- 752 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Borç
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yaprakları seyrediyordu: Tek tük kalan yeşilleri, çoğunlukta olan sarıları, sayıca az olsalar da manzaraya hakimiyetlerinden ödün vermeyen turuncuları ve benim en çok sevdiğim kızılları... Bakışları yere doğru süzülen bir yaprağın üzerine kitleniyor, onun havada çizdiği figürleri takip ediyor, sonra da beraber çimlerin üzerine konuyordu. Yaprak hareketsizleşince bir diğerine geçiyor, bu sefer onun maceralarına eşlik ediyordu.
Pencere kenarındaki kanepenin üzerine yayılmış, zamanı ve sol elinde tuttuğu kitabı unutmuş gibiydi. Hatta öylesine dalmıştı ki ona kahve getirdiğimi bile duymadı; ya da ben öyle sandım. Bu yüzden fincanı onun yanındaki sehpaya bırakıp mutfağa dönerken arkamdan seslendiğinde ister istemez irkildim.
“Bir daha ne zaman çıkacaklar?”
“Ne, ne zaman çıkacak?”
“Yapraklar... Ağaçların hangi mevsimde yeşilleneceğini biliyor musun?”
“Buralarda Mart’ın ikinci haftasında... Biraz daha batıya gidersen Nisan başını bile bulabilir.”
“Oh! Ben göremeyeceğim demek ki.”
“Doğrusunu söylemek gerekirse, bilmiyorum.”
“Yapma! Sen de, ben de, doktorlar da biliyor Nisan’ı göremeyeceğimi.”
Nisan’ı göremeyecekti. O kadar zamanı yoktu. Onun dünyasında ağaçlar bir daha yeşillenmeyecekti.
“Yeni Zelanda’da doğa canlanıyordur şimdi.”
Hala başını çevirip bana bakmamıştı.
“Herhalde.”
“Mutludurlar mı?”
“Kimler?”
“Yeni Zelandalılar. Bahar başlamıştır ya; o yüzden içleri içlerine sığmıyordur.”
Öyle midir? Geçen bahar ben ne hissediyordum? Farketmiş miydim baharın gelişini ve gidişini?
“Şiirler yazıp, aşık oluyorlardır.” gibi saçma bir cümleden başkası gelmedi dilime.
İlk defa bana baktı.
“Öyle olur, değil mi? İnsanlar baharda aşık olur.”
“Kesin bir kural yok. Annenle birbirimize aşık olduğumuzda kışın ortasıydı.”
“Ben anne-baba aşkı demiyorum; sevgililerin arasındakinden bahsediyorum.”
“Biz de o zaman sevgiliydik.”
“Hadi canım...”
Onu gülümsetmiştim. Tekrar cama döndü. Bir yaprağı daha gözleriyle yakaladı ve peşine takıldı. Benimle ilgilenmediğini farkedince mutfağa döndüm. Bulaşık makinesini dolduruyordum ki telefon çaldı.
“Bugün nasıl?”
“Pek bir değişiklik yok. Dışarıyı seyrediyor. Yaprakların dökülüşü onu oyalıyor.”
“Kemal? Yapraklar bitince ne olacak?”
“Bilmiyorum.”
Bilmiyordum. Belki bu sefer de yağmuru seyretmeye başlardı. Ya da bu sene karın erken yağması için dua etmemiz gerekirdi. Bize borçluydu gökyüzü. Aylardır onun için ettiklerimize kulak tıkadıktan sonra, bize epey borçluydu.
YORUMLAR
Bu yazıyı eklendiğinden beri kaç kere okudum bilmiyorum. Sanırım size anlatmak istediğim "duygu" bu yazıyı bekledi. İnanılmaz yaşatan bir öykü. Aslında ne kadar öykü, ya da öykü müdür emin değilim.
Fragmanları bilirsiniz. Filmin en güzel bölümlerinden oluşurlar. İşte bu parça öyle bir fragman tadında.
Çağrışımları tetikleyebilecek güçlü bir yanı var bu metnin. Çok şey söyleyemeyeceğim ama çok şey düşünüyorum şu an.
En etkileyici İlhan Kemal öyküsü. Kemal'in geçen bahar neler hissettiğini sorgulaması ve bunu uzatmadan okuyucuya yansıtması ne güzel. "Kaybetmeye ramak kala kıymetlenen hayat."
Ve borç ironisi...
Çok güzel.
Kutluyorum.
İlhan Kemal
Benim açımdan süprizleri olan bir öyküydü: Hiç bir planlama olmadan, oyun oynamaya bırakıp yazmaya başladım (Demek ki bilgisayar oyunları beni duygusallaştırıyor) Öykü canının istediği yere gitti, ben de takip ettim. Sonradan okuduğumda bazı detaylar beni şaşırttı. Onların niye orada olduklarını keşfetmek garip ama güzel bir duygu.
Aynı ev üzerine yazdığım üçüncü öykü bu. Hatta Mumun Titrek Işığı ile aynı kanepenin üzerinde geçiyor (Sadece kanepenin odadaki yeri farklı). Bir dördüncüyü bu sabah ellerimi yıkarken hayal etmeye başladım bile. Araya başkası girmezse onunla bu ev serisine son vereceğim.
Teşekkür ederim güzel sözleriniz ve dikkatli okumanız için. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Diğer öykülerle bir bağlantısı olduğunu hiç düşünmemiştim, ilginç. Bunu nasıl fark edemedim...Neyse dördündü öyküyü daha bilinçli okuyacağım demekki.
Tekrar kutluyorum sizi. Hep hak ettiğiniz yerdesiniz. Pembe için de çok teşekkürler.
Saygılarımla.
İlhan Kemal
İlhan Kemal tarzı..Bir yaprakla başlayan macera, yaprak döndü dolaştı, bizi nerelere taşıdı... Bu defa hüzne...
Yazının vermeye çalıştığı ,ki ben verdiğine inanıyorum, aslında hepimizin düştüğü yanlış değil mi? Neden hep kaybedince ya da kaybedeceğimiz an kesinleşince değerini anlarız bir şeylerin? Oysa zaten biliriz aslında kaybedeceğimizi, sadece zamanını bilmeyiz... Yani bütün olay zaman mı? Acaba öyküdeki kahraman öleceği zamanı bilmeseydi,bunları sorguluyor olur muydu şu anda? Hiç sanmam...Bunlar belki de hiçbir zaman cevaplanamayacak sorular.
Saygılar İlhan Bey...