- 2011 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
DİL VE TARİH
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
DİL VE TARİH
Düşündüklerimizi, hissettiklerimizi, içimizde yaşattığımız duyguları yazarak ifade etmek, Zihnimizden ve gönlümüzden geçenleri başkalarıyla paylaşmak...
Başkalarının duygu ve düşünce dünyasını okuyarak tanımak, öğrenmek ve ayrıca insanlarımıza bir nebze de olsun kendi edebiyatımızı, tarihimizi, kültürel değerlerimizi kısacası milli kimliğimizi tanıma noktasında faydalı olabilmek için Güzel Türkçemizi ve kendi tarihimizi iyi bilmek zorundayız.
Kamus Namustur. Bin yıl içinde yaşadığımız zengin ve köklü bir medeniyet alemine ait nice kaynak kitaplarımızdan bugün yararlanamıyoruz, okuyamadığımız için. Bilerek veya bilmeyerek dışlanmış olan kültür dilimiz Osmanlıcayı okuyup yazabilenlerin ve anlayabilenlerin sayısı maalesef yok denecek kadar azaldı..
Sadece bizdeki eserler değil, asırlarca Osmanlı idaresinde kalmış olan ülkelerin arşivlerindeki eserler de okunmayı, günümüz insanlarının istifadesine sunulmayı bekliyor. Geçen sene Libya Hükümeti, kendi arşivlerindeki Osmanlıca kitapları okuyabilen tek bir kişinin olduğu onun da ölümüyle okuyabilecek hiç kimsenin kalmadığını beyanla IRCICA aracılığı ile Türkiye’den Osmanlıca okuyup yazabilen ve anlayabilen elemanlar istedi. Acaba bizim Türkiye olarak, bir başka İslam coğrafyasında bulunan kendi mazimize ait eserlerin aydınlatılıp, ilmi çevrelere arzı hususundaki bu talebe cevap verebilecek seviyede kaç yetişmiş insanımız var?
Osmanlı, üç kıtada yirmi milyon kilometrekareye hakimdi ve bir çok farklı inançla birlikte 30-40 ayrı dil konuşuluyordu. Bu çeşitliliğe rağmen büyük çapta etnik ayrımcılıkla ilgili bir problem yaşanmadı, fakat günümüz Türkiye’sinde Anadolu coğrafyasında hepimiz Türkçe konuşuyoruz ama anlaşamıyoruz. Aynı dili konuşuyor olsak da aynı dilden konuşmuyoruz. Liseli bir İngiliz çocuğu 500 sene öncesine ait Shekspeir’ in Hamlet’ ini, Kral Lear ’ını rahatlıkla okuyup anlayabilirken, biz üniversite tahsilinin sonunda bile Mehmet Akif’i, Yahya Kemal’i anlayamıyoruz.
Geçmişle irtibat, dilde birlik, ortak kültür ve ortak yazı ihtiyacı hususunda Kırımlı üstad merhum İsmail Bey Gaspıralı’ yı anmadan, onun bu uğurdaki gayret ve faaliyetlerine temas etmeden geçemeyiz. İsmail Bey özelde Türk dünyasının, genelde de tüm İslam aleminin ortak bir yazı dilinde birleşmesi için hayatı boyunca mücadele etmiş, “Dilde, Fikirde ve İşde Birlik” sloganını kendisine düstur edinerek bu ülküsünü hayatı boyunca savunmuştur. Sadeleştirilmiş bir İstanbul Türkçesini bütün Türk dünyasının anlayabileceği ortak bir dil haline getirmeyi hedeflemiştir. Bu amaçla Tercüman adlı gazeteyi çıkarmaya başlamış, 1883’ lü yılların teknolojik ve ekonomik imkansızlığına rağmen Tercümanı Kırım Bahçesaray’ dan Semerkand’ a, İstanbul’dan Kaşkar’ a, Edirne’den Bişkek’ e kadar tüm Türk diyarlarına ulaştırmıştır. İsmail Beyin firaseti, Onun bu gayretlerinin ne denli önemli olduğu 1991’den sonra Sovyetlerin dağılması sonucu Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerimizde yakınen anlaşılmıştır.
O tarihte Tercüman gazetesiyle milyonlarca Müslüman Türk’e ulaşan, Dilde, Fikirde, İşde birlik fikirlerini paylaşan Gaspıralı, maalesef günümüzde hak ettiği değeri görmemekte ve genç nesiller tarafından tanınmamaktadır.
Bizler tarih ve kültür zenginiyiz, fakat bu hazineyi yeni nesillere aktaramıyoruz.
Bu gün Osmanlı Tarihi olarak okutulan derslerde dahi, mevcut kaynakların ve tarihi dökümanların maalesef sadece % 15-20’ sinin verileriyle okutuyor, o ölçüde bilimsel araştırmalar yapabiliyoruz. Tarihi vesikaların çoğu kapalı ve kilitli arşivlerde gün ışığına çıkarılarak azad edilmeyi, milli manevi değerlerimize önem veren ve tarihi geçmişimizi gelecek nesillere doğru aktarmaya gayretli tarihçilerin huzuruna çıkmarılmayı bekliyor.
Köklü zengin bir geçmişe dayanmayanların, geniş ufuklu geleceklerden nasibi yoktur. Düşmek suç değil, düşüp de kalkmamak suçtur. Bu zenginliğin farkına varalım.
“ Hiçbir şey yapmadık” yerine “ Çalıştık, çabaladık fakat başarılı olamadık” makamı bence daha onurludur.
Hüseyin Gazi
YORUMLAR
Saygıdeğer hocam,
Yazınızı ilği ile okudum. Bizim politikacılarımız neden köklü tedbirler almaz diye düşünmek boşuna olur. Onların derdi hiç bir zaman milletin derdi olmadığı için, bunu düşünmek bile lüks geldi bana. Fakat ilim bilim adamlarımız, üniversitelerimiz, dil tarihçilerimiz neden bu konuya gereken önemi vermiyorlar. Yine gelip aynı noktada tıkandım galiba.
Türk dünyasının tek dilde buluşacağı günlerin özlemi ile yazınızı tebrik ediyorum...
Saygılar...
13-20. yüzyıllar arasında Anadolu’da ve Osmanlı Devleti’nin hüküm sürdüğü yerlerde yaygın olarak kullanılmış olan, özellikle 15. yüzyıldan sonra Arapça ve Farsçanın etkisinde kalan Türk yazın dili. Osmanlı Türkçesi ya da eski yazı olarak da bilinen Osmanlıca Arapça, Farsça ve Türkçenin karışımıdır ve Arap alfabesiyle yazılır.
Osmanlıca terimi Tazminat Dönemi aydınlarınca ortaya atılmıştır. Daha önceleri Türk lehçelerinin hepsine Türkçe ya da lisan-ı Türki (Türk dili) deniyordu. 19. yüzyılda artan milliyetçilik hareketlerine karşılık, Osmanlı Devleti’nin siyasal bütünlüğünü korumak amacıyla yeni bir milliyetçilikle ortaya çıkan Tanzimat aydınları, millet-i Osmaniye kavramını geliştirdiler. Osmanlı toprakları üzerinde konuşulup yazılan Türkçeye de Osmanlıca ya da lisanı Osmani (Osmanlı dili) adını verdiler.
Osmanlıca üç döneme ayrılıyor..
-Eski Osmanlıca ya da Eski Anadolu Türkçesi
-Orta Osmanlıca ya da Klasik Osmanlıca
-Yeni Osmanlıca
Sayın Hocam Bu gün de artık Türk Birliğini korumak için biraz gözümüzü karartarak gerekli tedbirlerin alınması lazım diye düşünüyorum.
Sadece Anadoluyu değil Türk Cumhiriyetlerini de kapsamalı bu kararlar. Koskoca Türk Birliğini kurmalı. Ve bu birlik için önce dilden başlamalı. Dil birliği ile adım atılmalı. Önce bu 250 milyon Türk birleşmeli. Milliyetçilikse Milliyetçilik.
Bu gün Türk Cumhiyetlerinin Türkçesi ile bizim Türkiye Türkçesi veya iSTANBUL türkçesi arasında çok büyük farklarda yok.
Yapılacak bir ortak alfabe çalışması ile bu aşılabilir.
hAAA. Tabii Ecdat yüzyıllarca osmanlıca kullanmış. (13 yy.ile 20 yy.ın yarısı) Bunların da incelenmesi araştırılması lazım. Lazım ki kendimizi, özümüzü bilelim. Yarınlarda daha iyi yapabilmek için dünümüzü bilelim. Tarihi ile kopuk bir milletin yarını da zor olur.
Herşeyden önce bu, hem bilgilendirici, hem de düşündürücü yazınız için teşekkürler. Bunun üzerine birkaç söz söylememek elde değil. Kendi tarihimizi birincil kaynaklardan öğrenmiyoruz. Mesela "Bizans" kelimesi bir Alman tarihçinin, Ortadoks Doğu Roma'ya (The Rome<İng>, Rum Diyarı<Yunus Emrenin Şiirlerinden>) verdiği isim. Biz bile ona "Bizans" diyoruz. Tarihi birincil kaynaklardan öğrenen pek çok Profesörümüz, hocamız mevcutta olsa, sanırım sayıları yeterli değil (Bunlardan en tanıdığımız; Şu an Topkapı Sarayı Müdürlüğü görevinde bulunan, Prof. Dr. İlber Ortaylı).
Ancak üzülerek söylemeliyim ki, halkımızın çoğu bilgi sahibi olmak için uğraş vermiyor. Onun yerine fikir sahabi olmak için uğraş veriyor. Bilgiden yoksun fikirleri de bizim anlaşamamıza, çatışmamıza vesile oluyor.
afacanx tarafından 11/29/2006 10:03:35 AM zamanında düzenlenmiştir.