- 590 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÇAPKINLIĞIN SONU
Eski camlar bardak olmuştu.
Bursa’daki ufak havlu üreticileri gelişen modern teknolojiye ayak uyduramamışlardı, birer birer işyerlerini kapatıyorlardı ya da yeni arayışlara giriyorlardı.
Kayınçosuyla ortak havlu üretim atölyesi işleten ve bir zamanlar deli para kazanan Ahmet abi de havluculuktan gitgide daha az para kazandığını görünce branş değiştirmeye karar vermişti, pide- cantık imal eden bir fırın işletmeye karar verdiğinde havlu atölyesini oğlu İlhan’a bırakmıştı.
İlhan idealistti, babasının para kazanamadığı gerekçesiyle havlu üretiminden çıkmasını da pek anlayışla karşılamıyordu.
İlhan’a sorulursa, kabahat zamanda değil, insandaydı.
İnsan isterse tekeden süt çıkarırdı.
Hazır elde kurulu işyeri varken pes etmek kolaycılıktı, kolaycılık da basit insanların işiydi.
İlhan babasının bıraktığı havlu atölyesini işletmeye başladığında; babasının neler çektiğini, özellikle işçilerle karşılaştığı sorunların neler olduğunu hakkıyla bilmiyordu.
Fazla zaman geçmeden öğrendi İlhan; bir insan ne kadar özverili olursa olsun, karşındaki insan iyiniyetli değilse, yaptığı her türlü fedakarlık akıntıya kürek çekmekten farksızdı.
İşçiler, işyerinin mali durumunu dikkate almadan aşırı taleplerde bulunmaya başlamışlardı.
Önceleri, İlhan işçilerin her isteğini makul bulmuş karşılamışsa da, giderek artan isteklerle karşılaşınca da işçilerin bir bölümünü işten çıkararak atölyesini küçültme yoluna gitmişti.
İşten çıkarılanlar arasında dokumacı işçiler olduğu gibi, üretim azaldığı için konfeksiyondaski kız işçileri de işten çıkarılmıştı, havlu kenarlarını dikim işini de civardaki evlerde dikiş dikenlere bırakmıştı.
Havlu dokuma tezgahından çıkarılan havlular çuvala dolduruluyor, içinde kaç boy/ adet havlu olduğununu gösterir bir pusulayla dikiş dikilen eve götürülüyor, dikilenler alınarak atölyeye getiriliyordu.
Aradan bir müddet zaman geçince İlhan arkadaşı Mehmet’in yanına geldi, laflamaya başladı.
Sohbet koyulaşmıştı, laf bir ara döndü, dolaştı, İlhan’ın bir sırrını arkadaşına açmasına dayandı.
İlhan, sanki etraflarında kulak misafiri olanlar varmış gibi sesini alçalttı, arkadaşına doğru biraz daha yaklaştı, aga dedi,ben havlu kenarı diken kadınla işi pişirdim.
Havluları almaya gittiğimde içeri giriyorum, dipteki odaya geçiyoruz, kadınla havet oluyoruz.
Yapma İlhan dedi, arkadaşı Mehmet.
Oğlum sen yeni evlisin.
Evleneli daha kaç ay oldu?
Bu işin kokusu çıkarsa halin ne olur?
Aslında arkadaşı İlhan’ı yıllardan beri tanıyan Mehmet boşuna çene yorduğunu, İlhan’ın bekarken de çok çapkın olduğunu, daldan dala konduğunu çok iyi biliyordu ama yine de uyarmaktan kendini alamıyordu.
İlhan elini havaya salladı, boooşşşveeer dedi, sanki matah bir iş yapıyormuşcasına.
Alan razı, veren razı.
İki gönül bir olunca samanlık seyran olur.
Hoş, biz samanlığı değil, sünger yatağı tercih ediyoruz ya, o da ayrı mesele.
Mehmet’in bütün hoşnutlusuzluğuna rahmen İlhan anlattıkça açılıyor, açıldıkça anlatıyordu.
Havlu kenarı dikerek evin nafakasını çıkarmaya çalışan kadınla kocası yıllar önce Anadolu’nun bilmem hangi köşesinden Bursa’ya yerleşen kadının kocası bir zaman sonra işçi olarak yurtdışına gitmiş, gidiş o gidişmiş.
İlk dönemde biraz para yollasa da, sonraları onu da kesmiş, çoluğunu, çocuğunu her anlamda terk etmiş.
Kadın da, bir işyerine girip para kazanmaktansa evde para kazanmanın derdine düşmüş, havlu kenarı dikerek para kazanmayı düşünmüş.
Böylece hem eve para girecekmiş, hem de çocuklarına göz kulak olabilecekmiş.
Mehmet istediği kadar, ’’bu yol yol değil, bırak bu sakat yolu’’ dese de İlhan kadının meziyetlerini sayıp dökmekten geri durmuyordu.
Aga diyordu laf arasında.
Kadını bir görsen bana hak verirsin.
Güzelliğinin yanı sıra bir ateşli ki aklın durur.
Ben o kadar kadın tanıdım, bunun gibi ateşlisini görmedim.
Kadında yılların cinsel açlığı var.
Ben ona taarruz edeceğime, o bana aldırıyor.
Yarım saat birlikte oluyoruz, beni iliğimi, kemiğimi kututuyor, bu gidişle eve gücüm kalmayacak!
Sohbet sona erdiğinde İlhan Mehmet’in yanından ayrılmıştı, herkes kendi işine odaklanmıştı.
Aradan ya bir yada bir buçuk ay geçmişti.
İlhan bir kez daha arkadaşı Mehmet’in yanına geldi.
Ada sandalyeye oturmadan , biliyor musun ne oldu? Deyiverdi.
Mehmet soran gözlerle ne odu? Diyemeden İlhan bir çırpıda ağzındakini döküverdi:
Hani sana anlarmıştım, ateşli bir hatun vardı.
işte o kadın başıma ne çorap ördü, bir bilsen.
Ve devamını anlatmaya koyuldu.
İlhan bir süre sonra çok ateşli dediği kadından bıkmış, usanmış, kadını terk etmiş.
Kadın da bunu gurur meselesi yapmış, İlhan’ın atölyesinin civarındaki esnaftan İlhan’ın evini öğrenmiş, gitmiş, kapıya dayanmış.
Kapıyı İlhan’ın 17 yaşındaki 5 aylık hamile eşi açmış.
Kadın, bu ev İlhan’ın evi mi diye sormuş.
Evet yanıtını alınca da sen İlhan’ın eşi misin? Sorduğu soruya olumlu cevap alınca da içeri girmiş, İlhan’ı yaptıklarını bir bir sayıp dökmeye başlamış.
Ve ondan sonra da İlhan’ın evinde kızılca kıyamet kopmuş.
İlhgan’ın eşi; bir telefonla, anasını, babasını çağırmış, meseleyi aktarmış, boşanmak istediğini söylemiş.
Meseleden İlhan’ın ana- babası da haberdar olunca da ortalık daha fazla alevlenmiş, kavga, dövüş olmuş, iş mahkemeye aksetmiş.
Bir yandan darp davası, bir yandan boşanma davası açılmış.
Mahkemeye çıkmadan önce iki tarafın güngörmüşleri toplanmışlar, meseleyi kendi aralarında halletmeye karar vermişler.
Netice de İlhan’ın eşinin 5 aylık hamile oluşu koz olarak kullanılmış, doğacak çocuğun babasız büyümemesi için İlhan’ın affedilmesi istenmiş.
Karşılığında da İlhan’ın damda gezen dişi kediye bile bakmayacağı konusunda teminat verilmiş.
İlhan’a bakılırsa; teminattan çok, İlhan’ın eşinin üzerine yapılan üzüm bağı tapusu işe yaramış.
Köydeki bağlardan biri İlhan’ın eşinin üzerine devredilince de mesele fazla büyütülmeden kapatılmış...