- 1234 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
KARŞI KALDIRIM
“Yazsam şuraya. Ben mutsuzum diye. İşte tam şu çöp bidonunun kenarına. Kimse yıkamaz bunu.”
Koştu gitti karşı yakaya. Bir kadın elinde bulgur kokulu tenceresiyle uçarak geçti yanından. Kaldırımda uçuşan söğüt yapraklarını hışırdatıp, berberin oradan sola döndü. Aynı köşede ışıldadı devriyenin kırmızı ışıkları. Behçet çöp bidonundan iki adım uzaklaşıp büfenin leblebi standına yaslandı. Kanun namına yaklaştı ışıklar. Mahallenin görünen gökyüzünü kızıla döndürecek kadar. Camlardan ince bir tehdit sızdı. Biri Halim’in burnunu sıyırdı da geçti yatağında. Gitti büfedeki tabancanın üzerinde durdu. Halim, huysuzlandı. Rüyasında bir gölden geçiyordu. Tam kıyıya ayak atacağı sıra, bir şey paçasına tutundu. Eğildi baktı suya. Önce bulutları gördü. İçinden kara kuşların geçtiği sarkık karınlı kadınları. Gözdür bu, alışıyor her şeye. Bulutlar arka plana geçince gölün balçıklı tabanındaki karaltıyı gördü.
“Behçet, ne yapıyorsun orada?”
“Çöpe bakıyorum amirim.”
Amir burnunu dayadı yarıya açık cama. Sonra çöpe döndürdü yüzünü.
“Hala şişe çıkıyor mu bundan?”
Behçet güler gibi oldu.
“Hayır amirim. Kırıldı onlar.”
Amir başını salladı. İnce bir zeytinyağı ağrısı kaydı karnından kasıklarına. Yanındakine döndü. Sebepsiz yere güldü. On yedi yıl oldu buraya geleli. İlk devriyesinde bir kadın kendini attı camdan. Hiç ölü görmemişti. Behçet tokatladı onu olay mahallinde. “Abi sen de böyle yaparsan” dedi. Sonra alıştı cesetlere. Savcıyı beklerken çay bile içti başlarında. Behçet hep vardı. Tam kırmızı ışıklarını toplayıp gidecekti ki durdu, yeniden araladı pencereyi.
“Behçet…Sen kırılma tamam mı?” Selam namına bir siren çaktı. Işıklar bir taksiye ol verdiler önce, sonra çekip gittiler.
Halim karaltıya kıstı gözlerini. Yaklaştı biraz daha. Hafif dalgalı suyun altında Osman’ı gördü. Osman kayboldu geçen yıl. Koltuğunun altında bir poşetle gördüler onu kahvedekiler en son. Caminin sebilindeki musluktan su içmiş. Az dikilmiş orada. Sonra iki adam gelmiş. Biri poşeti almış koltuğunun altından, diğeri koluna girmiş. Gülüyorlarmış ama. Şakir dedi. Kahvenin en iyi görenidir o. Seksen üç yaşında.
“Osman! Osman!”
Halim’in karısı uyandı.
“Bu da hep Osman diyor geceleri.” Kalktı yeleğini giydi. Büfenin yanından geçerken yan gözle baktı tabancaya. Dişlerinden aşağı kara bir kış yuvarlandı. Üşüdü, sarıldı yeleğine. Ah kandırdılar onu. Halan hasta dediler. Bir ay kalacak, sonra dönecekti. Terminalden Halim aldı onu. O da kendi gibi Çingene. Ama kadın büyükşehir görmüş. Büyük mağaza camlarında bakmış kendine. Altı yollu caddelerden karşıya geçmiş, metroya binmiş. Suşi yiyenleri seyretmiş, kameramana el sallamış. Halim İzmit çocuğu. Belediyenin sabun ve diş fırçası dağıttığı mahalleden.
Sürahinin dibini döktü bardağa. Yarısını içti. Babam lokum yerken boğulsun, dedi içinden. Bir yudum su vereni olmasın mahşerde. Aha bu ellerle yumrukladım kapısını, benim suçum yok dedim. Almadı içeriye.
Bu sefer büfeye hiç bakmadan geçti odasına. Yeleğini çıkardı. Çözülen yaka düğmesini ilikleyip yorganı başına çekti.
Başka bir şehirde baba, saçlarını taradı sedirde. Döndü saate baktı. Niye geçmiyor bu zaman dedi içinden. Yakasına dökülen tütünü silkeledi. Kalktı gri pantolonunu ütüledi sonra.
***
“Her yeri tutmuşlar” dedi Şahin. “Çöpü de tutmuşlar.” Sokağın iki ucunu yokladı. Cebinden çıkardığı kağıda baktı sonra. “Sivil öğretmenden İngilizce dersi.” Tuttu Behçet’in mutsuzluğunun üzerine yapıştırdı onu. O kadın gene geçti kaldırımdan. Elinde bulgur tenceresi köşeyi döndü. Kaldırımın kenarına oturup bacaklarını yola uzattı Şahin. Bir sigara yaktı. İki adam konuşa konuşa geçti önünden. Biri göz ucuyla çöpteki ilana baktı. Berber faraşa yüklediği saçı sakalı döktü çöpe. Uçtu birazı, ilanın bantlarına yapıştı.
Devriye camları tokatlaya tokatlaya girdi sokağa. Geldi Şahin’in önünde durdu.
“Koçum, Behçet vardı bir tane. Kısa boylu şöyle. Ben yaşlarda. Elinde boş şişeler olurdu ekseri. Buralarda gördün mü?”
Şahin topladı bacaklarını. Sigarayı avcunun içine sakladı.
“Ben yeni geldim askerden” dedi. Amir ağzını buruşturdu. Her gece böyle oluyor ama. Hiç kimse Behçet’i tanımıyor bu şehirde. Üç ay oldu.
Halim, bu sefer uyanıktı. Kırmızı ışıkları görünce yutkundu. Bekledi büfenin kenarında. Duvara yapıştırdı arkasını. Karısı başını yorganın içinden çıkarıp baktı ona. Işıklar büsbütün kaybolunca pencereye yanaştı Halim. Perdeyi açmadan dışarıyı yokladı. Şahin’i gördü çöpün yanında. “Osman” dedi. “Osman bu!”
Karısı düşündü: Osman mı diyor Asuman mı? Burnundan konuşur bu adam. Ben anlamayayım diyedir. Allah belasını versin Osman’ın da Asuman’ın da. Böyle her gece her gece.
Bir baba vardı ya, hani uzak şehirde…Yine gri pantolonunu ütüledi. Bu sefer kesin dedi ve güldü duvardaki kocakarıya.
***
“Anasını sattığımın sokağında başka yer yok muydu buluşacak? Adama bak. Burnum uyuştu çöp kokusundan” dedi Yılmaz. Kar yağıyordu. Avuçlarına üfledi, beresini çekti kulaklarına. Arkasındaki apartmandan küçük bir sepet sarktı. Sarı başlı bir çocuk çarptı binanın demir kapısını. Yılmaz o tarafa döndü. Çocuk sepetin içindeki bulgur tenceresini çıkartıp kucakladı. “Çabuk git” diye bağırdı üçüncü kattan bir kadın. “Anam az hasta, gelemedi de.” Çocuk berberin oradan köşeyi dönerken Yılmaz’a baktı. “Bu çöpün de ne çok seveni var” dedi içinden.
Halim yedi aydır uyumuyor. Gezip duruyor evin içinde. Az gözünü kapasa Osman’ı görüyor. Uyumasa devriyenin ışıkları hoplatıyor içini.
Amir yürüyerek geldi bu sefer. Elindeki torbada ekmek içi domates. Ayran da koymuş karısı. Halim gördü onu. Gitti yine büfenin kenarına saklandı.
“Genç, burada kısa boylu, ben emsal bir adam gördün mü? Behçet adı.”
Onca sorgudan geçti Yılmaz. Neler bilirdi de söylemedi. Kimseyi ele vermedi.
“Yok aga. Görmedim.”
Amir başını salladı. Tekerlek izini takip etti sallanarak. Sokağın ucunda kaldırıma çıktı. Kaydı sonra, duvara tutundu.
Yılmaz çöpün üzerindeki ilanı gördü. Yazısı dağılmış biraz. Azıcık çamurlanmış. İngilizceniz batsın, dedi. Çıkardı tükenmezini cebinden, kahrolsun Amerika yazdı kağıda. Bir de yumruk çizdi. Sonra yumruğunu uzattı resmin yanına. “Aha böyle” dedi. “Aha böyle.” Yılmaz’ın ağzından çıkan buhara baktı Halim. Ellerini ovuşturdu. “Allah, al gecelerini” dedi içinden. “Bak kimse uyumuyor.” Karısı sobalı odadaki çekyatta yatıyor artık. Kapısı kapalı. Halimi duymadı.
Uzak şehirdeki baba gri pantolonunu giydi.
***
Zabıta Ali berberden çıktı. Elini saçlarının arasına sokup “Yine asker tıraşı ettin be ihtiyar” diye söylendi. Montunun üzerinden, kemerine ilişik telsizini yokladı sonra. Bir sigara çıkardı koynundan, ağzına taktı. Çöpe aldı gözü. “Yumruğunuzu…” diye söylendi. “Anarşist komonistler.” Sigarayı cebine sokup zabıta aracının bagajını açtı. Çiçekli bir kağıt çıkarttı oradan. Arkasını tutkallayıp, kahrolsun Amerika yumruğunun üzerine yapıştırdı. Çevremizi Temiz Tutalım. Park ve Bahçeler Müdürlüğü.
Halim camdan bakmadı o gece. Yattı kaldı ölü gibi. Karısı kaşığa üfleyip çorba içirdi ona. Komşuları geldi. “Eridi Halim’im” diye butlarına vurdu mütemadiyen. “Allah tez saatte belacığını versin” dedi içinden. Bir akşam Servi de geldi geçmiş olsuna. Osman’ın karısı. Geçip Halimin karşısına oturdu. “İyi adamdır Halim Abi” dedi. Rahmetli pek severdi onu. Halim gözlerini gerdi. Tavanda yürüyenlere. Kara bacaklı örümceklere.
Amir, geçti gitti zabıta Ali’nin yanından. Artık kimseye Behçet’i sormuyor. Hurçları hazırlattı karısına. Merkezden tekaüt istedi. Kendi nefesinde boğulmuş bu şehir. Gayri durulmazmış artık.
Ali çöpün kenarındaki tencereyi gördü nihayet. Aldı, elinde çevirdi. Kulplarına domatesli bulgur bulaşmış. Pis insanlar deyip çöpe attı bakırı.
***
“Sevgilim, Nurgül. Mahallenin gülü. Aha bu çiçek sensin. Namık seni seviyor.” Kalp.
Hamdi son anda gördü park bahçelerin çiçekli kağıdının üzerine karalananları. Geri geri geldi, eğildi bir daha okudu. Şakakları oynadı yerinden. Alnındaki damar kabarıp kızardı.
“Benim kızıma ha!”
Berber havluları alıyordu içeri. “Allah belamı versin” dedi. “Bu çöpü buradan kaldırtmazsam!”
Hamdi bir hamlede söktü kağıdı çöpten. Ne İngilizce dersi kaldı geriye, ne kahrolsun Amerika. Behçet haklı çıktı ilk defa. Baki kalan onun notu. Ben mutsuzum.
Halim’in zili çaldı o gece. Karısı ağlayarak açtı kapıyı. Dondu kaldı eşikte. “Sen geldin mi” dedi. “Sen mi geldin?” Sarıldı gelene. İkisi girişteki paspasın üzerinde ağladılar biraz. Sonra Halim’in yattığı odaya girdiler. Amir ayağa kalktı. Bize müsaade dedi. Döndü Halim’e baktı sonra.
Osman define bulmuş dağda. Kayalıkta tuvaletini yaparken yazılı bir taş görmüş. Halim’e anlatmış sonra. İkisi birlikte kırmışlar kayayı. Yılan işli taş bir kutu çıkmış altından. İçinde bir avuç altın. O kadarcık işte. Haber uçmuş kara ceketlilere. Sen bozduramazsın şimdi bunu demiş biri. Halim’e göz kırpmış. Kandırıp dağa götürmüşler, yalnız dönmüşler geriye. Son nefesinde cenazenin yerini dedi Halim. İki polis hepsini yazdı kağıda. Çıktı gittiler sonra.
Amir, arabaya binerken Ben mutsuzum’u gördü çöpte.
“Behçet geldi” dedi gülerek.
A. ENGİNDENİZ
YORUMLAR
-Her gün için 1 Aynur Engindeniz öyküsü- kampanyası başlatmak istiyorum:)
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ediyorum sayın şair. Yolunuz bahtınız açık oldun daima.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum, sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Üretkenlik ve zenginlik konusunda birbirimiz için aynı şeyleri düşünüyoruz.
Öykülerimi okurken bir öncekileri tekrar ediyormuşum gibi bir hisse kapılıyor musun Sema. Bu benim için önemli.
Gözlerine sağlık sevgili şairim, Kayra'ya anneyi bana bıraktığı için teşekkür ediyorum:)
Angie
şu an ağlayabilirim. :(((
soruna öyle detaylı öyle acelesiz bir yazı yazmıştım ki göndere bastığımda netbukun donduğunu gördüm. yok böyle beter bir duygu ya. :(
ama bir ara sorunun cevabını bir öyküne yorum olarak yazacağım. yani şu an tekrar o gücü bulamıyorum kendimde. :( sinir oldum resmen ya
Aynur Engindeniz
Zahmet verdim, güzel şairim...
Yazarlık çokça hayal gücü ve çokça söz ustalığı..Gerisi teferruat bence... Ki bu ikisi gerçekten sende ziyadesiyle var sevgili yazarım..Biliyorum,bu tarz övgülerden ziyade eleştiri istiyorsun.Bu defa o gözle de okudum ama bulamadım inan...
Bir çöpten yola çıkarak ne çok insan tanıdım,burnumda hâlâ bulgur pilavının kokusu... Öykünün başında ve sonunda film izledim,ortası bir sahneydi koskoca bir tiyatroda..Kahramanların konuşmaları çoğalmış,bunu gördüğüme sevindim ve ben böyle daha çok sevdim bu öyküyü. En çok Behçet'e hak verdim... İnsan gerçekten de alışıyordu her şeye.
Son olarak ben bu kalemi gerçekten uzun uzun ve yeni basılmış bir kitap kokusu aralarında okumak istiyorum...
sevgiler sevgili yazarım..
Aynur Engindeniz
Beğenmene sevindim.
Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Flaş belleğime yükledim, akşam evde rahat rahat okuyacağım.
İyi bayramlar, Aynur.
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Bu hikayenin dili ne kadar güzel!
Bir nazar boncuğu da benden:
taksiye ol verdiler => Bir 'y' mi eksik?
Daha uzun bir yorum yazamayacağım. Şimdi Zavesky'nin ödevine lazım.