Şiir kritiği (Ve Asi İlk Kez Hıçkırmaktaydı ) 2
2. Bölüm
Suskunbiradam’a ait “Ve Asi İlk Kez Hıçkırmaktaydı” adlı şiirin analizine devam edelim…
ŞİİRİN İÇERİĞİ:
Şiire baştan sona göz attığımızda, şairin henüz taze bir olayı anlattığını görürüz. Fiillerde kullanılan ekler genel olarak –di li geçmiş zaman, şimdiki zaman, şimdiki zamanın hikâyesi… Yani şu an olmakta veya henüz olmuş, ya da çok kısa bir zaman öncesinin yaşanmışlığı yansımış mısralara.
Şiirin içtenliği, yürek dolusu olması bundan kaynaklanmaktadır diyebiliriz. Zaman akışı çok gerilerde kalmış bir olayın anlatımında bu içtenliği göremeyiz pek.
İşte bu nedenle, şiirin konusu kurgu da olsa, hayal de olsa, yaşanmışlık da olsa; henüz kurulan bir kurgu, henüz edilen bir hayal, ya da henüz yaşanan bir olaydır. Okuyucu bu nedenle o coşkuyu yüreğinde hissetmektedir.
On bir bölüm görülmekte şiirin tümünde. Bunlardan dört tanesi ikişer mısradan, bir tanesi ise üç mısradan oluşmaktadır. Şiire ilk göz attığımda yadırgamış ve “Bu kadar çok ikişer mısradan oluşan bölüm olur mu?” demiştim içimden. Dikkatli baktığımdaysa o bölümlerin çok farklı, bağımsız konular olduğunu anladım. Zaten şiir sanatının bir amacı da, anlatılmak isteneni, en az sözcüklerle ve öz olarak sunmak değil midir?
Şimdi şiirin içeriğini bölüm bölüm inceleyelim…
“Ve izbe bir gece,
Çağırdı adamı katran rengi sinesine…”
Şiirin adı gibi, ilk mısrasını da “Ve” ile başlatmış şair. Tıpkı başlıkta olduğu gibi, “Sonunda, nihayetinde, en sonunda bu da oldu.” gibi anlamlar içermesini sağlamış; şiir böylece en baştan dikkat çeker özelliğe bürünmüş.
“İzbe” kelimesine baktığımızda, öz anlamının “Basık, loş, nemli, kuytu yer.” olduğunu görürüz. Ancak şiirde “Kuytu” anlamı daha öne çıkmakta gibi. “Yalnız, kuytu, bunalımlı, sıkıcı bir gece” anlam olarak daha yakın bu şiirde “İzbe” sözcüğüne.
“Katran rengi” deyimi de dikkat çekmekte bu başlangıç dizelerinde. Görüldüğü gibi iki adet çok zorlu deyim ve sözcüğü ilk bölümdeki iki mısra içine sığdırmış şairimiz. Katran rengi deyince, hepimizin bildiği gibi akla öncelikle çok kara bir renk gelir. Ama anlatılmak istenen, karanlığın en koyu tonundan ziyade, ruhun gecedeki aşırı sıkıntısı ele alınmış. Geceyi zehir eden bir sıkıntı bu…
Bölüme toplu halde bakarsak, içerik üzerinde düşüncemiz daha bir netleşir. Sonunda bunun da olduğu, aşırı sıkıntılarla, acılarla boğuşup gecesi zehir olmuş adamı, gece kendi yalnızlığına, evin dışına çağırıyor. Elbette gecenin çağıracak dili yok; karanlığa dalmayı isteyen, adamın yalnız kalmış, bunalmış olan ruhu. Kendini geceye terk ederek, yalnızlığına dert ortağı olmasını bekliyor.
Bu bölümde şair, üstü örtülü, geceye “İzbe” sıfatını yükleyerek, kendi fikrini de belli etmiş. Kuytu bir gecenin, adam için tehlikesini anlatmış bu ifadeleriyle.
“Karanlığı delercesine,
Uzayın kara deliğinden girercesine
Yol aldı adam…
Yürüdü çağrının geldiği sese.
Buz gibi ruhunun üşümüşlüğünü,
Alev almış, yanan bedeniyle ısıtıyor,
İsyan halinde Asi’ye gidiyordu.”
Kahramanın kuytu geceye gitmedeki kararlılığı, “Karanlığı delercesine” ifadesinde kendini bulmuş. Burada “Karanlık” sözcüğü iki ayrı işlevi yerine getirmektedir. Zaman olarak geceyi, durum olarak da, korku ve tehlikeyi algılatmakta… “O denli isteyerek yola çıkmış, o denli hızla gitmiş ki; adeta karanlığa, yani tüm korkulara, tüm tehlikelere meydan okurcasına…” şeklinde anlaşılmakta bu mısra.
Uzaydaki kara deliğin ötesini hiç kimse bilememekte henüz. Kimi bilim adamları, ayrı bir galaksiye ve ayrı bir zamana geçiş yeri olarak nitelerler uzayın kara deliklerini. Ölüm ve ölümden sonraki hayat gibi yani… Bu yolculuk sonundaki ölüm riskine, böylesi güzel dikkat çekip, buna rağmen, adamın çılgınca, düşünme yetisini kaybederek yol alışı çok güzel ifade edilmiş. Bu ifade, adamın yolda bir ölüm tehlikesi geçirdiğini de gösterir bize.
Bir bedenin alev gibi yanması, eğer mikrobik bir hastalıktan değilse; korkudan, stresten, psikolojik bir sarsıntıdan, heyecandan, kâbustan olabilir. Ruhun buz gibi olması ve üşümesiyse; bezginliği, yılgınlığı, hayata bile boş vermişliği anlatır. Bu mısraları da okuduktan sonra, kahramanın ruh hali artık iyice belirmektedir.
Bölümün son mısrasından, olayın Hatay’da geçtiği anlaşılmaktadır. Böylesi bir ruhla, kendini çağırılmış kabul eden adamın, o isyan haliyle Asi’ye gitmesi kadar doğal başka şey yoktur. Çünkü zaten Asi Nehri, ters akmasıyla bir isyanın sembolüdür ve kahramanımız da o sembolde simgeleşmek istemektedir.
Her tür korku ve tehlikeye, sonundaki ölüm riskine rağmen, geceye körlemesine dalan kahramanımızın, bunu neden yaptığı konusunu şair okuyucuya bırakmıştır. İstemiş ki; okuyan bu mısralarda kendini bulup, kendinden anlamlar ve sebepler yüklesin şiire. Bu da şair, şiir ve okuyucu üçgenini bütünlemiş iyiden iyiye.
“Sıcak bir kış gecesini
Ruhunun derin buzulları soğutuyor,
Uzaklardaki soğuk iklime göç eden beyni,
Aradığı ışığı bulamayınca,
Karlara saplanıyordu yoklar diyarında
Ve ağır yaralıydı.”
Asi Nehri nedeniyle olayın, tipik bir Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü, Hatay’da geçtiğini anlamıştık önceki bölümlerde. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılıman olan bu iklimde bile, bahsedilen kış gecesinin sıcak olması mümkün görünmüyor. O halde bir an için önceki bölüme gidersek, bedenin alev alev, ruhun buz gibi olduğunu hatırlarız. Kahramanımıza geceyi bu kadar sıcak hissettiren de, bedendeki bu yangı olmalıdır. Ruhundaki derin fırtınalar, sarsılan psikolojisi ve üzüntüleri o ateşi hissettirmiyor bile adama. Kurulu saat misali zamanına yol almakta, trans halinde ve kaderine gider durumdadır Asi’ye giderken…
Bu bölümde şair uzaklardaki bir soğuk iklimden bahsetmiş ve kahramanın beyninin sadece orda olduğunu belirtmiş. Trans halinin çok başarılı bir anlatımını görüyoruz bu mısrada. Adama, bu denli bedenindeki ateşi unutturan; ruhunun buz kesmesini sağlayıp bezginliğe, yılgınlığa, boş vermişliğe sürükleyen; Asi’ye yürürken bile, kendini çok uzaklarda, soğuk bir iklimde hissettiren bu olayın ne olabileceği sorusu gelir akla hemen. Zaten şiirin ana konusu da bu soruda gizlidir. O halde net cevap vermek için sonraki üç dizeye de bakalım.
O kadar belli ki artık kahramanımızın aklı ve duyguları… Beyni ve yüreği uzaklardaki çok soğuk ve karlı bir kente odaklanmıştır. Bulunduğu kentten, uzaklardaki kentin ışıklarını göremeyeceğine göre, o ışığın bir sevda olduğu artık çok nettir.
Toparlayalım bu bölümü…
Kahramanımızın uzaklarda, karlı bir kentte büyük bir sevdası vardır ve birbirlerini çok sevmektedirler. Şiirdeki anılan gecedeyse; muhtemeldir ki, sevdiği ile büyük bir kavga olmuş ve kendini dışarı atmıştır adam. Bedeni ateşler içinde ve kendisi de fark edemeden yolu Asi’ye gitmektedir. Beyni o soğuk ve karlı kentte, yani sevdiğindedir. Ruhundaki yılgınlık ve sarsılmışlıksa umutsuzluğu anlatmaktadır. Belli ki, sevdiğine bir daha asla ulaşamayacağını düşünmektedir. Bunu şiirdeki “Aradığı ışığı bulamayınca” mısrasından anlıyoruz. Bu durumda adam, kendisi için hayatı bitmiş kabul ediyor. Artık duygularında O, karlara gömülmüş ve ağır yaralı bir adamdır. Asi’nin kendisini düze çıkaracağını son umut olarak gördüğü için de, karanlığı yırtarcasına Asi’ye koşuyor.
Şair bu bölümde de okuyucuyu düşünerek olayları net ifadeden kaçınmış, okuyanların kendilerini kahraman yerine koymasını, ya da uzaklarda karlı bir kentteki kadın yerine koymasını istemiş, okuyucusuyla bütünleşmiştir.
“Düşe kalka indiği,
Ayakkabılarının boğulduğu sularda,
Tenine vuran damlalar gözyaşlarıyla buluşuyor,
Buhar olup uçuyordu korlaşmış bedeninden.
Kim bilir hangi buluta karışacak,
Hangi uzak iklime kar olarak düşecekti?
Belki O’nun yanağına düşen her kar tanesinde,
Adamın ten kokusu ve gözyaşları olacaktı.”
Önce bu bölümde, okuduklarımızın görünen hallerine bir bakalım.
Kahramanımızın Asi’ye ulaştığını görüyoruz. Irmağın yoldan çok aşağıda olduğunu ve kış mevsiminin topraktaki kaygan yüzeyini düşünürsek, nehrin sularına ne zor şartlarda indiğini ve hatta suya yuvarlandığını anlarız adamın. Şair, “Ayakkabılarının boğulduğu sularda” mısraı ile ve harika anlatmış suya düşme olayını. Zaten öfkenin o şiddetinde, teni ateş gibi yanıp, ruhu buza keserken, geceye meydan okurcasına yürümenin başka sonucu olmazdı.
Kahramanımız, Asi’nin kış mevsimindeki azgın sularına gömüldüğünde, belli ki çıkabilmek adına çok uğraş vermiş. Gözyaşlarıyla ırmağın damlalarının buluşması bize bu sonucu vermekte… Bundan sonrası, şairin olayın anlatımında doruğa ulaşmasını gösteriyor. Şöyle ki; tene vuran ırmağın damlaları, tendeki yüksek ateş nedeniyle buharlaşarak bulutlara karışacak, bulutlar rüzgârla sürüklenecek ve o uzak, soğuk iklime kar olarak düşecek; kar olarak düşmekle kalmayacak, sevdiğinin yanağına düşen her kar tanesi, adamın ten kokusunu ve gözyaşını da hissettirecekti sevdasına. Sevda dolu bir yüreğin, en zor anındaki hayallerini, şair müthiş bir öyküsel güçle anlatmış.
Görünen bu olaylar zincirini değerlendirelim biraz da…
Bu dizelerin böylesi güzel anlatılmasında, gerekli bilim dallarından çok güzel yararlanılmış. Doğa bilimi kullanılarak, gözyaşı ve ırmak suyunun buharlaşması, bulutlara ulaşması, rüzgârla sürüklenmesi, kar bulutları haline dönüşü, soğuk iklime ulaştığında o bölgeye kar olarak düşmesi öyküsel ifadelerle, notasal ritimlerle anlatılmış. Coğrafya ilmi kullanılarak da, ırmak, buharlaşma, bulut, iklim, kar gibi kavramlar doğa bilimi ile bütünleştirilmiş.
Şair, adamın en zor anlarındaki hayat mücadelesinden yola çıkarak, sevdanın anatomisini çizmiş ustalıkla. Sevginin gücünü, ölmekle kalmak arasındaki mücadelenin, incecik şeffaf çizgisinde resmetmiş. En önemlisi de; sevgisi uğruna ölmeyi göze alan adamın, kurtuluş mücadelesinde bile sevdiği ile dopdolu olmasının adeta fotoğrafını çekmiş. Yani adam o zor anlarında bile sevdiğine beddua etmemiş, “Senin yüzünden bunlar” diye düşünmemiş, ateşe kesen bedeni gibi olmasını istememiş aşkının; aksine kar tanesi serinliği vermesini istemiş ve sevgisine sahip çıkmış.
Bu bölümde şiire duygusal bombardıman yapılmış ve mısralardaki duygular en üst seviyede tutularak, okuyucunun şiire iyice bağlanması sağlanmış. Duygusal bombardımanda yapaylık değil, kalıcı değerler kullanılmış.
2. Bölüm Sonu
Seslendiren : Suskunbiradam - Turgay
YORUMLAR
"Ve Asi İlk Kez Hıçkırmaktaydı"yı sizin yorumunuzla bir kez daha okuyunca "Ah Tamara"yı anımsadım.Hani Van Gölü'ndeki adalardan birinde Tamara adlı güzel bir ermeni kızı vardır.Çevre köylerde çobanlık yapan Müslüman bir genç bu kıza âşık olur. Bu genç, Tamara'yla buluşmak için her gece adaya yüzer. Tamara ise ona gece karanlığında yerini belli etmek için onu bir fenerle bekler. Kızın babası,bunu öğrenir. Bir gece elinde fenerle adanın kıyısına iner ve sürekli yer değiştirerek gencin boşuna yüzüp, gücünü yitirmesine neden olur. Yüzmekten yorulan genç son nefesiyle "Ah Tamara!" diye haykırır. Bunu duyan kız da kendini göle atar.
Aşk nelere kadirdir."Ah minel aşk!" denilmesi kuru yaygara değildir.
Şiir kadar yorumunuz da güzel. Selam ve saygılar...
Bir aşk hikayesi canlandı gözümde. Ve her karesinin yaşattınız bana. Çok emek verilmiş ve bilgi işi bu yaptığınız. Bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederim. Bu tür çalışmalarınızdan faydalanmayı her zaman isterim. Yüreğinize, emeğinize sağlık. Kucak dolusu sevgilerimle...
gulnagme
Şiir eleştirilerini seviyorum. Fırsat buldukça yapacağım...
Sevgiler, selamlar...