- 2386 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bandana yasak, Türban serbest !
Bandana yasak, Türban serbest !
Bir günün döküntüleri..
Yine selamladıktan sonra canım Güneş’imi, aylardır uzak kaldığım mekana doğru yola koyulduğumda karşılaştım O teni beyaz Diyarbakırlı’yla..
Yeteri koklayamamış olması mıydı acaba esmerliğe karşıtlığındaki yansıtılan farklı tonun sebebi.. Ne amaç güdebilirdi ki haricinde ? Hem masumdu; bir o kadar da kalkan kaşları dahilinde bakarken çevresine, hırçındı; gözbebeklerinin taa derinindeki kutsal bir ifadeyle.. Ve O bir Diyarbakırlıydı.. Sabahın erken saatleri tanrısından alıyordu bu kadar aşk döküntüsünü kaldırma gücünü..
Düşünürken ben bunları, büyük harfleri ortaklığında içine ettiğini hissettim değerli sözcüklerin oluşturduğu onunkinden farksız büyüklükte cümlelerimi.. Hiç zaman kaybetmeden ’’Hey sen, bu kılıkta derse giremezsin’’ şeklinde böğüren bir yaratık belirdi çok kısa süre öncesine kadar aşklaşan gözlerime.. Saygısızlığın ötesinde desteksiz ve özünde altını dolduramayacağı tavra doğru yönelmeye başladı ben bir garip tanımlama ile süzerken O’nu..
Biran haklı olabileceğini düşündüm tümden dersin konusunda kaybolmuş öğrencilerin içerisinde, inadına konunun saçmalığı ile sevişmeyi reddeden beni hatırlarken..
Çünkü dalarken ben palavrasız bir aşka, birileri tarihin yalanlarını yansıtmaktaydı beyinlerine, barbarlığı ve onun ’’mükemmelliyetini’’ da ekleyerek düşüncelerine..
Ama değildi ki O’nun sorunu bu, O başkalardaydı.. Yineledi dozunu diliyle karıştırarak sözlerini; ’’Hey sen, hey’’ ...
Kavramaya çalışıyordum O’nun açıklamasını beklemeden bu aptal ve gereksiz sandığım, gereksiz olan bağırtıların tözündeki kırıntıları oluşturanı..
Boynumdaki kirli sakallı eşkiyanın bakışları mıydı acaba O’nu rahatsız eden, ya da tişörtümdeki aynı adamın puşili pozu mu ? Belki de kulağımdaki küpeden sıçrayan anlamı hissedebilmişti, sorun üç renkli hırkamda değilse..
Başımdaki bandana..
Hayır, O’na en ufak yönelim almana izin vermem, asla ! Çok farklı O’nun taşıdığı anlam, kattığı bana değeri.. Tek dostumdu bir dönem, belki de en faydalısıydı.. Kendimi daha rahat hissetmeme, çevremin acınası bakışlarından kurtuluşa eriştirendi O..
Ailemin, saklamak zorunda kaldığım bir tarafımın olmayışını düşünerek o lanet süreçte dahi bir ufak sevinç alabilmesini sağlayandı.. O taptığımın, sevgilimin artık yaşamda olmadığını yıllar önce kabullendiğim halde, ’’sakın görmesin böyle’’ diyerek her sabah başıma taktığım bir koruyucuydu.. Küçük canım çocukların ’’aaa saçları dökülen yaralı kafasına bak’’ dediklerinde akan gözyaşlarımın tek durduranıydı.. Diyarbakırlı tanrıçaların beğenimleri haricindeki bir tip halinde ’’başı önde gezen’’ zavallı olmaktan alandı beni..
Yine haykıramadan beynimde gezdirirken ben bu akıntıları; ’’Derhal başındaki bandanayı çıkart ve dersin ciddiyetini bozma’’ şeklinde saçmalayan aynısı yaratık dikiliyordu oturduğum yerin ötesinde.. Az önceki duygusal yolculuğa mola vererek, tartışmaya katıldım. Ve öncelikle sebebini sordum bu yaptırımın. Yasak olduğunu ifade ederek az önceki sözlerini tekrarladı.. ’’Bu kılığın dershanede yasak olması saçmalık, lütfen fazlaca genel kural-yasaklayış konmuşken, kişisel seçimlerinizden arınınız’’ .. sözlerimin ardından, birçok türbanlı öğrencinin de bulunduğunu hatırlatarak ’’Bunlar ile birlikte bahsettiğiniz öngörünülerinizin uygulanması imkansız’’ dedim. Kısa bir duraklamanın sonunda haksız olduğunu kabul eden gözlerinden bağımsız, sınıfı terketmem gerektiğini söyledi. Bunun haklarıma aykırılığından bahsederken, bir öğrenci atılarak ’’Saygılı ol hocamıza, çık diyorsa çıkacaksın’’ demeye başladı kollarını omuzlarına yaklaştırıp, gözlerini Polat’ı gibi bakmaya zorlayarak..
’’Senin karışman da ayrı bir hak gaspı, ne yapmaya çalışıyorsunuz’’ dememe izin vermeyişinden, üzerime yürümesi uzak değildi.. Kendimi ilk defa bu kadar yalnız hissediyordum. Haklıydım, fakat neredeyse herkesce yanlış bulunan bir tutum vardı ortada. Hepte böyle olmadı mı zaten.. ve gücümüzü haklılık inancımızdan almadık mı biz.. İşte buydu diretmeye adayan beni..
Dersi terkederek dershane idaresi ile görüşmeye gittim.. Ve olayı sözlü olarak, yaşandığı gibi ayrıntılı şekilde anlattım kendilerine.
Beni haklı bulduklarını söylemeleri o kadar doğalsa, o kadar anormal karşılayıp şaşırdım. Tekrar bu tür olumsuzluğun yaşanmayacağını, sorun çıkaran öğretmen ile özel görüşüleceğini ifade etmeleri de abartı geldi artık, esasında en gerekenken..
Ve içecek birşeyler almak için kantine geçtim. Dersin sonlanmasını bekliyor ve gelecek derse girmeye hazırlanıyordum. Zilin çaldığını duyarak masadan kalkarken, bir grubun yanıma doğru yaklaştığını gördüm. İçlerinde az önce hiç kaçırmadığı dizinin kahramanını taklit eden, şu kollarını omuzuna doğru zorlayan kişi de vardı. Biraz konuşmak istediklerini, sakin bir yere geçmemizin gerekliliğinden bahsederlerken, ortamın gayet uygun olduğunu söyledim. Ama ısrarcı bir bakış ile gözlerindeki ’’hadi’’ yi kıramadım. Sakin, istedikleri yere geçmiştik.
Hakaret ve tehditlerin tanrıları çoğaldı birden. Beklentim de buydu zaten, beklemediğim beklenti. Şiddeti, sorunları kavga ile çözmeyi hiç denemediğimi, denemeyeceğimi kendilerine anlatırken, sıkılmışlardan birkaçı uygulamaya geçti. Ve aniden kalabalığın arttığı, dil ve dudakların yerini diğer organların aldığı bir ortam gelişti. Suratıma ve diğer bölgelerime aldığım darbelere dayanamayan hastane dostum da ayrılıyordu benden.. Sonrasında birkaç duyarlı öğrenci arkadaşın olaya yatıştıran olarak müdahele etmesiyle paçayı yırtmıştık.. Kısa ve öz bir dayaktı, ama içini doldurdukça dolduracak, getiri ve götürülerini akıttıkça fışkırtacaktım.
Hiç uğramadığım idareyi, aynı saat içerisinde iki defa ziyaret etmiştim. Birden fazlasının yansıması da önyargı olmaz mı hep.. öyle oldu işte. Az öncesinde beni haklı gören idareciye, bu defa da bedenime dokunaklı bir saldırıya uğradığımı anlatıyordum. Fakat karşılığında gelen sözcükler şaşırtmıştı beni. ’’Olabilir, büyütmeye gerek yok, seninde hataların vardır. Hem sanırım sınıfta türbanlılara da yönelmişsin, e tabi tepkilerini de bu şekil gösterir bazıları’’ .. Aman tanrım, bu şahıs değil miydi haktan, sağduyudan dem vuran.. Ne değişmişti ki 60 dk. bir süre içerisinde ? Şaşkınlığımın kattığı suskunluğu yenmeye çalışıyor, fakat yine yalnızlığımın esiri oluyordum. Gözlerim haklı olduğumu doğrulayan haklıları arayan adresti. Korkum yalanlardı. İnancım sonsuzdu. Tek başınalığım değişmeyen tekti.
Bugün üçüncü gündü olayın ardından. İşlerim olduğu için derslere giremeyecektim. Fakat sorunun yaşandığı anda yer alan O türbanlı öğrenciden özürdilemeden geçirdiğim üç gün gibisini devam ettirmek istemiyordum. Sabah ders başlamadan giderek O’nun gelmesini bekledim. Bir türlü gelmiyordu, yetişmem gerekiyordu işlerime, ama sağladığım üzüntüye bir özür selamını sunmadan içim rahat etmeyecekti. Ve sonunda geldi. Yine türbanlıydı, yine bandanamlaydım. Yanına giderek, ’’olay gününde verdiğim örnek içerisine giriyorsun, bunu, örneği bulunmayan bir ortamda yaşamak isterdim; üzüntünün tanrısıysam emin ol aynısını paylaşıyorum; çok özürdilerim’’ dedim. Gözlerime bakarak eritmediği öfkesini saçtı. Tekrar özürdiledim. Ama öfkesinde azaltı yoktu, yine de bir kırıntı inanış sezmem rahatlattı beni.. Ve ayrıldım yanından..
Yaşadıklarımı paylaşamadan, yaşamayanlara sunamadan, doğrularımdan öte hatalarımı yansıtamadan huzur bulamıyorum. İşte, bir huzur amaçlıydı hepsi..
Saçlarım kadar gür değil, olamayacak belki; en azından ek bakım ile ücret gerektirmiyor.
Veya O kirli eşkiya ise yaşanılanın özü, emin olun hepinizden temiz..
Ali Barış KURT
[email protected]
29 Kasım’06
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.