- 522 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Puppy Love III
Herhangi bir gündü. İstenmeyen pek çok olay vardı. Hepsini görmüştüm, yalnızlığıma sarılmak istedim. Asuman gülüyordu onu özlerken ben. Bir erkek ağlarken, kadın gülmemeliydi. Gitmemeliydi. Pencereyi açmamalıydı.
Kalemin körelirse, ne kadar düşünürsen düşün sonuçta ortaya hiçbir şey koyamayan biri olarak kalıyorsun. Hislerin seni yanlış yönlendiriyor. Karışık turşu içerisinde küçük lahana parçacıklarını sarımsak zannetmek kadar değişik bir his! Parçacıkların, nebülözün ne olduğunu unuttuğu resim; kaçıncı seri ve dizi belli değil!
İnsanın sinematografiye benzer hayatının olması imkânsız mı? Aslında disipline edilmiştir tüm hayatımız ve yardımcı melekler, bizi çeken kameraman melekler, ışıkçı melek, aynacı melek, mikrofon tutan melek olarak etrafımızla dopdolu bir serüven içerisindeyiz, ama yalnız hissediyoruz. Yalnızlık hissiyle boğuluyoruz. Yaratıcının katından gelme bir his olmalı bu! İnsanların doğup, sonra da ölme fikrini kabul etmesi hâlbuki ne kadar zor iken, yine de yalnız kalacağını bildiği bir dünyada ilelebet yaşama hissi nereden geliyor anlayamıyorum. Onun gidişinden beri çoğu şeyi anlamıyorum. Duyamıyorum. Göremiyorum. Tüm seslerin sesi kısılmış ve tüm görüntüler flu!
Bugün yine bir hasret, yeni bir tutku ve alevler içerisinde saçımın her teli. Beyazları siyah üzerinde görmek hiç de can sıkıcı değil! Artık yalnızlığın tadını çıkarmam gerekiyor. Etik bir melodram benimki, kalp gözüyle kaynakçalarının belitlerini doğru veya yanlış mı diye sorgulamıyorum. Tam bugündü ve lüks model arabaların önünde karanlığa bakıyordu. Saçlarını toplamıştı, üzerinde siyah bir bluz vardı. İman tahtasına dokunabiliyordu rüzgâr. Nefes nefese, duraksama ihtiyacını bu kaldırımda gideriyordu. Birini bekliyor gibiydik, biri gelecekti, biri gelip bize bir şey verecekti, biri bizimle ilgilenecekti ve biz kendimizi artık yalnız hissetmeyecektik! Yüreği uçmak istiyordu semavi ülkelere. Böyle anlarda daha uhreviydi her şey. Toprak kokuyorduk, özümüze dönüyorduk. Yarışmalar artık daha çekici olacaktı. İki kaşık alıp, genç kızlar üzerindeki rengârenk yöresel elbiselerle oynayacaktı. El yazımı kitaplar artacaktı. Değer bilecektik. Çin malı hayatlarımız olmayacaktı. İpten bebekler, tahtadan arabalar yapacaklardı çocuklara. Ayaklarımız toprağa değecekti artık. Toprak kokuyorduk. Ama ikimizin de ayağı yerdeki gölgelerimize takıldı. Düşer gibi olduk, Asuman hâlâ bakıyordu karanlığa. - Yarın doğum günüm.
Yarın doğum günüydü. Metanın ülküleştirildiği kapının gıcırtısına denk gelmiştim. Bir kadının hayatındaki en felsefi konuşmalarını yapacağı gündü, doğduğu gün. Hayatın anlamını sanki bu günde buluyorlardı ve her yıl aynı boşluğun içerisinde ruhlarını yüzdürürken, kadınlar daha çok acı çekiyorlardı. ‘İnanabiliriz’ dedim fısıldayarak. Rüzgâr sesimi aldı. Rüzgârla beraber sesim mutluydu. Kulaklarının tüylerini kıpırdattık rüzgârla beraber. Bizi duymaması imkânsızdı. Sesimizi raptiyeleyen bir algıya maruz kalıyorduk. Manik-depresif bakışların tüzel kişiliğiydi ışıklar. Tercüme edilmeyecek kadar kötüydü kaderin yazısı. Biz kaderi geçenlerden, eskilerden okuyup duruyorduk. Herkes biliyor muydu acaba gerçekten kaderin geçmiş olduğunu.
Yazılmış olanı oynuyor yüzyıllardır insanlar. Pandora’nın kutusunda umutlar saklıyoruz. ‘Umut’! Bir insan adı asla olmamalı! Sıcak nefesini hissediyorum. Öpüyor. Sakallarım batar diye korkuyordum. Sakallarım batıyor. Kırmızı dikenlerini çıkarmıyor pembe yüzünden. Daha bir boğucu her şey! Okuduğu şiirden korkuyorum.
- Bir azize olabilir O, ve ben çirkin ve kıllı olabilirim,
Fakat yakında anlayacak bunların önemli olmadığını.
Gücümü toparlıyorum; bir gün O’nsuz yapabileceğim,
Ve o vakit mahvolacak O yoklukla ve beni özlemeye başlayacak.
Asla okumamalıydı! İkimizde kıllıyız, ikimizin de kesilmesi gereken kılları var. Hayır, bu şiiri öylesine okudu Asuman.
Öylesine okumuştu Asuman!
Ben hiçbir şey yapmadığım için neden hep suçlu bulunuyorum ki? Yakalanmıştım kendime. Kollarımın arasına kokusuyla beraber, türküsüyle, şiiriyle beraber sıkıştırdığım keten ceketini istemişti benden. Toprakla çiçek, bulutla yağmur gibi büyük bir buluşma başlamak üzereydi. Üşüyen omuzlarını, sırtını, göğsünü ısıtacaktı. Benden uzakta yürümeye devam ediyordu, yaklaşmama izin vermiyordu. İzin vermiyordu kaldırımda yürürken karşıdan gelenler Bu karanlıkta onların da varmak istediği bir yer olmalıydı. Ben arkasında yürüyordum Asuman’ın. Hüzünlüydü sekişleri. Bacaklarının seğirmelerini okumaya çalışıyordum. Çok sevdiğim kalçalarının arasında uygar bir rüzgârın sesi sönüyordu. Güneş de, Ay da bizden çok, ama çok uzakta. Ama hiçbir sabahım güneşsiz olmuyor ve hiçbir geceye Ay’sız giremiyorum. Senden vazgeçemediğim gibi. Tespih gibi çekiyorum seni. Bir sağa bir sola…
Gelir mi?
…
Eve geldiğimizde uyuyamamıştım. Asuman televizyon karşısına geçip, kumandayla zaping yapıyordu. Diğer elindeki elmayı ısırış sesini diğer odadan duyabiliyordum. Bir sonraki gün gazetede yazılarımın yayınlandığı günlerden biri değildi. Ama yazmak istiyordum. Bir sonraki gün için, başlayabilirdim. Televizyondaki ismini bile bilmediğim bir dizinin repliklerini gözlerimi kapatıp tekrarlıyordum. ‘Bunu bana yapabildiğine göre, sen çok kötü bir insansın. ‘ Hayır, bu bir replik değildi. Diğer kanalda ilahiyatçı bir hocanın kendisine sorulan cevapladığı ana denk gelmiştik. Asuman ilginç bir insandı ve zaman zaman bu tür programları izliyordu. ‘Kadınlardan neden peygamber olmaz’ diye bir soru gelmişti. Hoca soruyu cevaplamak isterken, zorlanmıştı. Kadınların özel hallerinden bahsediyordu ilk önce. Bu durumun bir kadın için her zaman ibadet etmesine engel verdiği için, aksaklık olarak düşünülebileceği için, her zaman ümmetinin yanında, onlarla ibadet edemeyecek bir peygamberin olmayacağını, şimdiye kadar hafızasında kalan örneklerle süsleyerek açıklıyordu. Rabia hazretleri demişti. Küçükken ben de bu ismi çok duymuştum hatta bir filmi çekilmişti. Sanırım baştan sona da o filmi izlemiştim. İşte o kadın, bir evliyaymış. Evliyaların neden hep eskilerde olduğunu düşününce canım sıkılıyordu. Acaba bir evliya ile karşılaşsam ben de düzelebilir miydim? İnanabilir miydim Tanrıya, kendim gibi. En azından ben sınırlarımı biliyorum, ama O’nun sınırlarını bilmiyorum. Eğer varsa gerçekten ve ceza verecekse, yanmıştım. Evet, her türlü yasak şeyi yapan biri olarak… Rabia Hazretlerine bir gün biri gelmiş ve demiş ki: ‘Siz kadınlar, erkeklerden eksiksiniz. O yüzden sizden peygamber gönderilmedi.’ Bu kinayeli ve aşağılayıcı tavır üzerine, Rabia Hazretleri de’ Kadınlardan değil, erkeklerden Firavun çıktı.’demiş. Aslında büyük insanların, zekâsı ve sabrı da büyük oluyor sanırım. Kendimi o kadar küçük hissediyordum ki, Asuman’ın doğum gününü kutlamak için kalkamıyordum yerimden. Yarım saat sonra saat on iki olacaktı. Yazı yazmak için tüm hevesim kaçmıştı. Sözcükler nasıl insanın boğazında düğüm düğüm olursa, öyle de tıkanmıştım. Devam edebilirdim, ama bir türlü başlayamamıştım.
Belirsiz bir dehşetti. Zamanın bağrında aforoz edilmiştim. Tiksiniyordum kendimden. Tenimizin evrensel nabzı yeraltında garabetliğe sürtünüp duruyordu. İçgüdülerimin yok edilişini izliyordum. Muğlâk pencerelerin kapanma seslerini duyuyordum. Camlar kurulanıyordu, sonra da kırılıyordu.
Yanına gitmiştim. Elma sonrası nasıl sigara içiyordu, hayret etmiştim. Bana bakmıyordu, bakmak istemiyordu. Yüzüne bakıyordum, ama yakalarımız farklı kutuplardaydı. Sözcükler boğazımda düğümlenmiyordu. Her harf batıyordu sanki.
- D o ğ u m g ü n ü n…
Kutlu mu olsun diyecektim, yoksa mübarek mi? İnsanın en güzeli monoton sıfatlarda tasavvur edileni miydi? - D o ğ u m g ü n ü n k u t l u o l s u n c a n ı m. G ü z e l g ü n l e r e…
Karşımda asık bir surat ve üstüne sigara dumanın son partikülleri yüzümde cerihalar için koşuşmaktaydı. İkimizin de ortak arkadaşlarından Aksoy’un dediklerini yapabilir miydim acaba? Unutamayacağı bir gün olsun demişti. Evet, bugünü de unutacağını zannetmiyordum artık. Kadınları üzmek de, sevindirmek de böyle garip bir şeydir. Asuman için önemli olan neydi? Benim için önemli olan her şey, onun içinde önemli olabilir miydi?
Yatak da uzanıyordum ve dişlerini fırçalayıp o da yatağa doğru geliyordu. Bakmıyorum kendisine ve gözlerim okuduğum kitabın sayfalarındaydı. Yanıma gelip uzandı. Yorganı üzerine çekti ve şarkı söylüyordu garip bir şekilde.- Hoş geldin benim kabusuma
Sanırım sen de beğeneceksin
Sanırım hissedeceksin
Kime ait olanı? Ayaklarıyla pijamamla boğuşuyordu. Hiçbir şey anlamamıştım. ‘Hatırlamıyor musun Aksoy’un söylediklerini’ diye garip bir fısıldama duymuştum. Halloween’i ne çabuk unuttun diye fırçalıyordu arada da Ben elimdeki kitabı tutmaya çalışıyordum ki, yorganı üstümüzden atıp, ani bir hareketle göbeğimin üzerinde oturmuştu. Pembe bir iç çamaşır takımıyla üzerimde oturan kadın, az önce bana kızmamış mıydı?
İki saat boyunca sevişmiştik. Sevişirken arada kahkahalar atıyor ve beni korkutuyordu da. Ama bir şey düşünmek istemiyordum. Ara ara o da benim yüzüne uzun bakışlarımdan rahatsız oluyordu. Sevişmemizin ortasında mutfaktan mum alıp gelmişti ve eriyen mum ikimizin vücudunda tutunmaya çalışıyordu. Göğüslerine akıttıktan sonra, kasıklarıma doğu götürüyordu. Ve acıyla beraber farklı bir zevk almaya başlamıştım. Sanırım bizim cadılar günü kutlamamız da böyleydi. Yapay maskelerimiz yoktu ama kırgın da olsa Asuman gülüyor, ben de şaşkın şaşkın ona bakıp, yine de aldığım zevkin görüntüsünden mahrum kalmamak için tebessüm dozajımı arttırıyordum.
…
Sabah kalktığımda evde yoktu. Geceleyin neler yaptığımızı hatırlamaya çalışıyordum. Sevişmiştik, anca çok farklı bir sevişmeydi bu. Saçımızı kesip, demir bir kabın içerisinde yakmayı dahi denemiştik. Neyi amaçlamıştık bilmiyorum ama vücudumun çoğu yerinde kurumuş mum vardı. Duş almadan önce yatağın çarşafı üzerinde tek tek bu mumları kazımıştım.
Gece giydiği pembe külotunu h âlâ üzerinde olmalıydı. Ama sutyenini çıkarıp, banyodaki askılığa asmıştı. Uyanmıştım ve aslında yeni bir gündü, her şey daha iyi olabilirdi. Korkuyordum. Kendimi yalnız hissediyordum. Hikayeler absürt bir kandırmaca gibiydi feleğin tekerinde ve donuk halimle seyre tutulmuştum. Kokusu üzerindeydi. Morali bozuk olduğunda kıllarını kesmiyordu. Etek ve koltukaltı tıraşlarını elbet bir gün yapacaktı, ama o gün, bugün değildi. Ben de kendi kokumdan rahatsız olmaya başlamıştım. Ve mumun yapışkanlık hissi üzerinde kıllar gidere doğru koşuşuyorlardı. Biraz daha rahat gibiydim.
Asuman için hayatta önemli olan şeyi hep başkaları söylemişti aslında, ama kendisi özgür bir şekilde yaptığını zannediyordu. Ciddi olarak kendisinden bahsedebildiğimiz sohbetlerimiz çok azdı. İstemiyordu kendisinden bahsetmek ve kendini anlatmaya devam ediyordu o yine de.
Gazeteden geldikten sonra da, onu bekledim. Parmaklarımın arasına kaç sigara misafir oldu, bilmedim. Sustum, kitap okudum. Sustum, pencereden dışarı baktım. Sustum, banyodaki sutyeni alıp, yastığının üzerine koydum. Uzandım yanında yastığının, sustum. Daha iyi olabilirdi her şey, sustum.
Gazeteye yazıyı yetiştirmem lazımdı. Sustum. Onca zaman ne yazdığımı dahi bilmiyordum. Şimdi düşünüyorum da, işten atılma sebeplerimden biriydi bu şiir de. Siyasi bir gazetede, yürekten, duygudan bahsetmek günahtı dünyada. Herkes kendi helal-haram çizgisini çizip, yaşıyordu. Asuman hâlâ gelmemişti.
Şimdi hangi kitap da bulamayacağını dahi bilemiyorsun
bak her şey ölümün sesi, yaşatmak adına fidanları
yediğimiz hüzünler bal değil bize
aşk da isyan
mavi, hangi haritada gözyaşı olmadı ki bu dünyada
Ah hain
hain gemiler
neden bu kadar çok yarıyorsunuz denizi
bana bir vakit yorgunluk kahvesine gelmediniz
aslında hiç de sevmediğiniz simitler için uçuşan martılar
yazık bana, size, sokaklara, kedilere ve sana
Sana sevgilim
artı alamayacağımız sözlülerde, kavgalarımız noksan biz adına
sana bitirilmemiş romanlar
öyküsü avuçlarında ezilmiş şiirler
hiç bitirilmemiş, terk edilmiş üniversiteler bırakıyorum
hasretten soğuyan çorbaların acı tadıyla
acıyan yüreklerimize
merhem olsun bu medeni angarya
Bu dünyada
uykumun tutmadığı anlarda anlıyorum daha çok yalnızlığı
anne sütünden koparılmış bir bebeğin ağlayan gözleriyle
-istemek asfalt boyunca bir kaza sonucu bırakılmış bir sepet elma gibi-
sınırlı haliyle, istediğini alamayacağını bile bile
sair olmaktır bir silahın kırk milyon gözyaşı biriktirip
kırk bin can ile feryatları saçlarına salmasına
Ne çok yazar oldu
ne çok güvensiz mezra
çelikten daha güçlü kollarıyla aşkın
sarmak varsa,
ayağa bir gün beraber kalkacağımız günlerin hatrı için
senin doğdurup, tez elden bu kötü dünyadan alınan melek adına
doğum günün nurlu ola!
Yastığına burnumu dayamış, uyumaya çalışırken, bunları karalamıştım. Hâlâ bekliyordum onu ve geleceğini umarak, gözlerimi kapamıştım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.