İÇİMİZDEKİ ZEHİR ; KISKANÇLIK
Kıskançlık kuşkusuz insanın doğasında olan bir duygu. İnsanoğlu, kendinde olmayana veya çok isteyip de sahip olamadığına bir başkası sahip olursa az da olsa içgüdüsel bir şekilde kıskançlık duyar. Elinde olmaz, sahip olamadığı her neyse onu bir başkasında gördüğü zaman kayıtsız kalamaz, izler, içi gider, belki gıpta belki özenme, sızlanma derken insani bir duygu da olsa bir kıskanma içine girer.
Azı karar çoğu zarar diye bilinen atasözünden hareketle dozunda olursa belki yapıcı bile olur. Bazı insanlarda da yakıcı bir şekilde seyreder bu duygu. Belli bir dozda kalırsa zararı yok ancak fazlası içini kemiren bir zehir gibi bünyeyi sarar ve zarar vermeden çıkmaz.
Sokolof ’a göre "Kıskançlık, insanın en az bilinen duygusu ve üzerinde en az konuşulan davranışıdır. Bir muammadır." Decrates ise, "Kıskançlık, sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur." diyor.
Genel olarak bakıldığında kendisini yetersiz ve değersiz gören ve özgüveni eksik insanlar, başkalarının sahip olduğu şeylere bakarak bunun kendine yapılmış bir tavır olduğunu düşünür, böyle algılar ve karşısındakine içten bir hırs duyar. Duyduğu kıskançlık hem kendine hem karşısındakine zarar verir, belli etmek istemese bile içi içini yer, bir türlü huzur bulamaz. Sahip olamadığı her şey onu incitir.
Bakalım hangi durumlar kıskançlığa sebep oluyor. Birisine karşı beslenen düşmanlıktan olabilir ki ona beslediği hırs sonunda kavga ve çekişmeler yaşanır. Kendisinden üstün birisine karşı olabilir. Onun bulunduğu yere ulaşamayacağının farkındadır, içi gider, kendini değersizleştirir. Amacına ulaşamama durumunda olabilir ki aynı yere ulaşmaya çalışanı kendine rakip olarak görür. Endişe duyar. Makam, statü hırsı da bazılarında haset ve kıskançlığa sebep olabilir. Bazı kişiler de hiç gereksiz yere içlerindeki kötü duygularla hareket eder.
Buraya kadar hep sahip olunmayana duyulan kıskançlıktan bahsettik. Ama bazen insan sahip olduğunu da ölesiye kıskanır. Eşini, sevdiğini veya ilişkisini yitirmekten korkar, sakınır, bunun için paranoya geliştirir hatta. Kadın veya erkek hiç fark etmez eşini böylesine bir ihtirasla kıskanan sürekli şüphe içinde gezen, hiçbir şekilde güven duymayan insanlar o kadar çok ki. Bunlar kendilerine olduğu kadar eşlerine de dünyayı dar ederler.
Kıskançlık, bir insanın hareketlerini kısıtlama, özgürlüğünü elinden alma derecesine kadar gelmiş ise o zaman iki taraf içinde tehlike canları çalıyor demektir ve çok da yorucu bir şey bu insan hayatı için. Kıskançlığın sevgiden ileri geldiği sanılır ve öyle kabul edilir. İnsan pek tabii ki sevdiğini ve eşini kıskanır ama bu da dozunda olmalı ki karşısındakine dünyayı zehir etmesin. Hatta bazen eşler kendilerinin kıskanılmasını isterler ki bu onu hala çekici bulduğunu ve sevdiğini kabul etmesi anlamına gelir. Eğer kıskanmıyorsa eşinin kendisini artık sevmediğini sanır.
“Sürekli kıskançlık duyan bir insan iç huzurundan yoksun olur”. Buda’nın temel öğretilerinden biri bu. “Başkalarını kıskanma, onlarla uğraşma” diyor Buda.
Kıskanç kişiler her zaman bir şeylerin merkezinde olmayı, farklı olanın kendisinin olmasını arzu eder. Kıskançlık cehaletten beslenir aslında. Bir güvensizlik duygusu, dışlanma hissi, olgunlaşamama, kendini kontrol edememe, ruhsal bozukluk olarak kendini gösterir. Cehalette varsa çirkefleştirir insanı.
Kıskançlık yaptığını, haset olduğunu kabul edip de söyleyen kimseyi görmedim üstelik ben. Kendini son derece makul ve özgüvenli gösterir etrafına. Ama içindeki günden güne içini kemirip bitiren o canavarı engelleyemez, durduramaz.
“Kıskançlık; bütün kusurların mayası, en kötü huydur.” der Mesnevi’sinde Hz.Mevlana.
Hz. Mevlana’’nın aşağıdaki cümlesi ne kadar da güzel.
“Sizin ne anlattığınız önemli ama karşınızdaki onu anlayacak yerde değilse ne fayda. Harislikle, kıskançlıkla gözü kapanmış, hurafelerle, cehaletle bir yerlere bağlanmış, büyüden medet uman, düşmanlıkla beslenen cahil insanlara ne kadar el uzatabilirsiniz ki... Bu zavallılığa üzülseniz de yapılacak bir şey olmadığını günü gelince anlıyor insan. Boşa vakit geçirmek yerine tüm enerjisini gerçekten doğru yere, yani önce kendini geliştirmeye adamayı öğren”.
Düşmanlık, kıskançlık, haset insanı bir yere götürmez. Bu dünyaya geldiğimiz gibi de bir gün ansızın gideceğiz. İyi geçinmek varken, değil mi?
Mutlu haftalar efendim…
Şükran Demirtaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.