KAFEDEKİLER:..5
Bende nedenini anlamamıştım, yaz ortasında nezle olup yatak döşek yatmak. Hem de iki gün yatmak çok ağardı benim için. Bir ara ölüyorum sanmıştım. Ölüm o kadar yakınımdaydı ki, gülmeyin abartıyorsam namerdim. Arka arkaya öyle hapşırıyordum ki, nefes almaya zaman bulamıyor boğulma tehlikesi yaşıyordum. Zaten görme sorunu yaşıyordum, şimdi de iyice kör olmuştum. Gözlerimi açıp da insanların yüzüne bakamıyor, baktığımda ise insanları çatallı görüyordum. Mendil elimde, elim burnumda dolaşıyordum ve yağmur damlaları gibi damlıyordu yere, elimi burnumdan çektiğimde. Nezle m hep ağır geçerdi de, böylesine hiç yakalanmamıştı m. Öksürük hapşırığa karışınca zor anlar yaşıyordum. Hapşırık geçmişti de, öksürük devam ediyordu, nezlemde geçmemişti henüz. Anlaşılan, kışı hasta geçirmiştim, yazıda hasta olarak bitirecektim.
Gözdenin ablası benim arkadaşımdı, En iyisi onu arayıp, yazılarımı geri alayım diye düşündüm. Nasılsa bir şey çıkmadı, çıkmayacakta bu çok net bir şekilde anlaşılmıştı.
Bari yazılarımı geri alıp, bende dursunlar dedim kendi kendime. Öylede yaptım. Arkadaşımı aradım ve yazılarımı geri istedim O da bir ay sonra sana bir alo der gelip, yazılarını alırsın demişti bana. Bu konuşmanın üzerinden iki ay gibi bir zaman geçmesine rağmen, ne aramış nede sormuştu. Bir şey çıkmayacağını biliyordum da, hani insan gene de merak ediyordu, kimseye bir şey söyleyemese de. Arkadaşımı aradığımda ise, arkadaşım, benim haberim yok demişti. Şimdi yeniden arayıp, Kazım KOYUNCU ölmüştü ya, gazeteler de Gözde diye birinden bahsediyorlardı soyadını vermeden. Kazım KOYUNCUNUN nişanlısı diye. Hem bunu sorarım, hem de çaktırmadan yazılarımı ne zaman alabilirim diye soracaktım. Öylede yaptım
Arkadaşım, öyle bir şey yok, O Gözde başka Gözde Nişanlısı olan Gözde yurt dışında okuyor, onu orada Kazım okutuyor dedi. Çok ağladı ve sürekli bayıldı. Bizim Gözde o sırada Antalya da tatildeydi. Ölünce telefonla ona haber verildi, buradaki cenazeye katıldı ama o cenazeyle birlikte Hopa ya gitmedi, diye bitirmişti sözünü arkadaşım.
Tatil deyince beni neden aramadığı da belli olmuştu, ben gene de usulen sordum, arkadaşıma, arkadaşım, benim haberim yok dedi. Gözde’nin çok işi vardı, çok gelen gideni oldu, fırsat bulup, senin yazıları okuyamamıştır
Kız kardeşimden aldığı besteleri de sordum.
Arkadaşım, Onlardan da haberi yok dedi.
Gözde konuşup, bize kendini anlatırken mangal da kül bırakmamıştı, bizde zannetmiştik ki, ne zannetmiştik bilmiyorum. Ben bu durumu anlamıştım da, kardeşime söz geçirememiştim. Elbette ki bir ayda her şey olup bitmezdi ama en azından bir hareketlilik, yada bir fikir verebilirdi. Bu sürecin epey uzun olacağını biliyordum. Aramamıştı, arayacağını da sanmıyordum. O gün Kadıköy’e Telekom’a kadar gitmiştim, sanırım evleri o sokağın bitiminde olmalıydı evleri, gideyim dedim, vaz geçtim. Başka işlerim vardı Nüfus dairesinden bazı kağıtlar almam gerekiyordu. Aylığımı almış, çocukların aylıkları kesilince, bana kalan para ancak kiraya yetiyordu, iki yüz bin lira. Ankara ya dilekçe yollamış, kesilen paranın bana dönmesi istemiştik. Bunun için benim nüfus dairesinden bir kağıt almam gerekiyordu, hani evlenip evlenmediğime dair. Kolay olmuştu o kağıdı almam.
Hava öylesine sıcak, öylesine nemliydi ki, nefes almakta zorlanıyordum, iyice tıkanmış burnum kütük olmuş ağzım açık yürüyordum. Bu hastalık ne yazın ne de kışın çekiliyordu. Bu yaz aylarında benim gibi kaç kişi nezle olmuştur acaba diye düşündüm) Hem yürüyor hem de etrafıma bakınıyordum, kimse benim gibi, mendil elinde eli burnunda dolaşmıyordu Yatmam gerekirken, oradan oraya koşturup duruyordum o halimle
Yürüyordum, hep o buruk, hep o hüzün halim vardı yüzümde. İçimde ise kırık aynaların çizdiği çiziklerden doluydu. Her çiziği hissediyor her çiziğin verdiği acı canımı yakıyordu.
Bir yandan da, hem eşimin hem de kendi ailemi gözden geçiriyordum, kimler vardı kimler yoktu, hiç kimseler yoktu. Ben sadece benimleydim
Bir mağazaya girip, Okan’ın çok uzun zamandır istediği o pantolonu aldım. Kadıköy’e giderken arabayla gitmiş, geri dönerken yürüyerek dönecektim. Kendimi hiç iyi hissetmiyordum, yürümek için halim yoktu, gene arabayla döndüm kafeye.
Kafeye geldiğimde kafe bom boştu, saat öğleni geçmesine rağmen henüz siftah yapmamıştık. Bu işler böyleydi, bir bakıyorsunuz iyi, bir bakıyorsunuz böyle, hiç belli olmuyordu yani, gel de buna güvenerek borca gir, nasıl? Bizde ise borç defteri ağzına kadar doluydu, kim ister kim ödeyecek. O borçluların birçoğu artık kafeye uğramıyorlardı bile. Ben devreye giriyor telefonlar açıyordum ama o telefonlar ya açılmıyor, ya da yüzüme kapatılıyordu. Gitti paralar demekten başka yapacak bir şey yoktu, işimiz kalmıştı Allaha.
Volkan, sen karışma, ben hallederim diyordu bana, ona oğlum şu alacakları isteyelim mi dediğimde, nerde Volkan? Hani Volkan? Aması biraz şaşırtmıştı beni. Olması güzel bir şeydi ama ben kendimi hazırlamıştım bu durum, hani her şeye yeniden başlamak zor oluyordu biz kadınlar için. Hem nezle, hem de o olunca
Hayatımda sonradan pişman olacağım bir sürü hata yapmıştım, işte bu kafeyi açmak da o hatalardan biriydi. Ahlayıp vahlanıyordum ama son pişmanlık çare etmiyordu bütün bu vahlanmalara. Akıllanamıyordum, galiba bu gidişle bu akılla hata yapmaya devam edecektim.
Dün gibi o günde işsiz günlerden birini daha yaşıyorduk, bekliyorduk ördeklerden, düşer mi diye, düşer mi düşer. İyi bir söz değildi ama sıkılınca sinirlenince insan her şeyi konuşuyordu böyle. Kos kocaman kafe de, bir ben bir Okan, bir de eski müşterilerden birisi vardı kafenin balkon kısmında. Gelir, gelirler inşallah, inşallah.
Şehrin bu sokağı, ölü bir şehirden farksızdı, ta ki karşılardan bir yerden tak -tak sesleri gelinceye kadar.
Günlerden pazardı ve öyle ahım şahım bir şeyler yoktu, güneş henüz parlamamış, gökyüzün de ara ara bulutlar vardı. Henüz sabah sayılırdı, gün daha çok erkendi ama olsun, gene de çok garip bir sessizlik vardı. Belki Pazar diye insanlar bir yerlere gitmişlerdi, belki köylerine, belki piknik için bir yerlere, belki de ailesiyle güzel bir kahvaltı yapacaklardır, demi ya..
İnsanlar hep bir sessizlik arar ya, bu bence şehir yaşantısına uygun değil. Gürültü şehrin bir parçası olmuş, alışkanlık yapmıştı bile. Kadıköy meydanında bir miting düzenlenmişti Sivata yakılan insanlar için, o mitinge katılacaktım ama katılamamıştım.
Erkenden eve gidip bazı işlerim vardı onları hallettim. Bir türlü peşimi bırakmıyordu bu hastalık, bir ilaç alıp yattım, yatarken de, saat çok erken dedim kendi kendime, uyumuşum, uyanınca da zaman çoktan geçip gitmişti, geçmeyen benim baş ağrımdı. Olmam artık diye düşünürken bir anda olunca biraz şaşırdım aslında, iki yıldan beri menopozla uğraşıyordum bilmeden, tamam bitti derken yeniden ol düşünün halimi ne haldeydim. Bu dürüm en çok görmemi engelliyordu, neredeyse üç metre ötesini göremiyor, İnsanların yüzüne bakmaya zorlanıyordum. Ya bir türlü anlayamıyordum, ben neden bu kadar çok hastalanıyordum?
O gün yattım biraz dinlendim sayılırdı da, sürekli kafamda kafe ve alacaklarımız ve borçlarımız vardı. Sürekli bunları düşünüyor, düşündükçe de iyileşemiyordum. Borçlar çok değildi ama alacaklar çoktu, onları nasıl alabiliriz, alamayacağımıza kesin gözüyle bakıyordum artık. Ben. Devreye gireyim diyorum ama olmuyordu, bu gidişle girecektim galiba. Yığınla fatura var ama ortada para yoktu Tamam yarın vereceğiz, oluyor yarın, yok yarın vereceğiz, olmadı bir türlü bunların yarınları bitmiyordu. Volkan da bana, tamam anne merak etme yarın verecekler ben halledeceğim diyordu.
Volkan ortalarda yoktu, Okan da henüz gelmemişti. Ben kafe de Özgürle beraber oturuyordum. Başımın ağrısı kulağıma vurmuş, canım çok yanıyordu ve ayakta duracak halim yoktu Oğullarımdan hiç biri de ortalarda görünmüyordu. Müşteriler de tek- tek gelmeye başlamıştı ama öyle çok uzun süreli oturmuyorlardı. Yani para bırakan müşterilerden değillerdi, ama gelmiş olmaları beni sevindiriyordu gene de. İlk bir hafta ve son bir hafta işler iyi gitmiyordu, bu da benim sinirlerimi bozuyor ip gibi geriliyordum. Eskisi gibi de yazamıyordum, yazdıkça rahatlıyordum oysaki.
Özgürün babası geldi kafeye, günaydın abla dedi.
Günaydın, dedim gülümseyerek. İçeri girdi oturmak için bir masa seçmişti kendine
Oğlu ona benden bahsetmiş, yazdığımı söylemişti. O önce Okan’ın yazdığını anlamış, Okan yazıyor sanmış.
Özgür, yok Okan ağabey değil, annesi yazıyor deyince, iyice meraklanmıştı
Oğluna, yani Özgüre, benimle röportaj eder mi? Diye sormuş, sonra da kendi kendine, boş ver demiş. Adam oldukça olgun birine benziyordu, konuşmaları hareketleri oldukça medeniceydi.
Adamı epey bir zamandır görüyordum ama hiç sohbet etmiyorduk, sadece merhabalaşıyorduk o kadar.
Özgür sık sık babasından bahsediyor ve Alevi olduklarını herkesten saklıyordu ama bana söylemişti. Özgür, biz aleviyiz ama kimseye söylemiyoruz derken, sesiz konuşuyor ve de kendini kasıyordu. Karmaşık duygular yaşıyor ve kendini çok ezik hissediyordu Özgür çok garip bir çocuktu. Biri olunca yanında, saldırgan kavgacı, böyle bakıyorsun cin gibiydi ama yalnız olunca, çok ürkek çok korkuyordu etrafında olup bitenlerden.
Hani filmlerde olur ya, arkadaşlar arasında hep kavga eden, hep ön planda duran, ama gerçek bir kavgada ise ilk kaçan ya da kenarda durup hem seyreder hem de kendi kendine döver gibi hareketler yapan o çocuk tiplerden işte. Özgür bir yerden bir yere laf taşıyan, laf dinleyen ve ortalığı birbirine katan bir huyu vardı Bu laf taşıma yüzden, birkaç kez de dayak yemiş hala akıllanmamıştı.
Allah bir çene vermiş, gerisini koy vermiş derler ya, işte tam buna uyuyordu. Kısa zaman içerisinde hemen hemen tüm ailesini tanımıştım, bu çene düşüklüğü tüm ailede vardı.
Babası benimle aynı yaşlarda ve eski devrimcilerindendi.
Annesi daha gençti babasından ama oldukça toplu ve güzel sayılabilecek bir kadındı
Dedesi çok sevilen biri değilmiş bu mahallede, sürekli bağırıp çağıran biriymiş, bu konuda Özgürün babası beni uyarmıştı, o yaşlıdır bağırırsa sen idare et diye.
Özgür babasının da siyasi suçlardan cezaevinde yattığını söylemişti geçen günlerden, birinde.. Daha öncede bahsetmiştim, bizlerin kahveci adıyla tanıdığımız bir müşteri, oldukça iyi bir müşteriydi. Bu kahveciyi kırmamak için ona hizmette kusur etmiyor, hepimiz itinalı davranıyorduk. Özgür, bu adamla babasının yirmi yıldan fazladır, arkadaş olduklarını söyleyince, çok şaşırmıştım. O da cezaevine girip çıkmıştı ama nedenini bilmiyorum diyordu Özgür.
Babasının cezaevinde giriş nedenlerini anlatırken, bir elini öteki eline alarak, başlıyordu parmaklarını saymaya, çok tuhaf bir tavır takınıyordu Parmaklarını sayıyor parmaklarıyla oynuyor amansız bir takipmiş gibi nefes almadan konuşup yüzü bir anda değişiyordu, kıp kırmızı oluyordu
Özgür, benim babam kimseyi soymadı, kimseye tecavüz etmedi, çalmadı çırpmadı ama üç yılı cezaevinde geçti ve ekledi. Bu mahallede bir kadın vardı ve buradaki birçok kadını satıyormuş. Babam ve diğer arkadaşları bu kadını tuzağa düşürüp, onu bir güzel dövüp polise vermişlerdi. Benim babam böyle işte derken, hem çok heyecanlanıyor, hem de bir şeylerin savunmasını yapıyordu kendince.
Özgüre, babasının neden cezaevinde yattığını sordum?
Boynunu bükerek, siyasi derken, hiçte heyecanla anlatmıyordu ötekilerini anlattığı gibi
Biraz utanıyor, biraz çekiniyordu. Henüz yaşı küçüktü, o yıl altıncı sınıfa gidecekti.
Gündüz Yavuz..
YORUMLAR
Biraz ara vermiştim...
Kaldığım yeri zor toparladım.
Ama ilgiyle okumayı sürdüreceğim Gündüz Hanım.
Güzel öykünüz için kutluyorum.
pomborya
çok tşk ederim Sağolun ilginiz için..