- 595 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Denememeler-3
Bakir Yıldızlar
Fikir, muvazene edildikçe değerini kaybeder. Aniden eylemsizliğe sahip bir nesnenin belirsiz bir hareketle yol alması, insanın ruhunun özümsenmemiş arzularıyla alakadardır. Ne kadar uzağa giderse gitsin, o, saygınlık tarihçesinde toplum oluşturmak ve toplum yıkmak adına bir görevli sayılacaktır. Rüzgârın nereden geldiği ve ne kadar hızla estiğini önemsemez normal bir insan. Ona faydası var mı yok mu diye ilgilenir. Bu yüzden fikirler uygulandıktan sonra başıboş kalırlar ve temeli atılmış bir yapı oluştursalar dahi, etkiler günden güne azalır. Bu tabirle, propagandası yapılan fikirler, asla yerleşmesi imkânsız olanlardır. Eğer insanlar, hararetle savunulan fikirleri belli bir şekle yerleştirebilseler ve uygulasalar, o zaman inanca dönüşmüş fikir bağnazlaşmaya başlar. Sıkıcı olur. Doktrinlerin defalarca uygulansa dahi, başarısız olmalarına sebep de bu neden gösterilebilir.
Ama insanlar fikir üstü olduklarını savunurlar. Düşünmeyi, bildiğini zannetmek olarak görenlerin mantıkla alakaları, içeri girmek veya dışarı çıkmak için kulpunu çevirdiklerini kapıyla olan alakadarlıkları kadardır. Her şeyi tam olarak bildiğini sanmak bir yana, bildiği ve uyguladığı idelerin vazgeçilmezliğini tartışmak adına dahi olmasa da, saygın bir şekilde başkalarıyla muhatap olma bilincini kendinde bulamadığı için, öne çıkan ilk duygu olan öfkeyi birincil gösterim olarak dışarıya sunar. Fikrinin iyi veya doğru, hakikat veya safsata oluşuyla ilgilenir ve hiçbir zaman muhatap olmak, bulmak arayışında bulunmaz. Özellikle karşıt durumlarda öfkeyi yenmek zor olduğu için, hakikat saydığı, iyi bildiği idesinin peşinden koşmaya –böyle bir şeyi zaten düşünmüyor- gücü yetmez ve gözlerden ıraklaşır.
Peki, her zaman bu şartın mı olması gerekir? Aslında yalnızlığa iten çekici güç içerisinde cahillikle beraber bilgi de yer alır. Cahillik belli bir avam seviyesi oluşturmakta ve ahlakın bilgi olarak sayıldığı bir kast yapısı oluşur. Ruh, bunu arzu etmez. Ama insan koşullanma yoluyla bunu kabul eder. Böyleleri için aslında herhangi bir fikir, herhangi bir an da cazip gelebilir. ( Yeterli koşullanma sağlanabildiği zaman) Entelektüel olarak, yabancı dil birikimi zengin ve tartışma adabı yüksek insanların kendini anlatamadığı ve düşüncelerini aktaramadığı bir mahallede deli olarak bilinmesi ve bazı normal olaylara bile aşırı tepkiler vermesi de, idesine sahip olma içgüdüsü ve onu koruma, muhafaza etme isteğinden kaynaklanır. Dışarıda binlerce insanın ortak bir konuda toplanıp, mitingler düzenlemesine sebep de budur.
Uyku
Cioran’nın deyişiyle: ‘…dünyayla da yalnızca uyku sayesinde bütünleşen bir zihin’ ile yaşıyoruz. Varlığın öznel olmasını isteyen bizler, sahip olduğumuz her şeyin kendi boyutu ölçüsünde yaşamakla sınırlı kalışına karşı, kabul mekanizmamızı çalıştırmak da güçlük çekiyoruz. Uykunun dünyayla bir olabilmesine sebep de, düşüncelerimizi soyutlamamızdır. Heba etmekteyiz yeryüzünü ve kendimize karşı körleştikçe yaşadığımızı düşünüyoruz. Oysa yaşamak, formülize edilen ve kaidelere bölünen standartlarla sınırlı değildir. Bir şeyi benimsediğimiz an, kendimizden vazgeçiyoruz. Kendimiz, arzularımızla var olan bir ruh ve buna eklenen her şey bir gün toprağa karışacak. Ama ruh toprağa bürünemez. İnsanın maddesi toprak olarak görünüyor olsa da, bu yalnızca dünya ile bağlantısını ve onu sevmesi için bir bağ olarak kuramlaştırılmıştır. Bir çocuk annesine veya babasına olan benzerlikleri olmasa, tanıma bilincini kaybeder. Ruhun hissetmesi, dünyada eksik kalır. Böyle bir ortamdan, uyku ile uzaklaşmak ve ruhun özüne inmek, insanı gerçek hayatıyla bütünleştiren bir etmen. Her ne kadar zaman şimdi olsa da, gelecek haricinde, geçmişte var olan güzel günlere dönme arzusunu topraktan var olan beden değil, ruh ister. Bir insanın saçları okşanırken ki memnuniyetini tekrardan arzu eden saçları değil, ruhudur. Bu yüzden ruha iyi bakmalı ve ruhun arzu canavarını uysallaştıran uykularımızı iyi değerlendirmeli!
Muamma
İnsanın kaderiyle alakalı bir şey, muamma! Niyet edip, çıktığı uzun bir yol içerisinde yaşamasının ona yüklediği belli başlı sorumluluklar var. Amma muradını tam olarak alamıyor insan. Korku sinemasının en önemli özelliği, sürprizlere açık olup, aniden değişik ses ve görüntü oyunlarıyla beraber izleyenleri korkutmayı başarabilmesidir. Hayat da böyledir. Muamma oluşu, kadınsı duruşu karşısında, hayattan uzun zevkler ve elemler tatmak imkânsızdır. Kimse kendisine alınmasın, ama bütün hayatı boyunca dert çeken yoktur. Derdin, elemin acısı uzun sürdüğü için, hissetmeyi kavram haline getirmek beceri sayıldığı için, herkesin hayatı aslında Dostoyevski’nin yazarlığa başladığı ilk dönem gibi. Asker birinin, askerlikten ayrılıp yazarlık deneyimlerinde, insanlara acıma duygusunu ilk eserinde yansıttığı gibi.
Namus
Namus evde başlar. Dışarıda kötülük var, bozgunculuk aldı başını gitti diyenlere kulak asmamak lazım. Namussuz insan, evinde de aynıdır, dışarıda da!
Tanım
Çocukların tatlı oluşu, bedenlerinde ve çevrelerinde var olan biyolojik etmenler zaviyesi dışında, tanımsal olarak dünyaya bakamamaları ve doğaçlama, öğrenme arzusuyla yaşamalarından kaynaklanır. Hayata ne kadar çok anlam yüklersek, bilginin putlaşmasına sebep olur ve gerçek manayı yitiririz. Çoğu yetişkin için, gelişmemiş ergen fikirlerin bayağı kalışı ve havai olması, aslında yaşadıkları ortamı kabul edemeyen yanlarının, duydukları fikirler karşısında bir şey yapamayıp, çaresiz olmalarından kaynaklanan öfke damarının ezilmesiyle açıklanabilir.
Hastalık
Aslında hepimiz hastalıklardan muzdarip oluruz ve sağlıklı olmak için dua eder, para harcar ve çaba gösteririz. Ancak hiçbir miskinlik, hastanın var olduğu iyileşme sürecinde olduğu kadar berrak düşüncelerle donatılmış olamaz. Ölüme yakın olan her yer, ölümü hatırlatan her olay bir nevi insana canlanmak için ivme kazanma becerisini sunar. Sağlıklı iken insan kıymet bilemediği için, yaşamanın manasına da inemez. Gerçeği görebilmesi için pek çok engeli vardır. Kör olan gözleriyle ancak gölgeleri görebilir, ama dokunamadığı, kokusuz bir canlıyla yaşamaktan dolayı rahatsız olur. İnsan hastalık süreçlerini değerlendirebildiği müddetçe canlıdır. Peki, ben hiç hasta olmuyorum diyenler ne yapsın? Elbet ağrıyan bir yerleri olur. Onlarda o zaman düşünsünler. Ne diyelim!
Biz Hiçiz Sadece
Bazen diyorum ki, neden o kadar güzel öğretilerin olduğu zamanlarla alakalı bilgi seviyemiz az ve neden bizi biz yapan gerçeklerden uzaklaşmak için bu kadar başarılı olabiliyoruz? Neden? Hiçbir şey hayatımızı değiştiremez, eğer içinde biz yoksak! Bizi biz yapabileceğini zanneden şeyler, zaten doğal olarak bizle alakadar olduğu için farklılık atfetmez. Doyasıya saplantılarıyla beraber insan, bir gün kendisinin de kaçacağı bir hayatı yaşar ve sonuç olarak tüm aşırılıklarını hayata salıverir. Bunu yapabilme becerisini dünyadaki sonsuzluk arzusu sağlar. Bazen kaçmak isterken dahi, tutulmamalarımızın sebebi de böyle bir saplantı ya. Yöntemlerimizi kuru ve iştahsız varlıklarız. Herhangi bir şey olarak görünebiliriz, ama bir hiç olarak, hiç kalabilmek en iyisi!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.