- 1122 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İSTANBUL'DA KALAN SEVDALAR !..
Karaköy otobüs durağında indi. Etrafını şöyle bir gözlemledi. O kadar kalabalıktı ki her yer, insanların yüzlerindeki telaşlı hallerine bakıp dakikalarca dalıp gitti. Büyük şehrin kahırlı yorgunluğu herkesi nasıl da etkilediğine içerledi. Yüzlerdeki tatsız ifadeler her şeyi alıp götürdüğüne, mutsuzlukların dışa vuruşlarına sızlandı. İsteksiz adımlarla sigara ve gazete satan büfeye doğru yöneldi. Dalgın bakışlarla ilerlerken on yedi yaşlarında bir genç yanına yaklaştı. Dikkatini çekmek için yüzüne doğru eğilerek;
- Abla, parfümlerim var alır mısın? En pahalı markalar bunlar... Orjinallerinden!
- Hadi oğlum başkasına, ihtiyacım yok!
- Ablacığım bi siftah yapam seninle! Al şunlardan bir tane! Erkekler için de var. Aşkına, sevdana, eşine hediyen olur be abla!..
- Yok benim ne aşkım, ne de eşim!.. Bir de markalı parfüm sattığını söylüyorsun utanmadan! Bunların hepsi sahte. Şu yaşta sende mi başladın insanları aldatmaya? Bizi aldatmayan kalmamıştı, bir sen eksiktin! Bas git, gözüm görmesin seni! derken sinirlenmişti Tülay.
Seyyar satıcı genç arkasına baka baka uzaklaşırken Tülay büfeye varmıştı. Büfeciye;
- Beyefendi, şu sigaradan bir paket rica edeceğim, bir de gazete alıyorum.
- Derhal hanımefendi. Gazeteyi raftan kendinizde alabilirsiniz.
Tülay, gazete ve sigarasını alıp balıkçı tezgahları önünden geçerek ilerideki çay bahçesine gitti. Rıhtım kenarına kurulmuş masaya geçip oturdu. Karşısında yeni Cami’nin heybetli minareleri, Mısır çarşısının ihtişamı, teknelerde balık ekmek satan Osmanlı süslemeleri ile donatılmış teknelerin tarihi seyri, Eminönü dükkanlarının rengarenk neon lambalarının güzellikleri, İstanbul Üniversitesinin başı dik kulesi ve Galata köprüsü, köprüde balık tutanların umutla bekleyişleri. Köprü altından geçen balıkçı teknelerinin, yolcu tur gemilerinin süzülüp gidiş gelişlerini kucaklarcasına karşısındaydı Tülay’ın. Her taraf ışıl ışıldı ama insanlar, martılar, kedi ve köpekler mutsuzdu! Yeşilin bile küstüğü İstanbul’un bu haline içerlerken garson bitiverdi sağ tarafında.
- Demli bir çay oğlum!
Garson yanından uzaklaşırken başını salladı Tülay. ’Hey gidi günler hey!’ derken yılların güzellikleri aklına gelmiş olmalıydı. Derin düşleri sökün etmişti gözlerinin değdiği yerlerde. Yıllar öncesindeki İstanbul’u düşündü. Halden anlamaz, nezaketten yoksun, sırnaşık tiplerin, kedilerin masumiyetlerine bile tekme atacak kadar vicdansızlaşan insanların her şeyin ’PARA’ dediği bu büyük metropol de mutsuzluğun tavan yaptığı İstanbul’un şu haline içerledi!
Bundan elli yıl öncesinde yaşadıklarını gözlerinin önüne getirdi.
Kalabalıklar az, klasik arabaların süslü dekorasyonları ile gelin gibi süzülüp gidişleri, takım elbiseli beyefendilerin, şık giyimli hanımefendilerin rıhtım sefaları, genç aşıkların gizli saklı Emirgan koruluklarında buluşmaları, esnafların İstanbul’un kendine has kibar şiveleri ile müşterilerini karşılayışları, faytonların sahil boyunda yeleli, mavi boncuk süslemeli atların rahvan gidişleri mıh gibi çakılıp kaldı gözlerinde! Hele mesire yerlerinde kurulan salıncakta babasının sallayışındaki cilveli heyecanlarını hiç unutamıyordu. Filinta gibi gençlerin etrafında pervane olmalarını nasıl hatırlamazdı?
Garson demli çayını masasına koyduğunda irkildi birden!
- Ne oldu abla? Galiba çok düşünceli, ya da dertlisin! Dalıp gitmişsin...
- Sorma be kuzum! Çok eskilere kayıp gittim de... İstanbul’umuzun şu kirlenmişliğine üzülüyorum! Eskiden böyle miydi? Gerçi şehrimizin ne günahı var? Cehalet kirletti bu nurlu şehri...
Garson ağzındaki sakızı gevelerken gayri ciddi;
- He abla öle valla, ama boşver! Sana mı kaldı bu şehrin kirlenmişliğini dert edinmek? derken çay parasını alıp uzaklaştı masadan.
Tülay, ardından bakıp kaldı garsonun umursamaz tavırlarına. O da ortamın silik hayat yaşamına kendini uydurmuştu. Efendiliğin, hanımefendiliğin yitmişliğinde ihtiyarlamış şehrin yorgunluğu onu korkutuyordu. Bu şehri Fatih Sultan Mehmet Han hazretleri fetih için nelerini feda etmişti. İslamın büyük sahabelerden Halid B. Zeyd Ebu Eyyüb el-Ensari olan Eyüp Sultan (r.a.) feth etmek için her şeyi göze alıp ta hicazdan gelmişti. Bizansın çanlarına ot tıkayan Fatih’in kutlu şehrinin öksüz, boynu bükük, sahipsiz kalışına bir anlam veremiyordu Tülay. Nice güneşler doğup batarken yeditepeli İstanbul, yeniden eski muhteşem manevi güzelliğine kavuşmasını arzuluyordu hep. Yapılan değişikliklerin, yeni çıkarılan yasaların bu şehre hayırlar getirmeyeceğini düşünüyor, dualarında şehri nurlandırıyordu!
Çayından son yudumunu aldı. bardağı masaya koyarak; ’ Bismillah’ diyerek masadan kaktı. Geldiği yöne doru yöneldi. Düşüncelerle yol alırken balıkçılar yolundan, balık tezgahlarından gelen kokulardan bir an önce sıyrılması için adımlarını hızlandırdı. Balıkçıların bağrışlarını bile duymuyordu. Uzaklaşıp gitti.
Galata köprüsünden Eminönü’ne ilerlerken sıra sıra durmuş balıkçılara gülümser gözlerle, tebessümle selam veriyordu. Tebessümlerine karşılık verenlere ’ Rast gelsin beyler’ demeyi ihmal etmiyordu. Mavi tranvayın ihtişamı ile yanından süzülüp giderken, tranvayda tıka basa dolmuş olanların havasızlık ve sıkışıklıktan hissettikleri rahatsızlıkları yüzlerinden okunuyordu yolcuların. ’Kalabalıkları taşıyamıyordu bu şehir. Zamanla kayıplara karışıp gidecek miydi kaderine bırakılan bu şehir?’ düşüncelerinde yürüyordu şehrin küskün kızı Tülay!..
Yeni Cami’de, Mısır çarşısında, ara sokaklardaki esnafları dolaşarak soluklandı. Bitki ve tohumlar satan dükkanlara daldı. Yeşili, çiçekleri çok seviyordu. Uzaklardaki aşkının sevdiği mor menekşelerden bir demet aldı. Mor menekşelerde aşkının, sevdasının, yoldaşının kokusunu buluyordu. Onları okşar, öperken sanki sevdasının tenine dokunuyormuş, kokluyormuş hissi veriyordu ona. Bazı geceler kalkar, onlarla dertleşirdi. Evin baş köşesindeki kristal saksıda yaşatırdı onları. Gözleri gibi bakar, evindeki can yoldaşı kedisi Aşk’a hiç dokundurmazdı onları. Onun özeli, mor menekşeleri her şeyden kıskanırdı. Çok sevmişti onu. Yılların çileli hayatının ardından bahtına bir yıldız gibi doğmuştu Metehan! Ona deliler gibi aşıktı. Kaderinden midir ne, uzaklardan bir yüreğe aşık olmuş, yüreğinin sahibi yapmıştı onu...
Elindeki menekşeleri okşaya okşaya her zamanki gittikleri kahveye gitti. menekşelerini masaya koyup çantasından sigarasını çıkarıp yaktı. Derin nefes alıp dumanını ta ciğerlerine kadar çekip dumanını ayrılığa kahır edercesine fırlattı ileriye. Karşı masada oturan çiftin üç yaşlarındaki sarı saçlı, mavi gözlü şirin kızın dikkatini çekti masadaki mor menekşeler. Masaya doğru yönelirken annesi;
- Kızım gel otur şuraya! Nereye?
Minik kız mızıklarcasına;
- Anne yaa, teyzenin menekşelerine bakıcaaamm! Çok güzeller...
Tülay kızın annesine;
- Lütfen bırakın gelsin, baksın menekşelere. Kız bak çok beğenmiş!
- Efendim sizi rahatsız etmesin?
- Asla, rahatsız etmez! Baksanıza şunun tatlılığına, derken minik kıza elini uzatıp masaya çekti onu. Sandalyeye oturttu. Menekşeleri önüne uzatırken;
- Hadi sev bakalım menekşelerimi.Aslında kimseciklere dokundurtmam ama sen dilediğince sev, kokla ...
- Teşekkür ederim teyzeciğim. Sizde menekşeleriniz kadar güzelsiniz, derken mavi gözleri ile Tülay’ı süzüyordu...
Tülay, sevecenliklerle bezeli minik kıza;
- Bebeğim söyle bakim adın ne senin ve ne içmek istersin? dedi gülümsemeyle.
- Teyzeciğim benim adım; Büşra, dedikten sonra arkaya, annesinin masasına çevirdi başını;
- Anne, teyzem bana içecek alacak, içebilir miyim?
Annesi ’tamam’ dercesine başını salladı. Büşra çok sevinmişti annesinin onayına. Tekrar Tülay teyzesine dönerek;
- Teyzeciğim, ben meyve suyu içebilirim. Annem müsaade verdi. Ama siz adınızı bana demediniz?
- Ah canım benim. Adım Tülay bebeğim. Sen çok şirin ve tatlısın. Benimde senin gibi bir torunum olsa çok mutlu olacağım Büşra’cığım.
Minik Büşra ile içecekler içilip sohbetler edildikten sonra ayrılık vakti geldiğinde buruk bir hüzün hakimdi yüreklere. Tülay Büşra’yı, Büşra’da yeni tanıştığı teyzesini çok sevmişti. Veda’ya yeni buluşmalar temenni edilirken Büşra annesi ve babası ile uzaklaşırken tatlı bir hatırayı yüreklere kazıyordu. Sevecenliklerin, sevgilerin aranır olduğu koca şehirde böylesi tatlılıklar bir daha yaşanmaz korkusu sarıyordu Tülay’ı.
Tülay saatine bakarak kalktı sandalyesinden. Garsona seslendi. Hesabı ödeyerek uzaklaştı oradan. Yeni Cami’nin , Mısır çarşısı girişinin yan tarafındaki meydanda uçuşan güvercinlerin arasından geçerken yem satıcısından yem alıp attı önlerine. Birbirinden güzel güvercinlerin yemlere dalışlarına, ses çıkarmalarına, kanat çırpışlarına tevekkül içinde baktı. Allah’a hamd-ü senalar yolladı.
Eminönü’nün bakırcılar, hırdavatçılar çarşısından semtinin otobüs durağına ilerlerken adeta Anadolu’daydı. Ne ararsan vardı. Sanki Anadolu oraya taşınmış, kilim desenleri gibi rengarenkti sokaklar. Günün yorgunluğunu unuttururcasına güzellikler arasında yepyeni bir huzur bulmuştu...
Geçmişin ve geleceğin karanlıklarını başından def edercesine yürüyordu sokak aralarında. Sevdasının elinden tutarcasına tebessüm ediyor, mutlulukla doluyordu içi. Geleceğin mutlu düşlerini aklına getirdikçe sevda türküleri dudaklarından dökülüyor, olumsuz şartları unuturcasına neşeli görünüyordu etrafına. Yılların ayrılıklarından dolayı nice sevdalara ev sahipliği eden yorgun şehre küsemiyordu. Tek üzüldüğü şey, bu sevda yüklü şehrin nice sevdaları koynunda bırakıp uzaklara giden yiğitlereydi, aşkınaydı...
Tülay, martıların eşliğinde otobüsle evin yolunu tutuyordu yalnızlığında. Akşamın loş ışıklarında yine uzaklara dalıp gidecekti mor menekşeleri ile...
Bahar Tülay Kıran
13 Kasım 2012 Saat: 00: 30 İstanbul
YORUMLAR
Sevgili Bahar,
Yazını hissederek ve duyumsayarak okudum ki aynı duygularla örtüşmek hem sevindirici hem üzücü.
Güncel hayatı geçmişle ve zamanla öylesi güzel işlemişsin ki düşüncelerine sağlık.
Güzel bir seri çıkacağı düşüncesi içindeyim yazacak çok özlemler var canım.
Sevgilerle Bahar'cım.
baharca57
ocağımız reisi, evdeşim,
harika bir hikaye okudum kaleminden
araştırma yazılarını zevkle okuyordum şiirlerin gibi
şimdi bir de hikaye eklendi yazılarına...
fena da olmamış yani...
Sevgili yoldaşım,
umarım bu hikayelerin roman yazmaya yöneltir seni
tebriklerimi ''BİSMİLLAH'' deyip bırakıyorum yüreğine ve kalemine...
sevgilerimi buselerime sarıp yolluyorum.. uzaklardan... :)