YAŞAMDAN KESİTLER..(1) YAYLA YAŞAMI..
.........Bu zamana gelinceye kadar yaşanılan süreçte asla unutulamayan zaman dilimleri vardır.
.........Onlar hep sizinle birliktedir, her nerede olursanız olun.
.........Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek.
.........Büyük şehire gelinceye kadar, köy yaşamımda geçen yayla günlerim benim açımdan, o safhalardan belki de en önemlisidir.
.........Ailece yazın konakladığımız yaylamız, köye yürüme mesafesi olarak yaklaşık bir buçuk- iki saatlik bir uzaklıkta yer alır..Adını her nereden almıştır, bilinmez. Yaylamızın adı "KÖR MAMO".
.........Yaylamız, bulunduğu yer itbariyle çıkılması meşakkatli ve bir o kadar da tehlikeli bir yer. Bu sebeple yokuşa sarmadan önce. son düzlükte iyice bir dinlendikten sonra, ağır ağır yamaçtaki o daracık, keçi yolu genişliğindeki yan yoldan tırmanmak gerekiyor.
.........Doğru, dosdoğru çıkılamaz burası. Kavisler çizerek ilerlemelisiniz. Bir soldan sağa, sonra sağdan sola hep tekrarlayarak çıkabilirsiniz ancak. Zorlarsanız kendinizi çıkarken. kalbinizi kulağınızda ve boynunuzdaki şah damarınızda dinlemeye başlarsınız. güm güm de güm güm..!!.
.........Kaç kişi yuvarlanıp sakatlanmıştır burada, bilinmez. Yük hayvanları bilmem kaç kez devrilmiştir, bu yolu çıkarken, hele bir de yük altında tık nefes. Yukarıya çıktıkça, aşağıya her baktığınızda başınız dönmeye başlar. İnmesi çıkmasından da büyük bir derttir. Sonunda, dağın sarp yamacındaki küçük düzlük alana ulaşıldığında, bir veya iki ağıl yapılacak genişlikte sırtını dağa yaslamış, doğuya bakan korunaklı bir alan görünür.
........Burası, önünde, aşağıda, kıvrılıp akan çay ile tamamlanan huzur ve sukunet unsuru doğa parçası. Solunda keskin bir vadi, karşısında heybetli bir dağ, üst tarafı gideni Malatya’ya kadar götüren bir dağ silsilesi ile bezenmiş olan ve çocukluğumun bir bölümünün geçtiği yaylamız - Kör Mamo
**************************
.........Dalına kurulan salıncakta sallandığım aluç ağacı işte orada, setin tam da kenarında. Yaşlanmış, yıpranmış bencileyin. Ben geldim şu yaşıma. Bu garip ben doğdum, aklım erdi ki var. Kim bilir ne zamandan beri ayakta ve kim bilir hangi çağın tanığı.
.........Yayladaki ağılımızın yeri harabe artık. İçinde barındığımız, dağdaki evimizden eser yok.
.........Oturuyorum bir taşın üstüne ve geçmiş zamandan kalan sesleri dinliyorum, içimde yankılanırken. Eskilere gidiyorum. Çok eskilere. Hatıralara canlanıyor ilk günkü tazeliğinde.
.........Hep bir aradayız. Bacamız tütüyor. Her yer cıvıl cıvıl. Sabahleyin tan yeri ağarırken, işe yaramayan küçük çocuklar hariç uyanıyor herkes. Mevsim yaz, fakat sabah keskin bir soğuk var insanı iliklerine kadar titreten. Kalın giyinmelisiniz o yüzden, güneş karşıdaki dağın üzerinden görününceye kadar.
.........Çiy düşmüş dalların ve otların yapraklarına. Yürüdüğünüz yerde dizinizden aşağısı ıslanıyor, bir dereden geçmişcesine.
..........Aldığınız nefesi saç diplerinde, tırnak aralarında hissediyorsunuz. Derinizdeki tüm gözeneklerden oksijen saldırısı altındasınız. Kısacası vücudunuza olabilecek her noktadan sağlık, dahası hayat şırınga ediliyor doğanın ellerinden.
.........Yaylanın sol tarafındaki canım çeşmenin altında, yana ve aşağı doğru uzayıp giden sorgun ağaçlarının bulunduğu sulak alandaki rüzgarda nazlı nazlı salınan Peygamber Çiçeklerinin kokusuna aşılanan dağ kekiğinin aromatik kokusu sarıyor yaylanın bütününü.
*************************
.........Tabiat uyandı, tan yeri aydınlığı ile birlikte. Cırcır böcekleri bir telaş bir telaş. Uzaklardan bir yerden kınalı keklik sesleri yükseliyor, gak gak gubak, gak gak gubak..!!. Ya eşine ya da yavrusuna sesleniyor, bir gayretli melodi ritminde.
.........Gökyüzünde çatal kanatlı kırlangıçların dansı başlar arkasından. Kah yere çakılacakmış gibi dikine bir dalış, kah mermiden kaçarmışçasına havada yukarı aşağı zikzaklar çizerek delice bir uçuş. Kırlangıçlara bu seri uçuş ve manevra kabiliyeti yüzünden Çoban Aldatan adını takmışlar büyüklerimiz.
*********************
.........Dışarıda hayat böyle. Ya ağılın içerisinde..?
.........Annem bir çorba kaynatma çabasında, süslü tahta kaşıklarımızla çala kaşık yiyelim diye. Taze sağılmış süt de var, birer bardak içmek için. Halis buğday unundan, saç üzerinde pişirilmiş yufka köy ekmeği misler gibi kokmakta ısıtılırken ocaktaki sacın sırtında. Bugün kuru kaymak da yiyeceğiz belli ki. İki kocaman dal kaymak konulmuş tahta ayak üzerindeki kenarları türlü motiflerle işlenmiş bakır tepsi soframızın kenarına. Peynir var soframızda, torba peyniri. Isırırken dişlerinizde gıcırdayan, mis kokulu, lezzeti ala ki, Annem’in mahir ellerinden üreyen. Çökelek noksan olur mu yayla sofralarından, yufka ekmeğin arasında sıcak çorbanın yoldaşı.
.........Komşu yaylalardan da güne başlamanın belirtileri geliyor. Koyun ve kuzu melemeleri çan seslerine karışıyor, köpek havlamaları eşliğinde.
.........Çobanımız hazır, sürüyü geniş otlaklarda gezdirmeye. Ağır ağır ayrılıyorlar ağılın çevresinden. Çoban köpeklerimiz, sürüye gözleri gibi sahip olmak üzere çobanımızın en büyük yardımcıları, bir dikkat, pür dikkat. Her yabancı ses alakadar ediyor onları. Dönüp duruyorlar biteviye sürünün etrafında. Güvenlik had safhada, demek istediğim. Yalnız sürüye değil, canımıza da bekçilik yapmakta can yoldaşı köpeklerimiz.
.........Sürü terk edince yaylayı yeni bir telaşa koyulacak burada yaşayanlar.
.........Ab-ı hayat kaynağı cırcır çeşmeden su taşınacak buz gibi. Kadınlar sütten mamul ürünler yaratacak alın teri ile yoğrulan. Erkeklerden yetişkin olanlar tarlaya veya köye gidip gelecekler. Hasat mevsimi ise buğdayı tarladan harmana indirecekler. Düvenlerle ezilen başaklardan ayrılan buğdayın samandan da ayrılması için harman makinaları kurulacak türküler eşliğinde.
.........Kışa hazırlık yapılacak bir karınca kararlılığında.
.........Çocuklardan eli çubuk-değnek tutanların bir kısmı kuzu veya dana peşinde koşuşturacaklar. Daha küçük olanlar ise oyunlar oynayacaklar. Salıncaklarda sallanacaklar. Yaramazlık yapıp tedirgin edecekler herkesi.
***********************
.........Bu arada güneş de yükseldi adam akıllı. Can geldi dağların yamaçlarına.
.........Şimdi bir taşın başına oturup, kapatıyorum gözlerimi ve alabildiğine sınırsız boşluğa kulak kesiliyorum..
.........Çekirgelerin çıkardıkları bitmez tükenmez sesler; kuşların cıvıltısı ile birlikte çan seslerinin eşlik ettiği kaval seslerini de alarak, derede çağıldayarak akan suyun sesine karışmakta. Böylece oluşan bu muhteşem senfoni dinlemeye doyulmayan bir lezzet yaratıyor, ruhlara şifa niyetine.
*************************
........Öğlen saatleri geliyor.
........Sürü, çoban ve köpeklerinin eşliğinde ağıla geliyor sağılmak üzere. Kadınlar – keyveniler ellerinde kulplu büyük bakır bakraçlarla koyunları sağma telaşında. Huysuz koyunlar için yardım isteniyor yayla bireylerinden. İnce sicim gibi bakraçlara süzülerek akan sütün sesi geliyor her yerden. “cıvvvsssvs, cıvvvsssss..!!”
........Gölgeler uzamaya başlamadan davar tekrar otlağa doğru yola koyulunca kalabalık yerini bir daha sessizliğe terk edecek elbette..
.........Bakraçlar dolu dolu aktarılıyor büyük kazanların içine. Süt kaynayıp türlü mahsul olarak sofralarımıza gelecek kış boyu. Tereyağı olacak bir benzeri olmayan. Peynirin salamurası yapılacak, uzun süre saklanabilmesi ve bozulmaması adına. Çökelek de olacak uzun kış akşamlarında, kızgın sobanın üzerinde, kızartılan tarafı az ısıtılmış tarafının için katlanan yufka ekmeğin arasına dürülecek ve elma, kaysı ve kuşburnu kokteylinden yapılan hoşafa yoldaşlık etmesi sağlanacak.
.........Yemek de yenecek öğlen vakti elbette. Mutlaka bulgur pilavı olacak, az sulu kıvamında. Yanında, varsa, yeşil soğan ne ala. Ama illa ki yoğurt olacak hepsinin yoldaşı. Yoğurt, az dibine yanmış tadıyla yaylanın bir numarası. İster özeme yap, bakır tasın içinde. İster çala kaşık giriş bir pilavdan, bir yoğurttan hesabı.
**************************
.........Köyden gelenler de var bu arada bir saatlik mesafeden. Gelirken yaylada kalanların ihtiyaçlarını getiriyorlar. Giderken de yayladaki üretimi köye taşıyorlar, kilerlerde saklanmak üzere. Yaylaya gelenin gidesi yok. Derin bir vadinin yamaçlarında, dağın bağrındasın. Öte git diyen yok. Malın, davarın ekinime ziyan etti diyen bulamazsın.
Gölgede üşürsen güneşe, güneşte yanarsan bir koyu gölgeye at bedenini. Hem aklın dinlensin, hem bedenin. Yaylada ikram da gani. Yediğin önünde, yemediğin arkanda.
Medeniyetin ayak basıp kirletmediği bu topraklardaki her şey organik.
........Sohbetler de öyle. Türküler bir başka otantik - ki, köylüce, köylüye göre hasret ve özlemlerin içten içe göğünen (içinden tütmeden yanan) duygusal birikimlerinin dışa vurumu tamamı.
........Televizyon yok
........Gazete yok
........Radyo yok
İnsan diğer insanlarla, daha da olmadı kendisiyle baş başa. Her şey kendisinden, her şey kendisine göre, hepsi kendisi için.
***************************
........İkindi vakti geliyor. Akşama saatler kala, güneş sırtımızdaki dağın arkasında yavaş yavaş süzülerek kayboluyor, gece misafir edileceği uzak gurbetlere doğru.
........Alacakaranlık vaktinden biraz sonra sürü gelecek .
........Kadınlar – keyveniler bir kere daha koyunlardan süt alacaklar aynı seremoni eşliğinde.
........İnsan memnun da aldığı sütün tadından, acaba koyun razı mı canında taşıdığı sütünün sağılmasından. Elbette değildir. Dağların yamaçlarında beslenip biriktirdiği süt yavrusu içindir, tüm anaların ortak gayretlerini anlatan. Ne var ki, insan da akşam sütünün tamamını sonuna kadar almaz koyunlardan. Yavrusuna yetecek kadarını bırakır anacığının göğsünde.
........Koyunların sağılması tamamlandıktan sonra, dağın bir yamacında bekleşen kuzular salınır analarının kollarına. Akşama kadar dağda en yeşil ve taze otlarla beslenseler de analarının sütü gereklidir her birine.
........Kuzular kapıdan davarın olduğu alana girdiğinde bir feryat bir figan kopar analı-kuzulu. Kuzu seslenir anası duysun diye, ana seslenir yavrusu bulsun diye. O ne hengamedir, o ne gayret ve özlemle karışık hasret.
........Manzaraya dikkatlice bakıp, insana göre düşündüğünüzde olayı, iki damla gözyaşı süzülür, göz pınarlarınızı yakarak yanağınızdan aşağı. Bir insan evladının üç yaşına kadar anne sütü aldığını, bu nevi beslenmesinin de çocuğun sağlığının temel taşı olduğunu kabul ettiğimizde, diğer canlılar bakımından da anne sütünün ne demek olduğunu anlarız mutlaka.
........İşte bu anlayış çerçevesinde, kuzular gün boyu annelerine kavuşmanın heyecanının yanı sıra, anne göğsünden emecekleri sütün iştihası ile dalarlar sürünün arasına. Kimisi mahir çıkar, derhal bulur anasını onca kalabalık arasından. Kimisinde ise anası kuzusunu, kuzusu da anasını arar biteviye üzgün, telaşlı meleşmeler arasında.
........Hiçbir koyun yavrusuna sakladığı sütünü emdirmez bir başkasının yavrusuna. Bazen çobanlar da girer devreye, anasına, kuzusunu yetiştirmek ve yaşadığı hüznü sona erdirmek için. Sonunda herkes kavuşur birbirine. Arkasından sağ salim, mutlu ve huzurlu bir akşam başlar, zifiri karanlık geceye gebe olan.
******************************
........Yaylada akşamın karanlığı bir büyük gizemi barındırır içinde. Ağılın içerisi bir başka karanlık, dışarısı bir başka. İki göz yerde bir idare lambası aydınlatır, yanından hızla geçtiğinde rüzgarından sönüveren. İdare lambası yalnızca bir veya iki metre öteye aydınlık yaratır. Biraz daha uzaktaysanız, birbirinizi görmek ve seçebilmek için yaklaşmalısınız birbirinize. Konuşanın sesini duyarsınız da aynı odanın içinde, gözlerini, yüzündeki mimiklerini fark edemezsiniz. Eğer bugünün şöminesinin anası olan ocakta ateş de yanmıyorsa vay halinize.
.........Ağılın dışına çıktığınızda Kalın giysiler almalısınız üstünüze akşamları, rüzgara soğuğa karşı. Çünkü yazın, gündüz ile gece arasında 15 derece ısı farkı olur ki, akşamlar buz gibi yapışır insanın bedenine.
.........Ağılın içinde ocağı yaktığınızda, üşümezsiniz. Taş duvarlar saklar soğuktan.
.........Akşamları günün getirdiklerinden veya götürmekte olduklarından konuşmaya pek de mecali yoktur orada yaşayanların. Zira bütün gün yorulmuşlardır iş görmekten. Erken yatarlar, erkenden kalkıp işe koyulabilmek için. Kendini yün yatak ve yorganın arasına atan ana kucağında gibi hisseder ısınmış yatağında. En derin uykular eşliğinde enteresan rüyalar, gözlerini en erken kapatanındır.
*********************************
.........Yaylada akşam ve gece dışarısı bir başka ilginç, kimi zaman çekici, kimi zaman da ürkütücü bir hal yaratır insanların zihninde. Kapıda oturduğunuzda, eğer ay ışığı varsa, dağ taş yaldır yaldır oynar, gözlerinin önünde. Çayın suyunun sesini dinlersin sonsuza akıp giderken.
.........Çocuk aklınla karanlıkta görüp seçebildiğin her şeyi bir nesneye veya bir başka canlıya benzetirsin inatla. Çalılardan insanlar veya bazı ürkütücü hayvan resimleri yaratırsın. Yüksek kayalar bir dudağı yerde, bir dudağı gökte arap zebanileri olurlar, uzaktan seni izleyen. Öyle yetişmekten mi nedir? Bir ergen veya yetişkin oluncaya kadar kendi korkularını yaratarak beslersin içinde. Onlar hiç bırakmazlar seni bir başına. Eğer bir de yalnızsan bulunduğun dağ başında, hep yanında, kimi zaman yanı başındadırlar adeta.
*********************************
.........Akşam veya gecenin tutkun olduğum bir yanı vardır, çocukluğumdan bu yana hiç eksilmeyen, eskimeyen. Varsın korkalım, yine de ay geç doğsun veya erken kaybolsun diye beklersin merakla. Her yer zifiri karanlık olur. Yanındakinin gözüne parmağını soksan fark edemez parmağı, gözüne girinceye kadar. Öyle meş’um ve muhteşem bir karanlık olur, katran karasından farksız.
.........İşte o an yatarsın sırt üstü toprağın üstüne ve gökyüzüne döndürürsün gözlerini.
Gökyüzü, muazzam kuvvetli bir ışık kaynağının önüne çekilen koskoca, simsiyah bir perdeye, binlerce makinalı tüfekle ateş edilerek açılan irili ufaklı deliklerden sızan ve adeta kaçışarak yeryüzüne ulaşmaya çalışan ışık huzmeleri ile doludur sanki.
.........Yıldızlar vardır bilmem kaç yüzmilyon yüzbin..:)):))
.........Yaldır yaldır yanar gökyüzü. İrili ufaklı yıldızlara dalarsın gözlerinle. Yanıp sönerler sanki bakanlara göz kırparcasına. Adlarını çok sonraları öğrendiğimiz Samanyolu galaksisi geçmektedir üstünüzden katarlanmış. Büyük ayı, küçük ayı ve diğer yıldız kümeleri uzanıp tutabileceğiniz mesafede gibi, ellerinizi açtığınızda avuçlarınıza doluşacakmış gibi yakındırlar.
.........İçlerinden birisine tutulursunuz. Bu benim yıldızım olsun dersiniz. Başlarsınız onunla oynaşmaya. Gözlerinizi hiç kırpmadan bakarsınız yıldızınıza sürekli. Öyle bir an gelir ki, bir zaman sonra silindirik bir yol oluşur gözlerinizden yıldızınıza ulaşan. Bir tünel, bir koridor, her ne derseniz, o. Bakmaya devam edersiniz ısrarla. Sonrasında o açılan yoldan kah siz gidersiniz yıldızınızın bulunduğu ışık tarlasına kadar, kah o gelir yanınıza, gözlerinize bir öpücük kondurarak gider gerisin geriye. Yüzlerce kez tekrarlanır bu seremoni. Bitmesin istersiniz sabaha kadar. Ertesi akşamı beklersiniz yeniden görebilmek umuduyla milyonlarca yıldızın arasından. Ve o hep oradadır, senden daha büyük bir gayretle.
.........Geceleri yıldızlar uçuşur gökyüzünde. Yukarıdan aşağı kayarcasına düşerler yağmur gibi. Yetişemezsiniz, gökyüzünde örümcek ağı gibi iz bırakan onlarcasını görmeye. Bir dilek tutarsınız, sevdikleriniz için kayan yıldızları sayarken. Bir daha, bir daha.
************************************
.........Bu arada gecenin karanlığında uzaktan bir kaval sesi gelir. Bir çoban sürüsünü ağılına yerleştirmiş, karnı tok ancak ruhu aç bir şekilde üflemektedir kavalını. Kulak kesilirsiniz. Rüzgarın yönüne göre ses bir gelir, bir derinlere düşer. Yanık bir hava tutturur kavalın sahibi. Sevda vardır melodinin içinde, kahır vardır, dert vardır, hasret ve özlem vardır bitmeyen. Belki birkaç damla gözyaşı da vardır göremediğiniz. Belki o gözyaşları sizindir karanlıkta herkesten sakladığınız.
.........Acaba Hasan Amca (Cancık) mı bu nefesin sahibi? Halama sevdalarını mı seslendirmektedir, yoksa yine kendi haline mi dertlenmektedir, bilinmez.
..........Hani kendisine ait şu dörtlükteki;
......................Ula Hasan ne gezersin dağda bayırda
......................Sanki hallerinden bilenin mi var
......................Dolanıp çevrinip eve gelince
......................Eline bir tas su verenin mi var
.........dizelerinde yer alan gam mı yakalamıştır yüreğinin en hassas yerinden. Yine feleğe mi yüklenmektedir, kendisine yüklediği bu yokluk, yoksulluk ve yoksunluktan dolayı ?
.........O kavalı üfledikçe siz de kendi dizelerinizi mırıldanırsınız içinizden.
.........Kavalın sesini duyan herkes kendi türkülerini söyler kavalın yanık sesi eşliğinde. Kendi dertlerini, sevdalarını, özlem ve hasretlerini seslendirir kendine göre kelimelerle. O an her kes aynı duygu paydasındadır mutlaka. Çünkü benzer yaşamlar sürdürenlerin dertleri de mutlulukları da benzerdir.
.........Bir “aahh” çekeni duyunca, herkesin aynı yerinden sızılar, kabuk bağlasa da yarası.
**************************
.........İlerleyen saatlerde el ayak çekilir yavaş yavaş ortalıktan. Sadece deredeki su çağıldaması ile rüzgarın yamaçlardaki otlarda çıkardığı keskin ıslık sesi kalır vadi boyunca gezinen.
.........Çoban da yorulmuştur dağ taş dolaşmaktan, kaval da ezilip bozulmuştur, üfleyenin kahrından.
.........Artık uyku zamanıdır. Sabah kalkınca yataktan, anlatılıp gülünecek, düşler görme ve uykuda sayıklamak için dakikalar kalmıştır geriye.
.........Herkes altında yünden döşek, üstünde yünden yorgan yatağını ısıtma telaşındadır.
.........Bu arada öteki odadan dua etmekte olan ve duasının sonun geldiği anlaşılan babamın sesi geliyor uykuya geçmek üzereyken,
........“Yattım Allah, kalkarım inşallah. Tövbe günahlarıma estağfurullah, estağfurullah.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.