SÜMÜKLÜ ATKI
konuşmaları sırasında “ben bir tek sevgilim olan erkeğin koluna girer yürürüm” demişti kız bir ara..soğuk ankara kışında ilk buluşmalarıydı..ve gecenin sonunda, kızın, koluna girip girmeyeceğini merak ediyordu masanın diğer tarafında oturan çocuk da..bu düşünce ve merak, onu sıcak tutan tek şeydi o gün boyunca, ayaza direnemeyen pardesüsünün yanında..
çocuk, hayatının en keyifli gününü geçirmişti bir türlü sevemediği ankara’da..kızın her hareketi ayrı bir renk katıyordu gözlerindeki gökkuşağına..her deliliği kanındaki deliyi kıpır kıpır ediyor, her sözü sanki kendi ağzından çıkıyordu adeta..“resmen aşık oldun oğlum” diye tekrar ediyordu içinden her an kendi kendine, yüzüne yansıyan bir mutlulukla..henüz tazelenmeye başlayan ilişkilerini kimse bilmediğinden, kız ayrı görüşmek zorunda kaldığı ortak bir arkadaşın yanına gittiğinde ve dönüşü uzadığında, geçen iki buçuk saat iki buçuk asır gibi gelmişti çocuğa..ama bırak kızmayı, herhangi bir tepki dahi verememişti bir türlü..gelmemişti içinden çünkü..ucunda-dönüşünde o vardı ya, zaman sadece kolda taşınan bir saat kadar değersizdi çocuk için..hani kızın evden aldığı iznin miadının dolmasına az kalmamış olsa, iki buçuk değil, dört buçuk saat beklemeye de razıydı..
gecenin kız annesi miadı dolduğunda kalktılar en son oturdukları cafe-bar’dan..yedinci caddeden aşağı, arabayı park ettikleri sokağa doğru salındılar..hava, gecenin yarısında iyice ayaza çalmıştı..kızı ikna edip pardesüsünün önünü kapattırabilmişti, ama yakası açık pardesünün gerdanını açıkta bırakması içine sinmemişti o soğukta..ne ettiyse, mahalle maçında top kavgası yapan çocuklar gibi bir süre tatlı-şeker didişip boğuşsalar da sokakta onca kişinin tuhaf bakışları altında, bir türlü ikna edemedi çocuk kendi atkısını kızın boynuna sarmaya..“madem sen hasta olacaksın, ben de olurum o zaman” deyip, o da sol eline aldı atkısını ve sallaya sallaya yürümeye devam etti..yerler buzluydu..yengeç burcu erkek, deli-divane yürüyen kızın düşmesinden endişe ederek birkaç kez kolundan tutma eğiliminde bulundu koruma içgüdüsüyle..kız da bu gayretini fark edip, direkt koluna girdi çocuğun..
bu sefer düşmemesi için endişe edilmesi gereken kişi çocuk olmuştu..çünkü ayakları yere basmıyordu o an itibariyle..gün arasında kızın söylediği o söz gelmişti aklına..“ben sevgilim olan erkeğin koluna girer yürürüm bir tek”..o an düşmemek için mi girmişti koluna, yoksa artık sevgililer miydi??çok durmadı üzerinde bu sorunun, çünkü duracak kadar basmıyordu ayakları halen daha yere..
kıkır kıkır, kıpır kıpır, gülüş cümbüş yürümeye devam ettiler..bir ara kız “burnum yok şu an benim” dedi..zaten minicik bir burnu vardı..“dondu; bak, yok” dedi zaman zaman takındığı çocuksu ses tonuyla..“herhalde” dedi çocuk içinden, “ben buzda kayıp, kafamı kötü çarpmış olmalıyım..böyle bir tarifsiz mutluluk hissini ancak hayallerinde yaşayabilir insan”..işte öyle tarifsiz bir mutlulukla dopdoluydu her bir yanı..konu burundan açılınca, kendi burnundan da sicim gibi ayaz suyu akmaya başladığını fark etti inceden..kız sağ tarafındaydı ve çocuğun omuz çantası kendisiyle kız arasında kalıyordu..“çantamdaki paketten bir kağıt mendil alayım sileyim” diyecek olsa sanki o büyü bozulacak, birden saatin bilmem kaçıncı kezinciye çalıyor olan alarmıyla kendini mesaiye geç kalmış olarak yatakta doğrulmuş bulacak hissi düştü içine..diyemezdi ki “bana biraz müsaade eder misin, çantamdan kağıt mendil alıp burnumu sileyim??” diye..aklına sol elinde sallaya sallaya gezdirdiği atkısı geldi..aşkın büyüsü işte bu olmalıydı..o atkının orada olma sebebi ‘kızın atkıyı takmamaktaki inadı’ değil, ‘bu anın bozulmaması gerektiği’ olmalıydı..
arabaya varana kadar atkısı mendili olmuştu çocuğun..nasıl olsa o gece tekrar bursa’ya dönmek üzere yola çıkacaktı..ve evde atkısını yıkamak için hazır bekleyen bir çamaşır makinesi olacaktı..
gece bitti..çocuk, kızı evine bıraktı sağ salim..yola çıktı..söz verdiği üzere 100 km/sa hızı aşmadı bomboş otobanda ve orta şeritte kendisini sollamak isteyen tırından kamyonuna, otobüsüne kadar türlü taşıttan selektör yedi gün ışıyasıya kadar..yoksa uyumayacağını söylüyordu çünkü kız..ve ertesi gün flütçüsü olduğu ve zaman zaman vokalistliğini yaptığı müzik grubuyla sahne alacağı için yorgun olmaması gerekiyordu kızın, çocuğun kıyamayan kalbine göre..zira bu süratle çocuğun bursa’ya varması epey bir vaktini alacaktı..kızı uyumaya ikna ettikten sonra verdiği sözün de arkasında durarak ağır aksak devam etti yoluna..bir yandan arabayı kullanırken bir yandan da kızın yaptığı zeytinyağlı yaprak sarmalarını yedi ve hem yorucu ve uykusuz gün bir de yediklerinin ağırlığına dayanamayıp uykunun bastırdığı noktalarda molalar verdi..
nihayetinde, o da sağ salim vardı varacağı adrese..unuttu atkısını yıkamayı o gün ve daha sonra..az zaman sonra hayatlarında hiç olmaması gereken “üçüncü sefil şahıs” o kişisinin çocuğa yaptığı lekelemeler ve çocuk hakkında sarf ettiği yalanlar, ilişkinin büyüsünü ve kızın psikolojisini bozunca, kız “başlamadan bitsin, en iyisi bu” dedi..oysa çocuk henüz ankara’da, bursa’ya yola çıkmak üzere arabanın kontağını çevirmeden daha başlatmıştı içinde bir şeyleri..dizginlediği toy tayı salıvermişti..çünkü, her ikisi de kendi arabalarına binerken ön vedalaşmada –kızın evinin bulunduğu sitenin önünde bir kez daha vedalaşılmıştı-, çocuk kızın kapısını kapatmak üzere arabasına yaklaştığında o kadar içinden gelmişti ki onu öpmek; ama her büyünün bir zamanı var diyerek, korkup dokunamadığını fark etmişti..ve avuç içleriyle saçlarını örten ve o gece çocuğun kıza verdiği bereden başlayıp yüzünü okşamıştı en masum haliyle..ve bileklerinden tutup arabanın içine sokmuştu ayaklarını üşümesinler diye..o an fark etmişti işte her ikisi de..ne kız ne de erkek; o gecenin bitmesini istemiyorlardı aleni bir şekilde..istiyorlardı ki saatlerindeki pili çıkarınca zaman dursun..ve onlar bir masa bulsun, karşılıklı otursunlar ve konuşsunlar, anlatsınlardı hep..ya da bunları çocuk düşlediği bir hayalden yola çıkarak hissetmişti, sanki hiç olmamışlar da..öyle başlamıştı işte çocuğun içindeki o deli-dolu sevda..
kimde ne başladı ya da başlayamadıysa da, “üçüncü sefil şahıs” o kişisi yüzünden çok sürmeden yaşanan yüzü bitti ilişkinin..görünen, kızda izi de kalmamıştı..ama çocuktaki sızı hala tazeydi..yıllar önce izlediği “serendipity” filmi, ayrılmış olduklarının çocukta netleştiği akşam teselli aramaya gittiği arkadaşının evinde yakaladı onu..arkadaşı evliydi..dünya iyisi bir eşi, dünya tatlısı minik bir de kızları vardı ..kızlarının ismi, cismiyle müsemma..bal..farklı isimler üzerine verilen uzun savaşlardan sonra ortak bir şekilde ‘bal’da karar kılmışlardı..o gece çocuğun üzerine çöreklenen kara bulutları dağıtan tek şey, bal’ın omzunda uyuyakalmasıydı..yoksa her ne kadar, iyice materyalist bir düşünce metasına dönüştüğünden, çocuğa anlamsız da gelse o gün, 14 şubat’ta ayrılık kaldırılacak bir yük değildi onun için de..çünkü, çocuğun hiç çift olarak girdiği bir sevgililer günü olmamıştı..olsun diye çabalamıyordu da o güne olan bir türlü ısınamayan hislerinden dolayı..ama bu kızla değişeceğine inanmıştı işte bir şeylerin, birçok şeyin..ve hazırlıkları da tamdı o gün için..ama biteceğine renk veren bu ilişki yüzünden hazırlıklarını da erken ifşa etmek zorunda kalmıştı kıza..ikinci ankara seferinde, emanetlerini kıza teslim edip dönmüştü; aklında soru işaretleri..bir de beste yapmıştı yolda direksiyon başında, polatlı’dan bursa’nın girişine kadar ağlaya ağlaya..“aşka dair” diye bir beste..resmen, biteceğini hissederek dönmüştü bursa’ya..konu hiç konuşulmamıştı ve bir ümit vardı hep çocuğun tarafında..ama doğmuştu içine..ve sonu “bir şeyler söyle aşka dair” diye biten o şarkıyı bestelemişti 120 km/sa’lik ortalama bir hızla..
14 şubat’tan beri her gün beddua ettiği “üçüncü sefil şahıs” o kişisinin yüzünden bitmişti işte her şey öylece..ki hiç sevmezdi ne beddua etmeyi, ne de beddua edeni..ama, mevlid kandiline denk gelen bu 14 şubat’ta herkesin allah’tan hayır hasenat istediği gecede, çocuk sadece bu ilişkinin hak etmediği şekilde bitmesine neden olan “üçüncü sefil şahıs” o kişisinin acı çekmesini, ölmesini hatta istedi bütün bir gece ve takip eden diğer günlerde de..
enteresandır ki, aynen yıllar sonra onu sevgililer gününde taze bir ayrılıkta yakalayan “serendipity” filmindeki gibi kızı gözüne gözüne sokan o kadar çok tema çıkıyordu ki hayatta karşısına; çocuk her an tekrar ankara’ya gitmek için can atıyor, ama bir türlü kızdan o ilk geceki nefesi alamıyordu..halbuki bir sıralasa, karşılaştığı tesadüften öte şeyleri, kızın da içinde varsa bir şeyler her an bir yangın patlak verebilirdi yüreklerde..ama, iklimine mi ayak uydurdu, nedir, bilinmez; kız buz kesmişti her muhabbete..çocukta ise inceldiğiyle kalmıştı sevda, kopamamıştı bir türlü..ne yapsın, suni bir hayat yaşıyordu işte, hasılı çaresizce..suni bir nefes, yalan bir rutin..
tek gerçek atkısı kalmıştı geriye..üzerindeki kuruyan mukozalarla hala yıkatmadan kullanıyordu o atkıyı..ters-yüz bile etmeden hem de..soran olursa “senin hiç aşk yaran var mı dostum??” diye..“yarası kalbimde, göremezsin; ama izi atkımda, onu da görmek istemezsin” diyebilmek için..
tabii o da mevsim kışsa..