- 1498 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
İmge Mezarlığı
Edebiyat nereye gidiyor? Nereye gidiyor derken, geldiği yeri çoktan unuttuğumuz belli. Elbette edebiyat değil, edebiyat yapmak ve edebiyat yapamamak arasında sıkışıp kalmış kalem sahiplerinden söz ediyorum. Hani o yazdıklarından bir mana çıkaramadığımız, hani o kendi yazdıklarını kendileri dahi anlamayan, hani o ağdalı kelimelerini sündürdükçe süründüren ve cümlelerini imge mezarlığına çeviren yazar insanlarımızdan...
Afili duruyor diye alengerli her kelimeyi yazdıklarına kopyalayıp yapıştıran, zengin kelime dağarcığını! gözümüze gözümüze sokan, yükte ağır, manada hafif eserlerinin içler acısı haline üzülüp; ’Kral çıplak!’ diye bağırsanız, ’kral banyo yapıyor ya hu!’ diyebilecek kadar hadsiz ve pervasız insanlar bunlar. Kralın halkın önünde banyo yapmasının onları utandırmaması tuhafınıza gidiyor diye isyan etseniz ne fayda! Adı üzerinde kral bu. Bir ismi var, bir cismi var, bir ağırlığı var. Ne söylese kabulümüz, neyi katletse boynumuz kıldan ince, ne verirse yeriz, biz halkız, kralsa; kral!
Gelin görün ki, kendi anlaşılmazlıklarını size yükleyerek, bir de utanmadan hayal dünyasının karmaşasını ’kuş beyinli’ yaftası yapıştırarak size boca edip, demoralize olmuş halet-i ruhiyesini sizi aşağılayarak rahatlatma girişiminde bulunan ve eleştirilmeye zerre kadar tahammülü olmayan bu insanlar, bir zamanlar hakkını vererek kazandıkları isimlerini kullanırlar da kullanırlar. Hatta o kadar çok boşa götürürler ki isimlerini, bir zaman sonra sırf isimleri yüzünden dahi okumaktan kaçarsınız yazdıklarını. Ah bir de onların gözünden baksanız şaheserlerine. Bunları düşünmekten dahi utanırsınız!
Onlar bilirler ki, ambalaj önemlidir. Ürünü satan ambalajdır, tüketici varsın içini açtıktan sonra anlasın kalitesizliğini. Satmış mıdır? Satmıştır! Fakat hesap edemedikleri şudur; insanları ambalajla bir defa kandırabilirsiniz. Aynı ürünü defalarca yemesini istemek nasıl bir ahlaktır? Tüketici bir daha aldanır mı? Aldanmaz!
Durmaksızın kendini tekrar etmek bu insanlarda alışkanlık halini almıştır ve bu alışkanlık garip bir böbürlenmeyi de beraberinde getirir. Sanırlar ki aşılmayacak yollar aştılar, yıkılmayacak duvarları yıktılar. Oysa daha evvel tazeyken içtiğimiz çayı, ısıtıp önümüze getirmekten başka şey değildir yaptıkları. Çarkın o süregelen bunaltıcı işleyişi can sıkmaya başlamıştır...
Kendi cemaatini kuran adamlar ve kadınlar edebi ölçülerde arındırdıkları yüksek oktavlı tepeciklerinde eğlenmeye devam ederler. Esasen onları bu hale getiren de etraflarındaki tutarsız, abartılı ve dengesiz kalabalıktır aslında. Bu azgın ve şamatacı kalabalık onların gözünü öylesine bürür, öylesine aldatır ki, iyiyi kötüden, kötüyü iyiden ayıramaz hale düşerler. Objektif olmadığını görmezler o vakit etrafını saranların. Mütemediyen yapılan övgü artık sıkıcı bir hale gelir. Fakat ego denilen lanet his öyle tatlı ve öyle bağımlılık yapıcıdır ki, büyüsüne kapılmadan edemezler pozitif kanatlı kelebeklerin. Şakşakçılar artık etraflarını sarmıştır ve ne onların ne de yazar insanının olumsuzca ve gaddarca yapılan tek bir söze dahi tahammülü kalmamıştır. O bir ilahtır ve dil uzatanların dili en acilinden kesilmelidir. İdeolojik savaş artık başlamıştır ve savaşta her şey mübahtır. Topluca örgütlenme sağlanır ve demogoji yapma sanatı, ajitasyona kadar götürür kanserli vakayı...
Oysa eskiden yalnızlık en yakın arkadaşı değil miydi yazarların? ’Yazarın övgüsüz kalışı değil bu, yazarın var olan övgüleri en aza indirme becerisi olmalı ki edebiyat sonrası, edebiyat yapmasın, edebini takınsın!’ Öyleyse edebiyatçı olmanın en berrak sırrı bu olmalı. Önce insan olmayı öğrenmek...
İyi bir okuyucu olmadan yazmak ne kadar inandırıcı olabilir. A.Nesin’in “her üç kişiden dördünün şair olduğu ülkemiz” tespiti nasıl da yerindedir. Yaşamadan, bir odaya kapanıp, hayal gücünün gazına basa basa ne kadar yol kat edilebilinir o kısmı meçhul. Her zaman bahsi geçen o sözü tekrar etmekte yarar var. ’Yaşayamadıklarını yazan, yazamadıklarını yaşayan’ bir toplum olarak, oldukça cesaretsiz, yahut tam tersi fazlaca cesur kalemlerimizle yerinde sayan bir çoğunluğu yaşatmaktan daha ileriye gidemeyeceğimiz açık.
En başta sorduğumuz soruya geri dönecek olursak, edebiyatın bir yere gittiği falan yok! Edebiyatı kendi istediği yere götürmek isteyenler var. Burnundan kıl aldırmayan ama işine geldiğinde herkese saldıran, bulduğu bütün düzlüklerde atını koşturan, mütevazılığın yanından dahi geçemeyen, sağ duyusuz yazarlarımız da var. Elinin kalem tuttuğuna inanan herkes önce omuzlarındaki kibir vatkalarını bir kenara bırakacak ki, edebi platformları rant kavgasına dönüştürmekten vazgeçip, duruşunu koruyabilsin. Haksızlığa uğruyorsa elbette hakkını kollasın. Gerekirse cevabını yine edebi biçimde versin. Ama üslubunca.. Tevazudan, alçak gönüllü tavrından taviz vermesin. Yazık ki polemiğe aşina ve aşık bir toplum olduğumuzdan ötürü yine doğru bildiğimizden asla vazgeçmeyeceğiz...
”Dünyada kitaplardan daha tuhaf satış metalarına rastlamak galiba imkânsızdır: Anlamayan kimseler tarafından basılır, anlamayan kimseler tarafından satılır, anlamayan kimseler tarafından okunur, hatta tetkik ve tenkit edilirler ve şimdilerde artık onları anlamayan kimseler tarafından kaleme alınmaktadır.
Georg Christoph Lichtenberg tespitinin vahim ölçüde doğru olması insanı edebiyat adına elbette umutsuzluğa sürüklüyor. Yıllar öncesinden görünen köyümüzün rehbere ihtiyacı var mı? Evet artık herkes şair, herkes yazar, herkesin kendince bir özlü sözü ve öz-lü geçmişi var. Birkaç tane, nesli azınlığa karışmış insanımız yazılanları okumalı ki, o büyük çoğunluğumuz yazabilsin...
’Ama şunu hatırdan çıkarmayın, ahmaklar için yazanlar her zaman karşılarında geniş bir dinleyici kitlesi bulurlar.’ /Schopenhauer
fulya/aralık2012
YORUMLAR
İçimi okudun desem değerli yazar...
Bir de kitap kirliliği var ki sormayın. Artık herkes yazıyor.
Herkes çok biliyor. Yaşadıkları saçmalıkları,salaklıkları ve kendi komiklerini bize kakalamaya çalışıyor.
Bir de bir moda kelimeler düşüyor kucaklarına alıp kundaklıyorlar .Büyütüp evlatlık yapıyorlar.
Bir "Muştu "oğlumuz vadı....Geçti gitti.
Bir de "kadim " kızımız....
Saygı ile.
Güzel bir konuya değindiniz sevgili Fulya hanım
Farklı bir açıdan değineyim bende.
Bir iki Mevlana sözü bilen, genelde o sözlerde o yüce şahsiyete ait olmaz. Kendi uydurup o'na mal ettikleri sözler. Bu haldeyken ben edebiyatçıyım diyebilenlerimiz var. Ve ya ünlü düşünürlerin aforizmaları, şiirleri olsun onların kopyalarıyla bir iki cümle değiştirerek oluşturulan şiirler sözler. Ve edebiyatçıyım demek. Ne büyük hata.
Defterde profil sayfalarımıza girerken yazar Zümra Zen yazısını görmek beni rahatsız ediyor. Çünkü büyük kalemlere saygısızlıktır yazarım demek. Yazar olmak, edebiyatçı olmak başka bir şey. Emek gerek, yıllarını vermek gerek. Başkalarının düşünceleriyle değil kendin bir şeyler üretebilmek gerek, engin bakış açısı, ilham gerek.
Diğer bir konu ise imla. Edebiyatta dikkat edilmesi şart. Ama bir Fuzuli bir Mevlana eseri imlasız da okunur yüreğe işler. Eserleri imlayla, anlamı bilinmeyen kelimelerle süslemek yerine özünde kalbe değmesi okura nakşedilmesi. Fulya hanımın dediği gibi ambalajın kapağı değil içindeki ürünün kalitesi önemli.
Ve eleştiri bir yerde eleştiri yoksa, herkes yapılanı beğenip takdir ediyorsa bir sorun vardır. Bence eleştiri ürünün kalitesini geliştirir zamanla, olmazsa olmazdır. Hatalarımızı öğrenip kendimizi geliştirmek adına şart eleştiri..
Yazınızdan hisseler alarak gidiyorum ve kutluyorum bu konuya değindiğiniz için Fulya hanım..
Edebe mana veren hayat
İmgede boğulanları gör
Yolundan geçenler el sallarken
Arada sözlerine de yer ver
Kim kimi okuma nezaketinde bulunur ki?Hayatında bir kitap okumaktan aciz.Edebiyat tarihinden bi çare.Kimler gelmiş kimler geçmiş.Bense hepsinden şahane der…Diye yola çıkan,yarattığı imgelerinde kaybolan nice yazarlar,çizerler,şairler.Yazık!Günlük konuşma kelime sayısı 16 geçmeyen yüzlerce yazar.Selam olsun !Ben ki iki kelimeyi bir araya getirmekten aciz,okudukça küçülmeye mahkum.
Saygılar
‘Edebiyat nereye gidiyor?’
En sondan başlamak lazım aslında.
İnsan ne için yaşadığını bilmeli! Fakat bunun faturasını gören insanlar, yani yaşamın bir faturası olduğunu gören insanlar, bir bakıyorlar ki
çok farklı her şey… Yaşamayı bilmek ile edebiyatı bilmek, sanata dair bir şeyler kazandırmak arasında bağ çok kuvvetli.
Geçen iki dakika da olsa, bir kültür-sanat programına rastgele tivide dolaşırken rast geldim. İki edebi kadın yazar, kitaplarla alakalı sohbete dalmışken, gerçek ve gösterilmesi gereken yazarımız, insanlara, insana hikayeler gerekli demişti.
Hikayeler… Elbette mazur görülebildiği ve gösterilebildiği kadar bir insana egosunu tatmin edebilir, ama bir nebzeden sonra aynı şeyleri görmeye dahi dayanamaz ego denen kopek!
Ama bir yandan da biliyoruz ki, egodur, o ittir bizi yaşama kuvveti veren…
Kitap yazarken de, satarken de ya da daha fazla ileri gitmeden amatörce sanat yapmaya, bir şeyler imar etmeye çalışırken, insanlar kalp kırmaktan, içindeki o itin gerektirdiği gibi davranmaktan çekinmiyorlar.
Kusura bakmasın kimse, ama okuyanı da okumayanı da bu itin hırslarıyla dopdolu! Dizginlenmesi ve de control altına alınması mümkün gibi görünse de, gerçekten çok zor! İnsanlar kendi haklarını kaybetme konusunda, ihbarvari dedikodular dahi duysalar, resmen kuduz hale geliyorlar. İnsanın mayasında olan bir şey bu. Okşanmayı, övülmeyi, kim ne derse desin sever. İttir, o itin hakkıdır bunlar çünkü! Ama o iti yerinden kaldırıp, diliyle etrafa tükürüklerini, salgılarını bırakmasını izin vermek de, hoş olmaz!
Edebiyle takınan insanlar için tabi ki sorun yok ama en ufak eleştiride hortlak görmüşçesine kendi kuyruğunu sallayıp, burnunu ve kulaklarını kaldıran bir insanın edebiyatı ‘hiç’I anlatmak için dahi uygun değildir.
Kumaş kendini gösterir. Kumaşı her defasında ütülemek, onu parlatıyor gibi gösterse de, git gide gide o kumaş artık giyinilmez hale gelir. Bir kere kumaş sağlamsa, zaten onu aklamaya, sahte paklamalarla zaman geçirtmeye gerek yoktur.
Yerinde bir yazı olmuş… Biraz daha çeşitlendirebilir ve de örnekler tek bir kaynaktan alınabilirdi. Ama böyle de, parçaların bütün olma isteğiyle yazılmış olduğunu gösterdiği için, okunabilirliği iyi düzeyde!
Kumaşı iyi göstermek için, sanatı belli etmek için ütülemek, onu sahte ve gereksiz övgülerle büyük göstermez manasız eylem olur.
Buharlı, üzeri örtülü, gerçekten faydalı ütülemelere diyelim..
Saygımla..