- 919 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
DARBELERLE YÜZLEŞMEK (IV)
“…Hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”
-Mustafa Kemal ATATÜRK-
( Baş not: Bu bölüm ve sonrasında kaleme alınan konuların maksadı; Türkiye’nin 1946 yılında IMF’ye girerek bir siyasi tercihte bulunmasını takip eden yıllarda, darbelerin veya darbe girişimlerinin öncesinde, Türkiye’de meydana gelen ekonomik gelişmeler ile ekonomik krizlerin darbelerle olan ilişkisini ortaya koymak, darbe sonrasında alınan ekonomik tedbirlerin ve ortaya çıkan gelişmelerin kimler eliyle kimlere fayda sağladığını gösterebilmektir. Yazı içinde isimleri geçen kişilerin siyasi kimlikleri, siyasi görüşleri ve siyasi davranışları irdelenmemiştir.)
II. Dünya Savaşı’nın başlangıcında Alman ordularının üst üste yıldırım hızıyla kazandığı galibiyetler, savaşa girmediği halde Türk subayların üzerinde şok etkisi yaratmıştı.
Alman ordularının ani ve ezici silah gücü, parlak manevraları, baskın tarzındaki saldırıları, üstün savunma yetenekleri karşı gücün moral üstünlüğünü zayıflatmakta ve savaş arzusunu kırmakta idi.
Türk Ordusu ile Alman ordularını kıyaslayan genç subaylar, içinde bulundukları durumun sorumlusunun İnönü yönetimi ve ordunun yüksek komuta kademesinin olduğunu ve bu kadronun devrilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Ordu içinde bu düşünceye sahip yaygın bir kadro vardı. Bu kadrolar düşüncelerini gerçekleştirmek için gizli örgütler kurarak, darbe hazırlıkları yapıyorlardı.
Ordu içinde gizli örgütlenme ve darbe hazırlıkları devam ederken, mecliste topraksız köylülere toprak dağıtılması hakkında görüşmeler devam ediyordu.
Bu görüşmeler esnasında mecliste, siyaset tarihimize “Dörtlü Takrir” adıyla geçen olay oldu.
12 Haziran 1945 tarihinde CHP Milletvekilleri Celal BAYAR, Refik KORALTAN, Adnan MENDERES ve Fuat KÖPRÜLÜ, mecliste açık görüşülmek üzere bir karşı önerge verdiler.
Bu önerge görüşmeleri sırasında; Türkiye’nin tek parti yönetiminden kurtulması, tek dereceli ve serbest seçimlerin yapılması, üniversite özerkliği, cumhurbaşkanının CHP başkanlığından ayrılması, basın hürriyeti gibi söylemler ön plana çıktı.
CHP yönetimi ise bu önergeyi, parti içinde görev yapan ve büyük toprak sahibi olanların şahsi servetlerini koruma kaygısıyla sergiledikleri bir davranış olarak görerek bu kişilere karşı çıktı ve Menderes, Koraltan ile Köprülü’yü partiden ihraç etti. Celal BAYAR ise partiden ve milletvekilliğinden kendi isteğiyle istifa etti.
Çok partili düzene geçilince bu dört kişi, 7 Ocak 1946 da liberal ekonomi modelini benimsemiş olan Demokrat Partiyi kurdular.
Liberal görüşü benimsemiş olan bu parti, genç subayları heyecanlandırmış ve içinde bulundukları durumdan kendilerini DP’nin kurtaracaklarına inanmışlar ve zaten mevcut olan örgütlerin gayretlerini DP’nin iktidara gelmesi yönünde geliştirmişlerdir.
DP, 21 Temmuz 1946 genel seçimlerinde meclise ancak 66 milletvekili sokabilmiştir.
Açık oy, gizli sayım gibi garip bir yöntem kullanılan seçimlerde, seçime hile karıştırıldığı fikri yaygın olarak konuşulmaya başlanmış bunun üzerine örgütlerde iki fikir ortaya çıkmıştır:
Birincisi; CHP’yi zorla iktidardan uzaklaştırmak,
Diğeri; bir sonraki seçimleri bekleyerek, yapılacak seçimlerde yeniden CHP kazanırsa, DP lehine müdahalede bulunmak.
Birincisi seçenek gerçekleşmemiştir.
İkinci seçenek için gizli hazırlıklar devam ettirilmiştir.
Atatürkçü kadroların devlet örgütlerinden tasfiye edilmesi, harp ve harp sonrasındaki ekonomik sıkıntılar, halkın alınan vergiler sebebiyle büyük sıkıntılar içinde olması ve Atatürk’ün tam bağımsızlık fikrinden uzaklaşıldığını düşünen subaylar, mevcut iktidara karşı darbe hazırlıklarını hızlandırmışlardır. Bu çalışmalar sırasında darbeye liderlik edecek üst rütbeli bir general aranmış, sonunda Korgeneral Fahri Belen’e teklif götürülmüştür. Fahri BELEN darbe şartlarının oluşmadığını söyleyerek, acele edilmemesini tavsiye etmiştir.
Bu arada DP genel Başkanı Celal BAYAR, yapılacak seçimlerde ordunun desteğini arkasına alabilmek için üst rütbeli generallerle görüşmeler yapmıştır.
Sonuçta 14 Mayıs 1950 de Genel seçimler yapılmış, DP oyların %52.67 sini alarak, darbe planlaması yapan, başta Fahri BELEN olmak üzere, birçok emekli general ve subayın da aralarında bulunduğu, 415 milletvekiliyle meclise girerek iktidar olmuştur.
Böylece, silahlı bir müdahaleye gerek kalmadan, darbe girişimcilerince istenilen iktidar değişikliği seçimler yoluyla gerçekleşmiştir.
Bu gelişmeler içinde, ne yazık ki, Atatürkçü görüşlerden uzaklaşıldığı düşüncesiyle yola çıkanlar, tam tersi bir yapılanmanın gelişmesine alet olmuşlardır. Elbette Amerika’nın bu yapılanmada etkisi büyük olmuş, liberal ekonomiyi benimsemiş olan bir partinin iktidara taşınmasında rol almıştır.
Türkiye’nin, 1946 yılında savaştan çıkıldığı halde 100 milyon dolara yakın ticaret fazlası, 250 milyon dolar rezervi vardı. Ancak dünya ekonomik sistemine dâhil olduğu günden itibaren ticaret açıkları artmaya başladı.1951 yılında 88 milyon dolar olan ticaret açığı, 1952 yılında 193 milyon dolara yükseldi. Bunun başlıca sebebi ise 1946 yılında yapılmış olan kalkınma planının uygulanmaması ve sanayi yatırımlarından vazgeçilmesi idi. Gerçi ABD’den gelen yardımlar sonucunda piyasalarda bir rahatlık varmış gibi görünse de, ticaret açıkları büyümeye devam ediyordu. Milli hâsıla içinde tarımın payı ve tarımda makineleşme artmasına karşılık, 1953 yılına gelindiğinde sanayinin milli hâsıla içindeki payı %14’e düşmüştü.
İMF, Türkiye’nin artan ticaret açıklarını kapatabilmesi için, dış ticaretini daha da serbestleştirmesini istiyor, Türk lirasının değerin düşürülmesini tavsiye ediyor, hata bu konuda baskı yapıyordu. Menderes hükümeti bu tavsiyelere uymadığı gibi 1953 ve 1954 yıllarında Milli Korunma Kanununu tekrar yürürlüğe koydu, fiyat ve piyasa kontrollerini canlandırdı köylünün ürünlerine fiyat desteği uyguladı. Özel sektörün teşvik edilmesiyle yavaş da olsa sanayileşme hareketleri başladı.
Elbette bu davranışlar dünya egemeni patronların(!) hoşuna gitmedi ve 1954 yılında genel seçimleri kazanmış olmasına rağmen, kendisine -daha doğrusu Türkiye’ye- verilmiş olan rotanın dışına çıkmaya başlaması, Amerika’nın çıkarları yerine halkının refahını ön plana almaya çalışması ve sanayileşme gayretlerinin artması, Adnan MENDERES için sonun başlangıcı oldu
1954 yılından itibaren ABD ile Menderes Hükümeti arasında, Menderesin IMF’nin dayatmalarını uygulamaya koymaması sebebiyle sürtüşmeler başlamış, bu sürtüşmeler Türkiye’nin 1960 darbesine sürüklenmesine sebep olmuştur.
Bir sonraki yazıda; 1960 darbesinin sebeplerini, darbeyi yapanların hangi düşüncelerle yola çıktığını, nereye vardıklarını ve neticede kime hizmet ettiklerini inceleyeceğim.
Bekir GÜÇLÜER
YORUMLAR
Sayın Güçlüer 2 nci dünya harbi sonucu ABD nin payına düştüğümüzde ilk tokadı Köy Enstitülerinin kapattırılmasıyla yedik. Marshall yardımının yazılı olmayan ilk koşuludur malumlarınız.
Sonrası çok partili demokrasiye geçirilişimizdir. Bugün bile aydınlanma düzeyimizin çok partili demokrasiyi hazmedecek düzeyde olmadığı görünmektedir.
Çok güzel vurguladığınız gibi ekonomik olarak muhtaç duruma düşürülen ülkemiz her yönüyle ABD nin kontrolüne girmektedir.
Bakalım darbeler nasıl gelecek.
Tebrik eder selam ve sevgiler sunarım.
bekir güçlüer
Ziyaretiniz ve değerlendirmeniz için teşekkür ederim.
Aslında ifade ettiğiniz gibi bağımlılık her yönüyle kendini göstermiş. Ve hala devam etmekte. Ancak ekonomik bağımlılık diğerlerini de beraberinde getirmekte.
Tüm darbelerde şablon hep aynı. Değişen sadece zaman ve kişiler.
Sanıyorum ilerleyen bölümlerde bu daha netleşecek.
Selam ve saygılarımı sunarım.
bekir güçlüer
Ziyaretiniz, ilginiz ve yorumunuz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım.