Mareşal ve Sophie
Şu ne dediği belli olmayan sokak satıcıları vardır ya dayanamayıp pencereye çıkarsın ne olduğunu anlamak için, işte onlardan biri haykırıyordu Kolivar gibi…
_Aavaa seraaao maparrr…
Mümkün olamaz onları anlamak, işin ilginci el arabasının üstü kapalı ise yukarıdan da anlaşılmaz ne sattığı, öğrenmek için komşular birbirine bakar ama utandıklarından da soramazlar açık yüreklilikle, sahte sırıtmalarla perdeler çekilir ve meraktan ölmeye başlanır. Bakkala gitme bahanesiyle aşağıya inilir hiç üşenmeden ve zaten o sattığı şeyi epeydir bekliyormuşçasına hayret dolu bir şaşırmayla arabanın başına dikilir kadın.
Balkondan ona bakanlara nispet yaparcasına belli etmez neye baktığını, ta ki kahveye çağrılacağı bir komşu evinde kahkahalardan sonraki muhabbete kadar da itina ile saklar bu bilgiyi komşulardan.
Bazen çamaşır suyudur bazen naylon kap kacak, bazen Amasya elması bazen de seksi iç çamaşırı…
Bu sefer ki sahaftı. Mavi köşe bakkaliyelerinin çivit gerçekliği ile süslenmiş camekânlı el arabası ile raflarında hazineler taşırken, umut tacirliği yapıyordu.
Sakalı beyaz bıyığı siyah amcalardandı. Gülümsediğinde siyah beyaz eski film seyretmiş edası ile beliren bir ebemkuşağı yerleşiyordu yanaklarına. Kâh sarı kâh kan kırmızı, bazı yeşil bazen mavi taneciklerle birkaç damla gözyaşı selam ediyordu size her seferinde. Gülemiyordu amca ağlamıyordu da, dikkatli baktığınızda fark edebileceğiniz yeşil gözleri hep kısıktı, hep hazin…
Pilli küçük radyosunda her daim çalan sanat müziği ile kalmış aklımda, bir de ellerini dizine vurup ‘’ben ne ettim’’ krizleriyle…
Camekânın başköşesinde bir eski resim; esmer bir kadın, ciddi bir tayyör, bir efsane, bir afet, bir çift koca göz, bir zifir bakış duruyordu. Konuşmayı pek sevmezdi, Mareşal Tito’ya olan benzerliğinden ötürü Mareşal derlermiş öyle de kalmış adı. İnanın gerçek adını ben de bilmiyorum.
Bir konu açtığınızda konuşmak yerine onla ilgili bir makale ya da öykü içeren kitabı uzatırdı size. Sağlık konusunda çok titizdi ve her konuda yardımcı olacak kadar da sağlık kitabı vardı arabada. Yeri gelmişken derme çatma plakasında Sophie yazdığından arabanın adının bu olduğunu düşünmüşümdür. El arabası demek yetmeyeceğinden bu güzelliğe bir ad koymak iyi fikirdi bence de.
Düşler pazarlıyor, hayal satıyordu Mareşal. Çocuklara umut aşılıyor bu fakir dünyadan ufka bakmasını öğretiyordu. Aylık beş lira veren herkes sınırsız kitap okuma hakkı kazanıyordu. Siyah kabı parçalanmış bir ajandasında her okuyucunun çetelesini tutuyordu. Anlaşılmayan simgeler koyuyor, notlar alıyordu sayfalarına. Birkaç kişinin sayfası dolduğundan yeni sayfa açtığını bana defalarca gösterirken ağladığını bilirim. Çok sulu gözlüdür, her fırsatta ağlar o…
Zeki Müren söyler o ağlar. Resimlere dalar ağlar, bir çocuk elinde kuruşlarla gelip kitap almak istediğinde ağlar. Yıldırım Gürses söyler o ağlar. Eski mecmualara bakar ağlar, sokaktan ilkokul çağında kızlar geçerse ağlar. Gülerken bile gözlerinden yaş damlar onun…
Kısa sürer gülmeleri, kahkaha attığını bir kez bakkal Adil duymuş derler ama ben inanmam. Gülümser Mareşal çok güzel gülümser hepsi o kadar. O anlarda bile bir hüzün hâkimdir ifadesine ya da onu tanıyanlara öyle gelir sadece.
Nereli olduğunu kimse bilmediği için tahminlerden öte gitmez söylentiler. En kuvvetli iddia Arnavut olduğudur. Doğru dürüst konuşmadığı için şivesini de pek duyan olmamıştır ama göçmen olduğuna inanılır onun. Daha önce nasıl bir hayatı olduğunu da bilmez kimse, bana sorsanız kendi de bilmez önceyi. Onun için varsa yoksa kitaplar varsa yoksa Sophie’dir bence…
Asıl adı Sinan veya Asadur, memleketi ora ya da bura…
Düzayaktır kaldığı yer mahallede pek yokuşta yoktur. Her akşam gençler yardım eder Sophie garaja yerleştirilir. Her sabah kahvenin çırağı çıkarır kapının önüne kadar garajdan Sophie’yi. Hiç tatil yapmaz Mareşal, bayramda yılbaşında sıcakta soğukta her gün dolaşır. Çok yağmur olduğunda meydandaki büyük tentenin altına çeker, taburesine oturur etrafı izlerdi. Bazen kese kâğıtlarına notlar alırdı, gizli şiir yazdığını düşlemek bana iyi gelmiştir hep. Sadece kendi için yazdığı, evinde bağıra çağıra kendine okuduğu enfes dizeler yazdığını düşlemişimdir. Şiir başka nedir ki zaten…
Yılın belli günlerinde gri bir takım elbise giyer ve kravat takardı Mareşal. Biri on kasımdı ve bunun dışındakileri bilemiyorduk. Bayram değildi o günler hem de hiçbir dinde. On kasım ile bağlantı kurduğumuzda ötekilerin de ölüm yıldönümü olduğunu düşünüyorduk. Bilmediğimiz ailesinden kaybettikleri kişilerin öldükleri gün olduğuna karar vermiştik. Çoğul konuşabiliyorum benim yönlendirmemle olsa ki etrafta buna iyice inanmış, onu kravatlı gördüklerinde ‘’nur içinde yatsınlar’’ demeye başlamıştı.
Ben nasıl mı tanımıştım onu; bir gün kaldırımda oturmuş sokağın öteki ucuna bakarak hayallere dalmıştım. Adımı sordu ajandasını çıkarıp yeni bir sayfaya adımı yazdı.
_Al bu benden bundan sonrakiler için tarife burada yazıyor işte dedi.
Ekmek Arası*, Charles Bukowski…
24.11.12
Nadir
* Kitabın orijinal ismi "Ham on Rye"dir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.