LOKANTALAR KAPATILACAK
Haber bültenlerinde ülkeyi sarsan bir haber anonsu yapılıyordu. Haber, ajanslara düşer düşmez internet medyasında yerini bulmuş, tıklanma rekoru kırmıştı. Sağlık bakanı ülkedeki bütün lokanta, restoran ve fast foodların kapatılacağını ilan ediyordu.
Son on yılda ülkenin obezite nüfusu bir hayli artmış, bununla aynı oranda obeziteye bağlı hastalıklarda da artış gözlenmişti. Özellikle kanser, kardiyovasküler sistem hastalıkları, metabolik hormonal komplikasyonlar ve sindirim sistemi hastalıklarında ciddi oranda artış vardı.
Şöyle diyordu sağlık bakanı açıklamasında: “Ülkemizi tehdit eden bu obezite (ölümcül şişmanlık) hastalığına karşı hükumet olarak bir önlem almak zorundaydık. Son yıllarda özellikle hipertansiyon ve kalp hastalığı sayısında görülen artış, bizi bu kararı almaya sevk etti. İlk önlem olarak ülkedeki tüm lokanta, restoran ve fast foodların kapatılmasına karar verdik. Bu sayede insanımız ev yemekleriyle daha sağlıklı beslenecek ve vücudundaki yağ dengesini sağlayacak. Lokantaların kapatılması ilk başta sıkıntı olarak görülebilir, ama vatandaşımız bundan büyük kar sağlayacak. En önemlisi sağlıklı beslenecek ve hastalık riskini ortadan kaldıracak. Lokantaların kapatılmasıyla ilgili hukuki çalışmalarımızı yılbaşına kadar tamamlayıp yeni yıldan itibaren uygulamaya başlayacağız. Bu işi bitireceğiz, lokantacılar şunu bilsinler ki bu milletin tıkanan her damarında onların da bir parça yağı var. 2013’ten itibaren artık Türkiye’de lokanta diye bir şey kalmayacak. Herkes ona göre yolunu çizsin.”
Hemen o akşam bütün ulusal TV kanalları açıkoturumlar düzenlemiş, ilgililerin bilgisine başvurmuş, özel haberler yapılmaya başlanmıştı. Lokantacılar şaşkındı. Ülkedeki obezitenin suçlusu olarak kendileri gösteriliyordu. Halbuki onlar kimsenin bu hastalığa yakalanmasını, insanların kalp damar hastalıklarıyla, hipertansiyonla mücadele etmesini istemiyordu. Onların tek derdi, dükkanlarına gelen müşteriye lezzetli yemek ve kaliteli hizmet sunmak, bunun karşılığında aldıkları ücretle evlerini geçindirmekti.
Bir açıkoturuma konuk olan sağlık bakanı haykırıyordu: “Antalya’da bir restoranda bir porsiyon lahmacun 150 TL! Olamaz böyle bir şey, Türk halkının cebinden parasını söke söke alıyor bu restoranlar. Fakir fukara yemek yiyemez hale geldi. Ülkeyi hem sağlık yönünden zarara sokuyor bu lokantalar, hem de milleti sömürüyorlar. Bunlara bir dur demeliyiz, lokantaları kapatırsak Türkiye’nin sağlık sorunlarını da çözmüş olacağız.”
Esnaf şaşkındı, bir anda günah keçisi ilan edilmişlerdi. Ertesi gün lokantalar bomboştu. Herkes onlara vabalıymışlar gibi bakıyor, lokantanın önüne gelen vatandaş karşı kaldırıma geçip yoluna öyle devam ediyordu.
Birkaç gün sinek avladı lokantalar, basın da onların üzerine geliyor, büyük puntolarla manşetler atıyor, “Lokantalar kapanacak!” diyorlardı. Hastanelerdeki yetersiz yatak sayıları, doktor ve sağlık personeli yetersizliği hep lokantaların halka yağlı ve sağlıksız yemekler sunması ve buna bağlı olarak gelişen obeziteyle ilişkilendiriliyor, sağlık sistemindeki çöküşün tek sebebi lokantalar olarak görülüyordu.
Daha birkaç güne kadar o leziz yemekleri tadan ve karnını doyuran insanlar bile lokantacılara cephe almış, siz bizi yıllardır sömürdünüz, hükumet haklı, kapatsın sizi bir an önce, diyorlardı.
“Bu iş böyle olmaz!” dedi köfteci Ali. “Bu iş böyle olmaz, bir bakan çıkıp sağlık sistemimin tüm suçlusu beni gösteremez, beni günah keçisi ilan edemez, ben bir ticarethaneyim, ben esnafım, beni nasıl kapatır, bu kanunsuzluk, hukuksuzluk, bununla ilgili bir şeyler yapmalıyım, mahkemeye vereceğim sağlık bakanını, beni maddi manevi zarara uğrattı.” diyordu. Bir araya gelen, çareler arayan esnaf ne yapacağını şaşırmıştı.
“Sen ne söylüyorsun Ali Usta, dedi biri. Sen kimsin, koca bakanı mahkemeye vermek kim? Baksana, koca zincir restoran sahipleri adamlar bile seslerini çıkaramıyorlar, sen ne yapabilirsin? Sen bugün mahkemeye verirsin, ertesi gün kapına diker tüm maliye ve sigorta müfettişlerini, kırk tane açığını bulur, yaratırlar, ömür boyu çalışsan sana fatura edilecek cezayı ödeyemezsin. Bırak konuşmayı, kaderine razı ol. İtaat et, rahat et!”
“Olur mu öyle şey kardeşim, bu devlette hukuk var, adalet var!”
“Haaa, adalet mi? Adalet hanım gelin gitti Ali Usta, şimdi balayında, ne zaman döner orası da malum değil. Sen gel bizi dinle, sesini çıkarma. Yazık olur sana.”
Yutkundu Ali Usta, Bir korku almıştı esnafın yüreğini, herkes kaderine razıydı. Birkaç çalışanı vardı, onlar da işsiz kalacaktı. Kendini bildi bileli köftecilik yapardı, şimdi ne yapacaktı? Çocukları okuyordu, borçları vardı. Tek sermayesi şu tezgahtı, o da yarın öbür gün kapatılacaktı.
“Yahu bu millet yemeğini nasıl evde yiyecek, bu kadar işçi, memur, esnaf ne yapacak, ne yiyecek?” dedi. “Sefertasıyla yemek taşıyacak işyerine Ali Usta, sefer tasıyla…”
“İyi de arkadaşlar, bu obezitenin suçlusu biz değiliz ki. Bari bununla ilgili bir şeyler yapalım, sağlık sistemindeki çöküntü de biz lotantacı esnafına yıkıldı. Tüm suçlu bizmişiz gibi gösterildi ve algılandı. Bari bir basın toplantısı yapalım, halka kendimizi anlatalım.”
“Neyi, kime anlatacaksın kardeşim, baksana insanlar bize vebalıymışız gibi bakıyor. Üç gün sefer tasıyla yemek taşırlar, ondan sonra anlarlar bizim yokluğumuzda kıymetimizi ama iş işten geçer.”
“Ali Usta, haline şükret, dua edelim ki sağlık sistemindeki çöküşün tek suçlusu olarak apar topar hapse atılmadık. Allah’a şükür dışardayız, lokantacılık yapamazsak, limon satar nafakamızı çıkartırız biz. Asıl önemli olan, biz kapatıldıktan sonra da sağlık sisteminde hala düzelme olmazsa sağlık bakanı ne yapacak?”
“Ne olacak, öyle bir çökerttiler ki hala düzeltemedim, diyecek.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.