- 917 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BEHİCE ANNEM
Yıl 1966. İstanbul Pendik Lisesi’nin, o zamanlar Kartal’a bağlı köyler, şimdi ise Pendik’e bağlı mahalleler olan Dolayoba, Yayalar, Şeyhli, Kurtköy, Kurna, Kurtdoğmuş’tan gelen toplam 9-10 öğrencisinden biriyim.
İlkokullarımıza hepimiz köylerimizde beş sınıfa bir öğretmenin baktığı köy okullarında başladık. Sanırım 4.ya da 5.sınıfta bu rakam iki öğretmene çıkmıştı. Orta kısımların dersi öğleden sonra 13.oo’da başladığı ve köylerimizden dilediğimiz zaman minibüs olmadığından saatler öncesinden bulduğumuz minibüslerle, ayakta yolculuk etmak koşulu ile yarım ücret (o zaman 1 lira yerine 50 krş.) ödeyerek Pendik’e gelirdik. Birçok arkadaşımın aksine, bu aradaki zamanımı okul kütüphanesinde ders çalışarak geçirirdim. Okulun en alt katında 1-İ sınıfında, sınıfın en kısa boyluları olarak, kalorifercinin oğlu Ali ile oturuyorduk. O tam bir zenci tipindeydi.
Ben bu gün internette, dergilerde resimlerini gördüğümüz yoksul ülkelerin bakımsız çocuklarının tam anlamıyla bir kopyasıydım. Genelde iyi temizlenemediğimden kirli-siyah olan boynum başımı taşımakta zorlanacak kadar zayıftı. Bu yüzden başım rüzgârla adeta sağa sola savrulan bir korkuluğu andırıyordu. Boyum kısa, bünyem çok zayıftı. Dişlerim kendimi bildiğim bileli çürüktü. Ön dişlerim adeta bir fareninkilerini andırıyordu.
Fakat sevimliydim. Çoğu zaman neşeli ve mutlu bir görünümüm vardı. Acıdıkları için midir bilmem ama genelde çok kişiler sevimli bulurlardı beni. Zekâm, sesim, konuşmalarım çok kişide hayranlık uyandırırdı.
Sefaletin alâsını yaşadığım o köy kahvesinden kurtulmamın tek çaresi olarak okumam tavsiye edilmişti bana. Özellikle ilkokul öğretmenim, annemden görmediğim yakınlığı, ilgiyi, şevkati gördüğüm İlhan hanım bana okuma hevesini aşılayan başlıca kişilerden biriydi.
İlk yazılı sınavlar başladı. O gün ,Fen Bilgisinden yazılı olacaktık. Çok iyi hazırlanmıştım,
korkmuyordum. Hocamız Behice Hanım sınıfa girdiğinde sınıfı adeta bir korku filmi sessizliği kaplamıştı. Behice Hanım kısa boylu, o zaman sanırım kırklı yaşlarda, gözlüklü,
çok ciddi biriydi. Sınıfça korkardık. Gözlüğünün üzerinden bir bakması vardı; dayak yemiş gibi olurduk. Sınav başladığında şok geçirir gibi oldum. Sorular çocuk oyuncağı gibi geldi.
Kendimden şüphe ettim bu kadar kolay olamaz diye.
Bir iki hafta sonra Behice Hanım, yine o herkesi korkutan edasıyla gelip en arka sıradaki sınıf başkanımız Gülten Ablamın yanına oturup yazılı sonuçlarını okumaya başladı :
1,2,1,2,1,2,3.....Böyle gidiyordu okunan notlar.Beni de muazzam bir karamsarlık aldı. Sıra bana gelip adım okundu :
- 2153 Fikret TEZEL (o zaman soyadım Tezel’di)
Sıramda sessizce ayağa kalktım.
- Fikret Tezel...
Birkaç defa ismimi okudu. Bende ve hiç kimsede çıt yok. Behice Hanım kızmaya başladı.
Gülten abla olaya müdahale etti:
- Fikret,en önde hocam.
- Hani nerede?
-İşte orda hocam.
-Çık bakalım şöyle ortaya doğru. Boyunu posunu bir görelim, dediğinde ben adeta ölümü
haketmiş bir suçlu korkusuyla sıranın yanındaki boşluğa çıktım. Başım yerdeydi,verilecek cezayı bekliyordum.
- Vay vay vay. Sen boyundan büyük numara almışsın. Aferin ..8..
Ben henüz birşey anlayamamıştım. Yerime oturduktan sonra yavaş yavaş anlamaya ve sevinmeye başladım. Bir de sınıfın en çalışkan kızı Seher yüksek not almıştı. Zil çaldı.
Herkes koşarak teneffüse çıkarken Behice Hanım bana,
-Dur bakalım, biraz konuşalım, dedi. Birlikte orta sıralardan birine oturduk.
- Anlat bakalım, dedi. Kimsin sen neyin nesisin?
Herşeyi anlattım : Annemle babamın ben birbuçuk yaşındayken ayrıldıklarını, babamla birlikte Kurtköy’deki bir kahve köşesinde yaşadığımızı, yemek yediğimiz, derslerimi çalıştığım, uyuduğum, çamaşırlarımın yıkandığı, hatta benim de yıkandığım yerin bu köy kahvesi olduğunu.
Gözlerinin yaşardığını gördüm o anda, bu herkesin korktuğu insanın.
-Bundan sonra kimseye annem yok demiyeceksin. Ben Behice Hanım’ın oğluyum diyeceksin oldu ilk sözleri.
-Hadi bakalım çık şimdi biraz hava al ve daha sonra bu şekilde çalışmaya devam et. Ne derdin olursa da bana gel, tammam mı?
Ertesi gün öğretmenler odasına çağırıp terziye ölçü aldırrtılar. Hediye kitaplar, kalemler,
defterler aldılar. İlk bayrama yetişti hayatımda ilk defa giydiğim ısmarlama takım elbisem, kumaş paltom ve ilk defa giydiğim altı kauçuk ayakkabılarım.
Bu öğretmenler sevilmez mi ? Böyle öğretmeni olan insanlar okumaz mı ?
Behice Yalkın’ın şahsında tüm öğretmenlerin öğretmenler gününü kutlar, ellerinden öperim.
FİKRET TEZAL
YORUMLAR
sen hep doğruları yazarsın...zirden zirvelere koşmuşsun kavi kalem.... saygılar sevgiler