- 1525 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
sahipsiz mektuplar...
“yaz” dedin hep…
“gülümse lütfen” demiştim sana hani bir keresinde seni üzdüğümde?
“ içimden gelmese yapamam” demiştin sen de hani?
öyle işte prensim…
gelmedi mi?
geldi tabi ki… hem nasıl… hem neler neler…
ama inan her defasında tutuldu elim…
niye korktum biliyor musun seni yazmaktan?
anlatamamaktı en büyük korkum!
seni… bendeki yerini… yüreğimce dile getirememekti…
kolay mı sanıyorsun anlatabilmek bendeki seni?
"kaşımı gözümü" dedin
"havamı,
boyumu posumu
yakışıklılığımı…"
çocuksu egona sayıyordum isteklerini,
gülümserken seni delirtircesine…
…………………………………………………
ey benim kendindeki en büyük erdemleri göremeyen sevgilim!
ey saydıklarının sıradan şeyler olup binlerce erkekte var ve anlamsız olduğunu bilmek istemeyen sevdiğim!
bilsen ne kolaydır istediklerini yazmak…
ki bilirsin yüzlercesi binlerce kez yazdı sana onları…
ki her biri diğerinden sahte, diğerinden avcı, diğerinden onursuz…
söylesene sevdiğim?
gerçekten seven bir yürekten dökülmedikçe ne anlamı vardır söylenenin, yazılanın?
zamanından yüreğinden çalmaktan öte ne kazandırdı söylesene bitanem?
hatırlasana?
ki ben unutamayacağım asla… inanıyorum ki sen de…
o tatlıcıdaki özü pak delikanlıyı hatırla sevdam.
o her şeye rağmen kimsenin bırak dokunmayı farkında bile olamadığı kapısını bile aralayamadığı o koca yüreği hatırla içimin ısısı.
hani o özü,
güneş bakışlı gözlerinden akmasına engel olamadığın o damlaları?
farkında bile değildin o an yaradılmış en güzel adam olduğunun!...
ağladıkça güzelleşiyor
güzelleştikçe büyüyordun bende!
ıssız ve kırgın yüreğimi daraltıyordun bana…
sen doluyordun
sen oluyordun
ve yüreğim her saniye daha çok sana yürüyordu!
ilk dokunduğunu hatırla ellerime…
hani liseli çocukların ürkekliği
köylü delikanlıların saf ve bakir mahcupluğuyla hani?
tanımasak ta
farkında bile olmasak ta o büyülü anlarda yine de çekinmiştik bakan gözlerden,
… ve masanın altında buluşmuştu ellerimiz…
kutsallığı bize kalsın diyeydi belki de
belki de göze gelmesin çoklaşmasın diyeydi saklanmamız kim bilir?
ne mutluyduk ah!
“dursun zaman!” dedin mi içinden sen de sevdam?
“bitmesin” dedin mi ben gibi sen de için için?
ben mi?
“şuan ölsem!” dedim sevdam!
ölsem…
yüreğimin en mutlu anıydı belki de o an inan…
mutluluktan ölen var mıdır sevdam?
ben olurdum belki de ölseydim o an!
ayları devirdik… yılları sardık ileriye…
öyle ki;
“bir sigara içelim mi?” deyip kalktığımızda,
sevdası asırlardır yüreğimizde kök salmış eskimeyen bir sevgiliydik birbirimizde.
o yüzdendi kaçmadığım öptüğünde dudağımdan ilk kez…
o güvendendi elimi tuttuğunda kaygısızca sardığım elini…
ve o huzurdandı başım omzunda, kürtçe ezgiyi dinlemem mutlu dudaklarından döküldüğünde…
ağlamıştım hatırlıyor musun çenemden tutup gözlerime baktığında ilk…
“hep mutluluktan ağla böyle gülüm” demiştin…
…ve sen o an benim gözlerimle bakabilseydin kendine,
bir erkeğin ancak bu kadar yakışıklı olabileceğini anlardın!
o ana kadar bildiklerinden çok farklı hem de…
çünkü sen o an ilk kez bir kadına inanarak “gülüm” diyordun
çünkü sen seviyordun!
seven erkek te kadın da güzelleşirmiş sevdam,
…ve ben sana sonsuza kadar inanıyordum!
“yüreğindeki sızı gibi mi?” demiştin hani?
dudağımdaki masum tadın bıraktığı tatlı sızı, ilk ayrılığımızda yüreğime çöreklenmişti işte…
oysa toplasan kaç saat olmuştu ki buluşalı gözlerimiz?
kaç dakika hissetmişti ellerimiz sıcaklıklarını birbirinin?
ne verdiğimiz söz vardı birbirimize?
ne yarınlar vaat etmiştik…
yürektik sadece…
özdük…
bizdik…
o kadardık işte…
hiçbir takvimin hiçbir saatin tarif edemeyeceği zamana düşmüştük biz.
aşktı o zamanın adı
sevdaydı…
bizdik…
siyabend hissetmiş miydi yüreğimizi sence?
mem mutlu olmuş muydu acaba yaşadıklarımızdan?
xece ve zin huzura ermişler miydi yattıkları yerlerden?
sen hayatının en büyük hızını yaparken yollarda kutsal aşkların şarkılarını haykırmıştın mezopotamya dağlarına, kızıl topraklara…
ben karşımdakini görmeyecek kadar sevdalı bakışlarımı, yüzümdeki en çocuksu ve teniz gülümseyişimi saklamaya çalışmıştım olmak istemediğim o ortamda insanlardan…
aşk buydu işte!
buydu sevda!
ve asırlar sonra mezopotamya kutsal bir aşka daha tanıklık ediyordu işte yeniden!
…ve işte ilk kez o gece huzursuz etmemişti bizi uyuyamamak…
düşlemenin en güzelini yaşamıştık…
ve özlemin en doruğunu…
……………………………….
bana ulaşamamak delirtmişti seni
sana ulaşılır olamamanın beni delirttiği kadar…
bir mucizeyi yakalamışken parmaklarının arasından kayıp gittiğine seyirci kalmanın çaresizliyle,
“yeter!” demiştin.
aynı çaresizlikle dibe vurmuştu bu sözün beni…
anlatamıyordum
anlamıyordun
anlamsızlığın koynuna yuvarlanıyorduk her beşer gibi…
mutsuz ruhumu kamufle etmeye yetmiyordu bedenimin zoraki dili…
içime akıyordu acıyan yüreğimin yaşları…
“yetmemeli!” diyordum çaresiz sessiz ama avaz avaz!
duydun!
hissettin!
…ve o koca yüreğini alıp avucuna yollara vurdun sorgusuz…
“ on beş dakika sonra sendeyim” dediğin an,
serçeler sardı göğünü niseybîn’in görmeliydin!
çiçek açtı rengârenk ağaçları,
güneşi görmeliydin sevdam güneşi!
bu kadar güzel güldüğünü görmemiştim inan!
mutlu serçelerden farksız yüreğim avuçlarına düşmek için kanat çırpıyordu ah!
“geldim işte”
“bekliyordum”
tanrım!
hangi kalem yazabilirdi o anı?
hangi şair anlatabilirdi duygularımızı?
ve hangi ressam çizebilirdi dışa vuran güzelliğimizi?
…ve sen o an benim gözlerimle bakabilseydin kendine,
bir erkeğin ancak bu kadar yürekli olabileceğini anlardın!
“gitsek… yok olsak... sadece sen ve ben olsak.” dedin.
“güneşe gidelim mi sevdam?” dedim ben de.
batmak istemiyordu adeta güneşimiz hatırlasana?
bizi
mutluluğumuzu
aşkı
izlemekten o da çok mutluydu sanki…
ki asırlardır özlediğiydi belli ki onunda…
“ güneşe bakıyorum” dedim.
“benim güneşim yanında” dedin
utanarak baktım.
bir çift güneş kamaştırmıştı gözlerimi…
ışıl ışıl
çocuksu ve saf
erkeksi ve güçlü
sevdalı ve iddialı!
“iki güneşimle mutluyum” dedim…
kızıl topraklar ve geceydi tenlerimizin ilk vuslatın tanık olan.
yakınlaşıyorduk…
bilsen ne çok koymuştu ikinci ayrılık…
zorlanıyordu artık yüreğim
alışamıyordu yokluğuna… yok olmana…
koşar adım geçsin istedim akreple yelkovan…
peş peşe yırtılsın istedim yaprakları takvimin
batsa güneş
doğsa ay
koşsam sana
koşsan bana sen
yarın yokmuşçasına kavuşsak diye birbirimize!
“ evinin yakınlarından da geçsek mi? hep istemiştim görmeyi…” dedim.
“sürprizdi.” demiştin…
ömrümün en anlamlı sofrasıydı, ellerinle hazırladığın bana…
çocuksu sevincimiz ve korkularımızla şaşkındık ikimiz de…
ama bir çocuk saflığıyla da mutluyduk!
…ve ben seni, senin yaşadığın dünyada soluduğun yerde seviyor olmanın tarifsiz derinliğinde kayboluyordum…
………………………………………
evet, hayatımın en yasak korkusuydu yaşadığımız,
evet, üzmekti birbirimizi, istemeden de olsa korkumuz,
belki yanlıştı evet!
ama güzel gözlüm
ama köroğlu yüreklim
aşktı!
…ve sen o an benim gözlerimle bakabilseydin kendine,
bir erkeğin ancak bu kadar cesur olabileceğini anlardın!
…………………………………
sevgin korkularımı
güvenin yasaklarımı yendi…
yüreğimden sonra
hükmettin ruhuma da
bendin artık sen
ve ben iliklerime kadar sen!
doruklara sevdalanmak bu olsa gerekti.
takvimler yirmi bir mart diyordu yeniden doğuşumuza…
saatler yirmiyi gösterirken kutsuyordu sevdamızı…
…………………………………………….
üçüncü ayrılık sandığım en uzun ayrılığımızmış oysa… düşünememiştim bile…
bilseydim?
saliselere hapseder miydim öpüşünü?
kopabilir miydim kollarının güçlü sıcaklığından?
bilseydim ah!
nisanın birinde sınadım aşkımızı eşekçe…
sustuğun o saliseler asır geldi yüreğime
öleceğim sandım o an
duracaktı yüreğim kendi yalanına sanki…
tam arayıp “şaka” diyeyim derken ardından
arayan sendin
“neden?” dedin hiç tanımadığım o sesinle…
üşüdüm… korktum… yok oluyordum…
“şakaydı sevdam!” dediğimde;
“ yüreğim duracaktı…” dedin.
sen şımarık kahkahalarımı duysan da,
ağlıyordum ben onlarca kalabalığın arasında
sesin benden uzaklaştığında…
bilmedin!
evet, aşktı yaşadığımız
sevdaydı
onurdu
namustu
yaşamanın ta kendisiydi!
…ve sen o an benim gözlerimle bakabilseydin kendine,
bir erkeğin ancak bu kadar mert olabileceğini anlardın!
aşkımız sınavı geçmişti…
“alacağın olsun…” dese de dilin
inanıyorum ki sevdam, bayram etmişti sol yanı bedeninin!”
ki benim de!
şükrediyorduk için için
u/mutluyduk…
…ve bugün tam yirmi biri yine hasreti yutkunduğumuzun…
delice özlerken
isterken çılgınca
dokunamamak bile gülüşlerimize
ellerimizi hissedememek ne zordur ah!
doruklara çıkıp dibe vurmalarımız bundandır sevdam!
bir an soluklarımızda ölmek isteyip hemen ardından birbirimizi öldürmek istemelerimiz bundan!
kırıp dökmelerimiz
vazgeçemeyişimiz
dönüp dönüp başa sarmalarımız bundan!
şuan yine ezan okunuyor sevdam…
sabah ezanı ki en sevdiğim
bilirsin,
her arayışın ezana rastlar… hikmetinden sual sorulmaz… hayra yor…
seni diledim tanrıdan ilk kez bu kadar içten
“ezanlar hürmetine ayırma bizi rabbim” dedim ilk…
“bizi bize helal kıl yüce tanrım”
“ kavuşalım sonsuza dek…” dedim…
duysan sen de dilerdin aynısı bilirim sevdam.
“âmin” derdin en içtenliğiyle yüreğinin… bilirim.
takvim on nisan diyor şimdi…
sabahın beşini geçiyorken saatler…
yine de uyku yok özleyen gözlerimde
mutsuz değilim
hele pişman asla!
seni yazdım
seni anlattım ya
artık yazılar da ortak ya sevdamıza?
mutluyum… umutlu… huzurlu…
seni seviyorum kızıl toprakların prensi!
S e n i s e v i y o r u m…..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.