçcisi, Çengelköy kebapçısı, Çengelköy tatlıcısı Çengelköy ... v.s. akla geliyor. Ve Çengelköy’e gelen pek çok İstanbullu gibi ilk durak, tabii ki meşhur tarihi Çınaraltı.
Çengelköy girişinde ki büyük otoparka arabanızı bırakabilirsiniz. Yaya iseniz, Çengelköy’ün orta yerinde sahile doğru inerek, cami avlusuyla Çınaraltı’nın çay bahçelerini artık iç içe geçmiş ve güzel bir çelişkiyle uyumun simgesi olduğunu göreceksiniz. Camiye yaklaştığınız da yaşlıları, sahile doğru ilerlediğinde gençleri görürsünüz. Çınarın uzayan kolları gençleri hem de namaz saatini bekleyen yaşlıları gölgesi altında barındır. Çaylarını yudumlayan, zeytin ve peynirle ağırlık kazanan kahvaltılarını yapan gençler heyecanlı, neşeli ve yüksek sesle hep sohbet halinde. Üstelik de yer bulmanın bile mucizeye dönüştüğü İstanbul Çengelköy çınaraltı pazarında, gruplar halinde çay bahçesine gelenleri ve gidenleri izlersiniz. Öyle ki, bu grupların öncüleri daha erken gelerek gelecek diğer dostlarının yerlerini sağlama alırlar. Bu koşuşturmaca gece yarılarına kadardevam eder.
Sevgili Çengelköy, biz Mustafa Ünsal, Kayhan Çındemir, Deniz AlverTuncer, Erdal Göksu, Günay Okman, Ener Tınaz, Yüksel Çakmak, Fethi Murat Çağlar, Sadık Altuğ, Engin Ersün, vb gibi, “Eski Çengelköylüler Grubu” olarak hemen her hafta sonu burada , çınaraltında buluşmaya çalışırız. Hayatın hızlı akışı, yavaş yavaş sakin ve huzurlu sohbetlere dönüşür. Gruptaki dostlarımızın hemen hepsi çocukluk arkadaşlarımız olduğundan, eski çınaraltında geçen hatıralarımızı seyrederek yaşamaya çalışırız. Çınarın geniş hem de çok geniş gövdesine arkamızı verip uzattığımız bu seyirden tekrar sohbete döneriz. Diğer yandan kalkanların yerleri hemen dolar. Çınaraltı’nın garsonları hafta içi hep dinlenmişçesine siparişleri yetiştirmek için koşuşturup durur. Bu aralar İstanbul’un mevsim normallerinin üstünde güneşli harika bir havası var. Dolayısıyla, evinden çocuğunu kapan veya gruplar halinde ki her İstanbullu’lu hafta sonları her fırsatta Çengelköy Çınaraltın da soluğu alır.
Efendim, Çınaraltı kırkbeş elli yıl önce, balıkçıların kayıklarının çekek yeriydi. O zamanlar “Yazlık” kavramı gündemde yok iken, hali vakti iyice olan köylüler sandal alarak yazı köyde geçirirdi. Dolayısıyla onların sandallarıda buraya çekilirdi. 70’li Yıllarda, rahmetli Mehmet Ak abimiz nurayı Üsküdar Belediyesinden kiralıyarak uzun süre gazino olarak işletti. O zamanlar “Çınaraltı” yerli değil, yabancı turistlerin gözdesiydi. Her gün Çengelköy iskelesine büyük motorlarla ve Çengelköy iskele meydanına büyük otobüslerle 300- 400 yabancı turist gelirdi. Ne gariptir ki bu turistleri ağırlayacak turizm potansiyeline Çengelköy hazır değildi. O yüzden turistler Seval pastanesi, kuru yemişçi ve Çınaraltında ki yüz kişiyi geçmeyen gazinoda ağırlanırdı. Dolayısıyla bir gün bu musluk tıkanıverdi. Artık turizm potansiyeli eksikliğinden mi yoksa tur oporetörlerinin dikkatini başka yerlere çekilmesimiydi bilemiyoruz.
Bu gün çevremiz yine Çengelköy’ün ihtiyarlarıyla çevrili. Bu defa bir başka Çengelköylü’yü sohbete ikna etme çabası içindeyiz. Bisikletli Turgut abiyi, yaşı yetmişi aşkın olmasına rağmen o bisikletine binmeye devam etmekte. Biz, “Turgut abi gel bir çayımızı iç” diyoruz ama o Nuh diyor Peygamber demiyor. Engin Ersün ile sohbet ortamızı açıyoruz. Baba Engin, daha sohbetin başında gündemi belirliyor. "Bu Çınar eskiden denize kadar uzanır giderdi. Sonra denize uzayan kolunu kestiler," diyor. Bu kolu kesimi 1965’li yıllarda oluyor. Bu arada bizim gruptan doğma büyüme Çengelköylü Yüksel Çakmak denize doğru uzayan kollarından birinin koptuğu ve altında kalan kahvecinin öldüğünü söylüyor. Kaza sadece ölümle de atlatılmamış üstelik. Bir de yaralıdan bahsediliyor. Ama işin esası yaralı dedikleri adam şimdi felç. Bunun üzerine Çınarın tehlike saçan uzun kolu budanıyor ve denizle de bağı kesiliyor. Bu kez Kayhan Çındemir’den Çınaraltı’yla ilgili bir detay daha geliyor. "Buralar hep dolduruldu. Eskiden tam çınarın gövdesinin olduğu yere hayvanlarla odun getirirlerdi tepelerden. Fırın, bu hayvanlarla getirilen odunları yakardı” diyor.
Çınarın öldüren kollarından Çengelköy’ün değişimine dönüyoruz. Günay Okman’a göre Çengelköy’ün temiz havası İstanbul’un başka hiç bir semtinde yok. Hatta bu havanın bronşit hastalar için çok iyi geldiğini söylüyor. Bir arkadaşının QA hastası rahmetli babası, karşı yakadaki diğer çocuklarının yanında kaldığında rahat edemezmiş ama ne zaman Çengelköy’e gelse şikâyetleri son bulurmuş. Ahmet Şefkati kabacalı "On yıldır Çengelköy çok kalabalık oldu" serzenişleriyle çınaraltının ihtiyar delikanlıları asıl şikâyetlerine giriş yapıyor. Mustafa Günsay, "Eskiden herkes birbirini tanırdı buralarda. Hatta vapurda kimin nereye oturacağı bile belliydi. Çünkü hep aynı yere aynı kişiler oturur ve yolculuk öyle başlardı" diye anlatımını sürdürüyor. "Bu hava hiç bir yerde yok, Osmanlı zamanına bile ruh sağlığı bozuk hastalara Çengelköy’ün havası tavsiye edilirmiş" diye cümleyi tamamlıyor. Çengelköy’den bahsederiz de bostanlar unutulur mu?
Ener Tınaz’ın bu konuda da anlatacakları var. "Bütün zerzevatlar burada yetişirdi. Buranın bahçıvanları Rumlardı. Hurmadan fasulyeye kadar onlar yetiştirirdi. 6–7 Eylül olaylarından sonra Rum komşuların yavaş yavaş Çengelköy ’ den göç ettiklerini gördük. Bu kez Kayhan aldı sazı eline; Çocuklar, “Hatırlamıyor musunuz eski ayazma şenliklerini. Hepimiz sabah erken yukarı ayazmadaki yerimizi alırdık. Ayazma tüm İstanbuldan gelen Rumlarla dolar taşardı. Köşede bir “Laterna” (kol ile çevrilerek, içindeki çelik levhaların tınlamasıyla çalınan eski bir müzik kutusu) sirtaki çalar, genç kızlar değme dansözlere taş çıkartırcasına oynarlardı. Davetkar bakışlarla içimizi bayıltırlardı. Artık kilisenin çevresinde az sayıda Rum var " diye Çengelköy’ün gerilerde kalan kültürlülüğüne işaret ediyor. Bizlerde birbirimize acı ve elemle bakarak, köyümüzün şu an ki kültürsüzlüğüne işaret ediyoruz. Eee ne yapalım, acı ama gerçek bu, sevgili okur.
Çengelköy’ü hep aşağılarından anlatmış olmanın sıkıntısıyla birazda yukarılarından söz etme gereği duyuyor Günay Okman. Ve diyor ki; "Çengelköy’ün yukarıları hep bostan ve bahçeydi. Biz oralarda kışın bostanlara gelen çakallara bile rastlıyorduk. Her yer betona dönüşünce ne çakal kaldı, ne de bostan" sözleriyle pişmanlıkla birlikte bir özlemle sohbete noktayı koyuyordu. Günay haklı 1987 sayımında 8000 olan Çengelköy’ün nüfusu, şimdilerde neredeyse 220.000 oldu. Nedeni ise Çengelköy’ün zeminininkayalık ve depreme çok dayanıklı olması tabii ki. Bu sefer sohbetin balen eski bir baş rolünde bizim gruptan Sadık Altuğ var. "Elli küsur yıldır buradayım, burası sakin bir köydü. Arabada yoktu, trafikte. Çok çok sahile kayıklar gelir, ulaşımımızı da vapurlarla yapardık" diye eski günleri yeniden yaşamaya başlıyor. "Çengelköy buram buram çiçek kokardı. İstanbul’un her yerini bilirim. Ne zaman Kuzguncuk’tan bu yana doğru vapur hareketlense ortalığı çiçek kokusu sarmaya başlardı. Çünkü hayat burada başlardı". Deniz Alver Tuncer, sohbet sırasında buranın İstanbul’da en pahalı yer olduğunu sıkıştırmadan da edemiyor. Ona göre; Çengelköy en güzel yerde ama en pahalı yerde yine burası” dediğinde ise gruptaki bütün arkadaşlar ona hak vermekle kalmıyor, elli yıl önce de Çengelköy böyle pahalıydı diyerek onu tasdik ediyorlardı. Çengelköy’de sabahın bostancıların, bahçelerdeki işleriyle başladığını aktaran Yüksel Çakmak, "İskele her sabah bostan sandıklarıyla dolardı. Çünkü bahçelerden toplanan bu zerzevatlar, vapurla veya yine köye kuru gıda ve diğer sebzeleri getiren motorlarla Eminönü gönderilirdi” diyerek, bu pahalılığın nedeninin elli altmış yıldır anlaşılamadığını vurguluyordu.
Sevgili çengelköy, Çınaraltı sohbetinin renkli coşkusu sırasında hemen yanımızdaki rahmetli mısırcı Erhan’ı gözden kaçırmışız. Rahmetli Şerif’in kardeşi olan ve zamanında çok alkol içen ama 10–15 yıldır tövbekâr olan bu arkadaşımız kendini alkolün pençesinden kurtarmakla kalmamış çınaraltında açtığı haşlanmış mısır, patlamış mısır, kestane kebap ve kağıt helva satarak durumunu da düzeltmiştir. Şu an da taze mısırları bir yandan soyuyor, diğer yandan tarihten kalma kazana atıyor. Birbirinden güzel süt mısırlarını tadabilmemiz için sabırdan başka çaremiz yok. 50’li yaşlara yaklaşan Erhan "bu kazanı altmış milyon verip her yıl kalaylatıyorum” diyor. Doğma büyüme Çengelköylü rahmetli Erhan ile sohbet balon alan küçük çocuklar nedeniyle sıklıkla bölünüyor. Halâ içme fırsatı bulamadığımız çayı söyleme vaktinin geldiğini düşünüyoruz. Kalbimizi okuyan garsonların tepsiye koydukları çaylardan birini alıyoruz. Bir yandan çayı yudumlayıp, diğer yandan huzuru hissediyoruz.
Çengelköy’ ün içinden geçip uzayan caddede adımlamaya başlıyoruz. Bu kez yönümüz Kuleliye dönük. Bir yandan araçlar diğer yanda yayalar. Çengelköy bu pazar daha bir kalabalık. Bizim tercihimiz bu mevsimde Çengelköy’ün doğal çikolatalı hamyenen ile böğürtleni. Bu arada manav Halis’in tezgahından bir kaç tane de incire uzanıp midemize indiriyoruz. Sonra ver elini sahil yalıları. Çengelköy demek birazda yalı demek zaten. Evliya Çelebi zamanına kadar giden yalıların tarihleri değil ama bugünlerini düşünüyoruz. Yenilenen restore edilen yalılar gözümüze çarpıyor. Boğazın incileri yalılar yıllara meydan okuyor. Kültürümüzün bu aristokrat yansıması yalılar, Çengelköy’ü orta sınıf bir semt olmaktan uzaklaştırıyor. Geriye dönüp Çengelköy’ün dar sokaklarına giriyoruz. Çengelköy sokaklarında kâh bir çeşme, kâh bir ahşap konak, arkadaşlarımızı cezp etmeyi başarıyor. Yorgunluk belirtileriyle birlikte ver elini yine çınaraltı. Bu defa ertelenmiş mısır ziyafeti için beklemeye lüzum yok mısırlar haşlanmış. İnanılmaz bir sıcaklıkla elimize tutuşturulan süt mısırları ısırmak için beklemeye lüzum yok. İlk ısırmamızın ardından kanaat ortak. İstanbul’un en güzel süt mısırı burada Erhan’ın kazanında pişiyor. Buralara gelip de mısırlardan yemeden gitmeyin diyorum. Sağlıkla kalınız...
Hüseyin Tuna... Tunacan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.