MODERN HAYAT KÖLELİĞİ
Sabahın köründe acı acı çalan saatin ziliyle uyandı. Dün gece geç de yatmamıştı ama gece boyunca gördüğü karmaşık rüyaların etkisiyle uykusunu alamamış gibiydi. Kafasını kurcalayan ödenecek taksitleri nasıl denk getireceği konusu hala zihninin bir köşesinde duruyordu. Kolay kolay da gitmeyecekti. Maaşını alınca o ay alınacakları, ödenecekleri, çocuğun okul masrafını, kirayı, faturaları bir kâğıda madde madde yazar, kalanından işe gidiş geliş yol parasını da ayırıp iyice ufalan maaşla geçinmeye çalışacaklardı.
Yatakta hala uyuyan karısına bakıp yataktan bir ayağını aşağı attı. Ona da istediği ayakkabıyı alamamıştı geçen ay. Yüzünden acımayla karışık bir sevgi bulutu geçti. Benimle birlikte o da zorlanıyor diye düşündü.
Geç kalmayayım diye zorla kalkıp tuvalete, lavaboya seğirtti. Sırtındaki ağrıya boş verip, dün çıkarıp yatağın yanına koyduğu elbiselerini giyindi. Çıkarken bir mutfağa uğrayıp yiyecek bir şey var mı diye bakındı, alelacele ağzına bir şeyler atıp otobüsü kaçırma telaşıyla evden fırladı. Durağa koştururken köşedeki gazeteciden gazetesini almayı ihmal etmezdi. Belki otobüste oturacak bir yer bulursam okurum diye düşünürdü ama hiç oturduğunu hatırlamıyordu işe giderken.
Tıka basa dolu geldi yine otobüs. Kendine bir yer açabilmek için epeyce mücadele etti, ortalarda bir yere, sıkışık düzende insanların arasına yerleştirdi bedenini. Tütün ve ter kokularına karışan dodorant kokularıyla yarı sarhoş olmuş vaziyette yol aldıktan sonra işyerine ulaştı.
Müdürünün çatık kaşlarının gölgesinde kartını basıp masasına yerleşti. Öğleye kadar kah masasındaki dosyaların içine gömülmüş halde çalışır, ıstampa, mühür, damga girdabında savrulur, kah klavye tuşlarının tıkırtıları arasında kendini unuturdu. Bazen odalar arasında mekik dokur, bir yandan da müşterilerin ısrarlı sorularına cevap vermeye çalışır, onları dinliyormuş gibi yapardı. Arada saatine bakar öğle tatilini bekleyerek saatlerini geçirirdi.
Saat kampana zili gibi 12.30 u gösterdiğinde “acıkmış olmam gerek” diye acıktığına hükmeden, şartlanan midesini doldurmak için aşağıya indi. Elindeki yemek fişini uzatarak her hafta temcit pilavı gibi listeyle önüne gelen yemeğini yedi. Yanında getirdiği gazetesine göz atarak dünün olaylarına bakma fırsatı buldu biraz. Derken yine her zamanki gibi öğle tatili bitti ve işyerine gitmek için ayaklandı. Yukarı çıkarken girişteki çay ocağındaki çaycıdan hazmı kolaylaştırdığını düşündüğü bir çay isteyip eline aldı, böylece üretim adına biraz daha zindeleştiğine inanarak yine masasına yerleşip öğleden önceki teraneye devam etti.
Saat yine 17.00 yi gösterdi, yine iş çıkışı vakti geldi, yine masasını düzeltip elindeki evrakları bir düzene koydu. Kalkıp yanındaki birbirinin aynı suratlara sıradan bir iyi akşamlar çekerek, yine eve dönüş otobüsünü beklemek için durağa gitti. Yine tıka basa otobüste akbilini zorla basarak kendine bir yer açtı. Durağına geldiğinde yine itiş kakış inebildi.
Eve giderken akşam ne yiyeceklerini düşünüp, markete uğraması gerektiğini anladı. Market mabedinde bir miktar alışveriş ayinini yaptıktan sonra evine ulaştı. Çok yorgun hatta bitik olduğunu söyledi karısına. Hazırlanan akşam yemeğini yiyip, üzerine de çayını höpürdettikten sonra eline tv kumandasını alıp her zamanki oturduğu yere çöktü. O kanal senin, bu kanal benim zihnini oradan oraya savurdu bir vakit. Haber ve magazin programları arasında gide gele bazen kızarak, bazen gülerek, bazen de gevşeyerek kendini uykunun kollarına bıraktı.
******
Biçare modern hayat insanının hayatı nerede olursa olsun üç aşağı beş yukarı böyle geçmemekte midir? Senin hayatın, benim hayatım, onun hayatı. Görünmeyen zincirlerle bağlanmış gibi hep birbirinin aynı hayatlar yaşanır gider.
Peki, bu hayatın içinde ufuk, hedefler, idealler, rüyalar nerededir? Biyolojik ömrü yaşayıp bitirirken varlığımızın içine koyulmuş olan akıl, ruh, duygu, onca yetenek, onca zekâ, onca sezgi nerede bulunur?
Bir şeylere sahip olmak için didinenler, hiç çaba sarf etmeden her şeye sahip olanlar için çalışmaya devam edecekler.
Şükran Demirtaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.