- 599 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BANDIRMA'YA YOLCULUĞUM (1) (S.Kuyumcu)
Odanın köşesinde kapağı açık şekliyle duran valiz, tam bir haftadır orada. O da sahibi gibi bir ilki yaşamanın şaşkınlığını yaşıyor olmalı. Eminim dile gelse şunları sıralayacak.
’Gelip gidip içime bir şeyler atıp sonra beni bir süreliğine unutan bu kadının telaşı nedir? Kendi işlevimin dışında kullanılmak için hazırlanan köşe aksesuarı mı oldum ne?’
Bu yolculuk, ilk etkinlikteki bilinmeyenin sarmaladığı korkudan çok farklıydı. Artık biliyordum. Kimlerle beraber yol alacağımı, neler yaşayacağımız konusunda ipuçları mevcuttu. Bunun için şu anki heyecanım çok daha anlamlıydı. Valizimin daha neleri sıraladığından, hangi senaryoları yazdığından habersiz,
’Aaa bunu unutmamam gerek! Hemen sıcağı sıcağına yerleştirmeliyim’ çabalarımı şimdi düşününce valizime hak vermemek mümkün mü ki? Zavallıcık!
Kimi zaman kızımın: ’Anne sen eskiden böyle değildin, Bak! Yine yol stresine girdin.’ söylemleri beni geçici süre durağan yapsa da işe yaramıyordu.
Haklıydı. ’Zaman fazlalıkları yontan, eksikleri tamamlayan en iyi eğitmendir’ tezini yazıp savunan ben, doğrusu bunu hiç düşünmemiştim. Bu tatlı heyecan yaşamımın eksik tarafıydı demek ve ben şu an bunu yaşıyordum.
Otobüsüm gece 2.30 da hareket edecekti. Hiç bu saatte yalnız başıma yolculuk yapmamıştım.Sabahın çok çok erken saatlerinde orada olmak istememiştim. Ne kadar geç binersem sabahın aydınlığıyla kendimi daha iyi hissedecektim. ’Bu yaban halim bir gün beni terk edebilir mi ki, hiçbir fikrim yok’ Deniz, kızımın arkadaşı,benim kısa zamanda manevi kızım olmayı başaran güzel insan, o saate kadar bekleyip beni arabasıyla terminale kadar getirmişti.
-Ankara yolcuları kalmasın, Ankara yolcuları kalmasın!
-İstanbul, Ankara-İstanbul, Ankara…
Ofisten içeri girdiğimde yaklaşık 15 e yakın insan vardı. Sıra sıra dizili, birbirine ters olan koltuk şeklindeki metal oturaklarda bir grup insan, yüksek yere monte edilen televizyondan maç seyrediyordu. Onlara ters olan koltuklardan birine oturdum. Bütün günün heyecanı beni yormuştu. Gözlerimi kapatıp yarım saat sonra gelecek olan otobüsümü bekleyecektim. Dışarıda hava buz gibiydi. Doğrusu içerisi de dışarıyı pek aratmıyordu.
-Ankara yolcuları, Anakara yolcuları…
Metalin soğuğunu hissetmemek için elimdeki gazeteleri yerleştirmiş üzerine oturmuştum. Başımı yaslayıp gözlerimi kapattım. Heyecanlı koşuşturma bütün enerjimi tüketmişe benziyordu. Yorgundum,üşüyordum ve artık uykum gelmişti. Çok geçmeden oturduğum metal sandalyeden tıkırtılar oluşmaya başladı. Gözlerimi açmadım. Belli ki birileri yanıma yerleşmişti.
Ama o da ne? Sert bir cisim bacaklarımı itiyordu. Aniden gözlerimi açıp yana baktım. Kadının biri, sert soğuk metalin üzerine 3-4 yaşlarındaki bir çocuğu boylu boyunca yatırmış, uyku halindeki çocuk, tozlu ayakkabısıyla beni itekleyerek kendine yer açmaya çalışıyordu. Birazcık yana çekilerek onu rahatlatmıştım. Kadının üzerindeki ince kumaştan şalvarı, fazla kalın olmayan triko ceketi, ayağındaki yazlık terliğin içindeki kalın çoraplı ayakları, başını kundaklayan solgun renkli örtüsü içimi üşütmüştü.
Dışarısı soğuk,oda soğuk,metal soğuk… Kadının benim üzerimde yarattığı etki derin dondurucuyu aratmamıştı. İçim titriyordu.
-Golll!
Sessizliği paramparça eden bu uğultulu ses, soğuk zeminde yatan çocuğu, açık yerlerini kapatmaya çalışan kadını ve beni yerimizden zıplatmıştı. Çocuk uyanıp ağlamaya başlayınca kadın onu kucağına alarak sarmalamaya başladı.
Boynumda asılı olan çantamı açarak içinden birkaç tane çukulata çıkardım. ’Çukulatayı ya da şekerlemeleri çocuklar için her zaman çantamda bulundurmak alışkanlığımdı.’ Özellikle çukulatayı hiç sevmem. Buna rağmen birini açarak ağzıma götürdüm. Başımı çevirip kadına baktım, o bana bakmıyordu. İster misiniz? Diyerek elimdekileri ona doğru uzattım.Kadın kısa bir şaşkınlığın ardından elimdekileri aldı. Başımı yaslayıp tekrar gözlerimi kapadım.
-Olmaz ki canım! İnsanın başı bu kadar da ağrıtılmaz ki. Bir söylenir, iki söylenir. Ankara yolcusu dedin, geldim işte! daha ne bağırıp durur bu adam?
Başımı sese doğru çevirip baktım. Yanıma ne zaman gelmişti, bu kadar sessizce oturmayı nasıl başarmıştı, şaşkındım. Uzun boylu, zayıf kadın sürekli söyleniyor, yolculara anons eden adamdan bir saniye olsun gözlerini ayırmıyordu. İyi giyimli yaşlı kadına bakakalmıştım.
-Ankara yolcusu, Ankara yolcusu kalmasın…
-Bak! Bak hala bağırıyor. Yorulmadı gitti, çenesi kopasıca!
Kadın aniden dönünce göz göze geldik. Ona hafifçe gülümsedim.
-Ankara yolcuları, Ankara yolcuları kalmasın…Ünal Batık, Ünal Batık bey, aracınız gelmiştir!
Yaşlı kadın anons eden genci bana göstererek, şikayetini sürdürdü.
-Geldim işte! daha niye bağırıp durur ki bu? Bak! Bak hala ’Ankara’ diyor!
-Ooooo, Şerefsizler! Allah sizi kahretsin beceriksiz herifler! O gol kaçar mı be?
Kadın ayağa kalkarak bize ters oturmuş olan gruba bakmaya başladı.Gözlerim kadındaydı. Yaşlı kadının önce dudakları kıpırdadı sonra çenesi seğirmeye başladı.
-Allah, Allah, manyak mısınız be! Yırtınırcasına ne bağırıyorsunuz, saygısızlar!
Anında bize ters olan bütün başlar yüzümüzle buluştu. Kimileri bıyık altından gülümseyerek başlarını geri çevirdiler. Kadın yeniden yanımdaki yerine yerleşmişti. İçimdeki tutsak tebessümün dışarı fırlamasından korkuyordum. Bir süre başka şeyle düşünmeye çalıştım. ’Evet, evet, sabah indiğim zaman Gültekin hanımı aramayacağım. O kadar küçük bir yerde de kaybolursan yazık sana!’
-Sen de Ankara’ya mı gidiyorsun?
Birden kendime geliyorum.
-Yoo hayır, benim yolculuğum Bandırmaya. Siz?
-Ankara’ya,
-Teyze sordunuz mu? Aracınız kalkmak üzere olabilir.
-Yok kızım, nerde? Saat üçte kalkacak benim aracım. Beni Ankara’ya çağırıyor bu adam! ’Geldim’ dedim, sanki ona dememişim, inadıma hala bağırıyor.
Diğer yanımdaki kadın ayağa kalkıyor. Çocuğuna sıkı sıkı sarılarak önümüzden geçiyor.Onların otobüse binmelerini izliyorum. İçimden, ’Nihayet’ diyorum, ’darısı başıma’. Duvardaki saate göre10 dakika sonra benim aracımın da kalkması gerekiyor.
-Tam üç defa gittim, her defasında elim boş döndüm.
Kadına yeniden şaşkınlıkla bakıyorum.
-Anlamadım teyze nereye?
-Maaşımı almaya… İki gün önce vermeleri gerekiyordu. İşin yoksa git, git, gel.
-Ankara’da kimin yanına gidiyorsunuz?
-Oğlumun. İki gündür gidip, gidip geldim, paramı vermediler. Ahlaksız bunlar ahlaksız!
-Biletiniz?
-Oğlum aldı. Vermediler ki paramı, ben alayım!
-Oğlunuz sizi oradan alacak mı?
-Bilmem artık. Gelin izin verirse gelir alır. Artık ne olacak bilmem. Paramı vermediler ki kendim gideyim. Saygısız bunlar saygısız!
-Üzülmeyin teyzeciğim, oğlunuz mutlaka gelecektir.
-Ankara yolcuları, kalmasın, Ankara yolcuları… Ünal batık, Ünal batık isimli yolcu…
Yaşlı kadın kendinden beklenmeyen hızla yerinden fırladı, bir elini kaldırarak,
-Ne var? Ne var? Sağır mıyım ben, ne bağırıyorsun be adam? Dedi.
-Ünal Batık siz misiniz?
-Benim ne olacak?
-Ben erkek yolcu sanıyordum teyze. Ya… Sabahtan beri bağırıyorum. Madem buradasın niye ses çıkarmıyorsun?
-Ne demek erkek yolcu? Benim erkeğe benzer tarafım mı var sersem. Saygısız!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.