- 597 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GERÇEĞİN HEM DOĞRU HEM ANLAMSIZ GÖRÜNDÜĞÜ ANLAR-2-
ANLAM ve ANLAMLANDIRMAYA DAİR:
Bir (1) rakamının önüne ve arkasına,“haz”da yaşamak kadar basit bir mantıksal içeriği olan virgüller atıp, (0) sıfır(lar) eklemek; o sayının rasyonel değer anlamındaki sonucunu (sonsuz) kavramında değiştirmiyor olacaktır.
Göktürkmen
Her şey bileşenlerinden oluşur.
Konumun aynen kalması, durumun bir diğer yüzüdür.
Gerçeğinden uzak doğru ile uzaklardaki gerçek arasında ise; epeyce bir fark vardır.
Düşünme ile duyumsama arasındaki mesafe; denge kavramı ile yakınlaşırken, birini ötekinden fazla kıymetlendirmek, aşırı soyutlaşmayı beraberinde getirecektir.
Demek ki; “Kişisel ve (toplumsal e.b.) bütünlük içinde yarını yaratmaktan söz ediyoruz.”
Yani anlayın ki; sevgiyi saygısız olarak aklımıza dahi getirmediğimiz gibi, dengesiz sevgiden de; orantısız saygı kanıksayıcılığı olarak bahsetmiyoruz.
Kör duygusallık, birey ve toplumsal olarak açıklanabilen açmazımızdır. Hayata soyut olanı hep somutlaştırmak şeklinde bakıyoruz.
“Arayış içinde olanlar, yaşamın anlamsızlaştığının farkına varanlar, bir boşluğun içinde olanlar (için), öğrenmek, o yönde değişmek ve (bunun) eylemi içinde olmak istiyorsanız..", somutlaştırmanın akıl yoğun bir duygusal imge/simge/dizge tamlığı olduğunu kabul edeceksiniz.
Aşırı kavramından, aşırıya meyilliye (özgürlük, uçmak ve uçurmak bahsi) olacak şekilde düşünürsek; bakışınızı soyutlaştırmak, asla somutu bulmaya ve doğru algının anahtarı olan maddeleştirmeye varmayacaktır.
Bu epeyce bilinen ve çok eski bir savaştır !..
“ Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, KENDİN olarak kalabimek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir.Bu savaş bir başladı mı,artık hiç bitmez!..”( 3)
Maddeleştirmek; "olgu"nun var olduğunu anlamlandırabilmek iradesidir.
Ultra maddecilik veya manacılık ise; soyut veya somutlaştırılanın çürümüşlükte olgulaşmış bir doğmatizmidir.
“Arayış, anlamını yitiren bir yaşamın temel sorunu(dur), kendi yaşamının dansını (eylemini) yapamamak (veya) ‘ mış gibi ‘ yaşamaktır.
Arayışa geçme zamanı gelmiştir. Farkına varınca (demek ki) uyanış başlıyor.”
Hey! Uyan da balığa gidelim mi denir tam da burada, bilemiyorum ?
Başka kimselerin hayatına özenmiş taklitçiliği, araştırıcı olasılıklardan “kuvvette muhtemele” indirgeyebilmek, aynı zamanda “çoğulsal doğru” haliyle ve bireyden toplumsala (kendi olmaya) doğru “anlam”landırıp, tanımlayabilmektir de çok zaman..
Nakli(ci)lik (tekrarcılık) uzun ve ölgün kararsızlığın aptalca, ahmakça ve kör inatta kalarak sayıklanmasıdır.
“Uyanış, kişi uyandıktan sonra, daha önce uyuyor olduğunu kavrıyor(dan) sonra gerçekleşir.
Uyuyan, uyuduğunu bilmezse, gördüğünün (hayal veya) rüya olduğunu anlayamaz.”
Dizgesizlik; ilkesizlikte kalınmışlığın yoz bilgisizliğidir. İlerlemeye yönelik ilerletmeke gelince: Anlamamış olduğumuzu önce kendimizin anlayıp, daha sonra başkalarına anlatabilmek çabasıdır.
O kadar ki, “Niyet etmek, anlamlı ve coşkulu bir yarın yaratmaya.” dır…
Bundan hiç kuşku duymuyoruz !
Normal olmayı; gerçek, akıl ve bütün amaçsal bileşimle izdüşüm ederken, “iz”lerin düştüğü yere, normalin öznel ve nesnel içeriğindekilerini önemseyerek dikkat ediyoruz.
Öznelimiz çoğu zaman, doğru olarak "nesnel doğru" olmuyor çünkü !
“Peki nasıl yaratacağız bu yarını?
Kişisel bütünlük içinde bildiğimizi bilerek, bilmediğimizin farkında olarak, ikisi arasındaki farkın bilincinde (ve) gerçeğe sürekli saygılı olarak.”..
Ya efendim, işte böyle?!
Demek ki saygısızlık saygı, hakaretler etmek ise sevgi olmuştur artık !
Aslında olan biten; primatif birikimle atlanmışlık ve sosyal statü krizi tutmuşluk benmerkezciliğinin saçmalamasıdır.
Deneme, yanılma yöntemli kariyer merakıyla, körler ve sağırların birbirini ağırlaması şeklindeki ağız namelerinden öteye gidememişliğin meddahlığıdır da denebilir!..
“Kişinin gerçek gücü (bilmediğini bilmekle) orada(dır)…” Ve devam ediyoruz: “ Nasıl konuşacağını bil; kiminle, neyi, nerede, ne zaman, ve nasıl konuşacaksın ? Ve en önemlisi, niçin konuşacaksın? Bil..”
Bil ki, etkilenmek de, taklit etmek de, esinlenmek de çok normaldir. En güzeliyse sen olduğun için, daha da önemlisi senin olduğu ve olduğun için özgününe varabilen ilgi, bilgi ve sevgi dizgesidir.
Bilmeyi, samimi gerçeğe çekiyoruz say.. -Bil- kökü ile türetilmiş ne kelimeler algılatırım ben şimdi de; yeri ve zamanı değil... Sonraya bırakıyorum.
Takılmalarımızın "takıntı"ya dönüşüp, sürüleşmenin ilkeleştiği an, "çobanın" büyük memnuniyetle kanıksandığı andır. “Savaşçının sorumluluğundan söz ediyoruz.”
Acaba diyorum; “ Şimdi ve şu anı yaşama tembelliği ” neden bu kadar yaygın?” ve “Neden görmeyiz bize bakan gözleri, neden kırarız gönülleri, neden pişmanlıklar içinde yuvarlanır gideriz?”
El cevap:
“Dünyaya bir kere geliyorsun ve ’hayat çok kısa be kardeşim !( ” ya hani ?..
“Yaşamayı bileceksin..” ve "yaşayacaksın.." öyleyse, “sonsuz özgürlük”lerin hazlarına köle olarak !
İşte tam da burası; hürriyetin özgürlükten bıkarak, “HıRGüRLüK” olduğu yerdir !
Önermemi şu şekilde bitiriyorum: [
italik ] “ Bu tür (insan) bilmekten söz ediyorsa.. Yaşamı kimin sorumluluğu(dur))?”
“ Kimine göre ana babanın; kimine göre evlendiği eşinin (çocuklarının); kimine göre komşusunun; ” kimine göre onu çalıştıran şirketin; kimine göre devletin sorumluluğu.”...
Ve ne yazık ki; “ Kimine göreyse yaşamda sorumluluk diye bir şey yok.”
Ufff ! Ne kadar kötü; “ben”im, insanınkilere pek benzemeyen güdü ve hazlarımın tatmininden sonra, ne olursa olsun(!) Nuh tufanı bile kopabilir !
Gücünü cahillikten, bilgiden ve çaresizlikten almaksa elbette çok farklıdır.
“ Gücümüz nereden gelecek? Ve “Kim olduğunu(zu) bil” eceksiniz..
Ukalâlıklardan mamul saygısızlıklar edip, utanmaksızlıktan çıkarsanmış teşhisler koymadan evvel bileceksiniz !
Algının kırılmışı, kavramın kargaşası sonucunda olup biten, anlamın bizlerce kirletilmiş bir yitirilme halidir...
Nisyan (unutmak); anlamsız saçmalamaktır... Zırvalamak ise; malulluğumuzun açıklamasıdır.
“ Bu soruların yanıtını savaşçının ölüm bilinci içinde irdeliyor(sun)uz.”..
“ Nasıl değişir(iz)? ”.. İnsan(ın) ardındakini önündekiyle, ya tümüyle birlikte ve bütünüyle görerek elbette!..
Ve yine insanın bunu “ Farkına vararak ve farkına vardığını yaşayarak.” yapamıyor olması, çok feci ve kötüsünden bir hicrandır !
Ve bilime başlangıç; ‘merak, şaşırma ve hayretle’ kalakalmakladır ! Öyleyse bilim, ‘özün görüntüsü ile’ her anlamda ( hay Allah, yine anlam !) tepkisel çelişkisindeki bir yerdedir !
“Yaşadıkça ağırlaşan, yükü artan bir yaşam içinde değişime nasıl cesaret edilir?” Cevaben ve söylenmişi alıntılayarak yazalım: “Bitmemiş işleri bitirerek.”
Ve üzerinde konuşulmayan, “ bu değişimden söz ediyoruz .”.. Üzerine katkı, eleştiri yapılmayan önemli; önemli filan da değildir.
Sürekli, kendini ve bildiğini tekrar: “ Sizi bitmemiş (yeni) işlerle tanıştırıyoruz.” demektir. "Bitmemiş işler bitmeden gücümüzü kazanamayız. ” Öyle ise; “ şimdi ve şu anın tembelliğinden kurtulamayız. ”
“ Örnek mi istiyorsunuz? ”
Değişik bir açıyla baktığımızda istismarcı; sahte ve riyakar değişmezin, sonradan görmelik sanal nakaratında kalarak hem hanzo, hem de kırolukta bir ikiz kardeşi olmaktır...
Öyleyse bilinci ilerleterek okumak, düşünmenin ve buradan üreterek yazmanın; "akılsız ve fikirsiz eğlence" eylemliliğine karşı yapılmış birikiminin reaksiyonizmidir.
Ve düşünmek; düşenin, düşlediğini, "düşünce”leştirdiği anda ki mutluluğunun “anlam”ından gelen parıltıdır..
“ Peki bu sıradan insan, kaybolmuş güçsüz insan, savaşçı olabilir mi?
- Evet!
- Nasıl? Değişerek..”
Anlam: Sizin izin vermenizle, sizin içinizdeki duygu ve düşüncelere en yakından dokunabilmek şansını bulmuş kişidir.
Bu kişiye, yine bu bağlamda “şans vermek” sizin tercihinizdir. İzin vermişseniz eğer; size dokunan “anlamlıdır”. En azından “anlam” adayınızdır.
Bırakın dokunsun. Çok çok; -yeni biri olarak "anlamlı" görünenin- “gerçek” mi yoksa ”gerçekimsi” mi olduğunu tecrübe edip, anlamış olacaksınızdır...
“Böylesi de varmış demek ki !? “ lâfzını etme üzüntüleri dışında da çok fazla bir kaybınız olmayacaktır.
Daha önce bilmediğimiz, tanımadığımız "ilk" yeni düşünsel/duyumsal hissettiren şeyler, maalesef hep güzellikle öğrenilmiyor !
Diyoruz ya hep ?
Yeninin “ilk” içerikli, “gerçek veya anlam”lı geleni; çoğu zaman güzel acılardan süzdürmektir. Acıyla da öğrenmek var bu “ilk yeni de”...
Bu “güzel acı” oluyor. güzelliği hem ilk ve de yeni bir şeyi öğretiyor olmasından...
Biz süzüyoruz, süzen biziz... O zaman biz değil, süzgeçten geçemeyen, “tortu” kalan düşünecek !
Bir kenara atılacak olan tortudur ! Tortu bilirsiniz, işe yaramayacağı için atılacak olan türdeki yorgudur...
Acıda olsa; atık ve atılacak olan bizim süzdüğümüz, “güzel acı” tadındaki “GERÇEK” değildir.
Son söz yerine ise : Duygularımız, bildiklerimizle ters orantılıdır. Ne kadar az bilirsek o kadar çok zırvalar ve saçmalarız demekle kalıyoruz..(1)
Bir diğer söyleyişe; “Seçkin kişi, duygularını aklıyla idare eder ve gerçek cesareti ödevlerini yerine getirmekle bulur. Sıradan olan ise aklını duygularıyla yönetir ve gerçek cesareti saygısızlıkta bulur.” ...
Belki böylesine açık ve seçik yazarsak, daha bir net anlaşılır !?(2)
Arif olan anlayacak ki efendim; “insan” ve bir de “kamil” olanından filan dem vurup, bunu hanzonun insanıyla karıştırmıyor olabilsin !
Anlamlandırmak adına emek verdiklerimin tümünü ne yapsalar, ne olsa çok ama çok seviyorum.
Anlamın, an(la) kipi halideki eylemimizdirler.
28.Şubat.2008 / 04:35
Ahmet Kutlu Ayyüce
Göktürkmen
Açıklamalar:
Alıntılarımız elbette "kitaplar ve okumaktan başka bir nane ve halt bilmeyen" biri olarak, tarafımızdan Sayın Doğan Cüceloğlu’nun “SAVAŞÇI” isimli eserinden yapılmıştır. Tırnak içindeki italik kısımlar kendisine aittir. Teşekkür ediyorum.
(1)-(2) Yazımızın bitiş kısmına “Tam söz” olarak alıntıladığımız vecizeler ise “Konfüçyüs” ve benzer bir diğer vecize sözden yoğun bir esinlenme olmakla birlikte bendenize (Göktürkmen’e) aittir.
(3) Benzetmek ve benzetilmek örneklemesinde kullanılan vecize ise, E.E.Cummings’e ait olup, A.g.e.’de geçmektedir..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.