İTİRAF/1
Ütü basılmış çarşaf gibi, sere serpe uzanmışken Akdeniz, kıyısına oturup seyre dalmak bir başka güzel. Dur durak bilmeyen dalgaları, sahili dövmüyor da fiskeliyor gibi. İçindeki zehri atarcasına köpürüşü, ciğerlerimde oluşan karbondioksiti üflemem gibi. Tenimi yalarcasına değip geçen meltemini, derin derin çekiyorum içime, genzim yanıyor. Kokluyorum. Oh diyorum. Sonra içsel dilimizle, sohbete dalıyoruz. Onun beni, benim de onu anladığımızı düşünüyorum. Onu dinleyişimden ötürü, hoşnut olduğunu seziyorum. Görünümünü ve dalgalarını biraz daha güzelleştirmesinden, onunda beni hoşnut etmeye çalıştığını görmezlikten gelemiyorum.
Deniz ve insan. Her ne kadar birbirinden ayrı ve farklıymış gibi algılansa da özlerinin su olması itibariyle bir bütünün vazgeçilmez bölümleri gibi. İnsanın yaratılışından önce denizin var olması gerektiği kanaatimi pekiştiriyorum. Dolayısıyla onun bana anlatacakları, benim ona anlatacaklarımdan daha çok olmalı. Doğadaki su döngüsü yasasıyla, başlangıcından şu ana kadar sayısız olaylara şahit olduğunu ve bunları sakladığını düşünüyorum . Uçsuz bucaksız bir kütüphane görür gibi oluyorum karşımda. Ya da her zerresi 1 GB’ lık bilgiyle dolu bilgisayar arşivi. Girmediği delik, doldurmadığı oyuk, değmediği herhangi bir varlığın olmadığını düşünüyorum. Toprağın derinliklerinden atmosfer tabakasına kadar her şeye nüfuz edebilme yeteneği ve enerjisine sahip. O yüzden onu dinlemek, cezbedici.
“Her türlü övgü yalnızca bütün âlemlerin rabbi olan Allaha özgüdür.”(*1) Ayetini okuyorum dilsiz, sessiz sedasız. Her bir anı saatlere bedel olan dinleyişe geçiyor ve dalıyorum. Neden sonra bir pişmanlık çöküyor üzerime.
“Affet beni Allah’ım, affet beni!”
“Çocukluğumda; dedemin dilinden ezberleyip, o günden bugüne çeşitli nedenlerle okuduğum bu mesajı, doğru anlamadığım, anlamaya çalışmadığım için beni affet! Defalarca dile getirdiğim halde insana yakışır bir şekilde düşünmediğim için, bu ayete karşı utanç içindeyim. Sana karşı, utanç içindeyim.
Hakir görmekten yüceliğine sığınırım. İtiraf ediyorum: Bir yudum su, bir kuru soğan, bir lokma ekmek ikram edene teşekkür etmeyi nezaketten saydım ama; zül celali vel ikram, Ekrem-ül ekremin, malik-el mülk olan seni görmedim. Beni affet.
Halbuki, elleriyle hazırlayıp sunduğunda, yemeğini yediğim kişiye teşekkürümü;“ Bu suyu/ekmeği/nimeti senin elinle ikram ederek beni nimetlendiren, susuzluğumu/ açlığımı/ihtiyacımı gideren Allah’a hamd olsun. Allah’ım seni de aç/susuz koymasın. İkram yaptığın ellerine, ikram yapmaktan hoşlanan yüreğine sağlık ve şifa versin. Sofrandan bereketi eksiltmesin. Gönlünü ikram aşkıyla doldursun.”demeliydim. Dilime dökülmese de içimden geçirmeliydim. Bana şah damarımdan yakın olan seni unutmamalıydım. O yüzden beni affet!
İşte, karşımda Akdeniz. Yunus Emre’nin diliyle haykırıyor gerçeği, “bir ben vardır bende, benden içeri.”
“Bu güzellik, bu övünç benim değil. Her şeyin sahibi Allah”, diyor. Bense bir kez daha utanıyorum kendimden. Dalga dalga sahili gıdıklayan deniz, her an sayısız oranda Allah’ı takdis ederken benim, gün boyunca bir kez dahi adını anmak aklıma bile gelmiyor. Köpük köpük zehrini boşaltırken aynı zamanda kendi dilince sana hamd ediyor lakin; aklını kullanamayan bu cahil kulun gafletten kurtulamıyor.
Ey, benim güzel rabbim. Gafletimi hoş gör. Cahilliğimi görmezden gel. Beni affet!
Bu satırları, içsel konuşmaların yoğun olduğu ferah bir ortamda yazdıranın, böyle bir ortamı sağlayanın sen, olduğunu biliyor ve hamd ediyorum.
Şu an, içim kıpır kıpır. O kadar güzel şeyler söylüyor ki Akdeniz, hangisini tutacağımı bilemiyorum. Çocukken, Nisan yağmurlarında, yağmur damlalarını avuç avuç tutmak için sırıl sıklam oluşum geldi aklıma.
Meğer, gülün dikeni bile Allaha hamd etmek için bir sebep. Hiçbir şey iğreti gelmiyor artık bana. Allah’ın yarattığı her şey çok güzel ve her biri sayısız hamd vesilesi. Amaçsız ve anlamsız gözükmüyorlar bana. Yunusu da anlar gibi oluyorum uzaklardan. “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü.”
İnsan, hamd enerjisiyle dolmaya görsün, her şey sıraya geçmiş adeta “Beni de gör, bendeki güzelliği de gör, bende de Allah’ı gör.”der gibiler.
İşte Hüseyin, küçük oğlum. Sahilde bir şeyler arıyor, eğilip doğruluyor, cebine bir şeyler koyuyor. Onun varlığı beni neşelendiriyor. Sayısız nimetleriyle neşeme neşe, sevincime sevinç katan rabbime bir kez daha hamd ediyorum yürekten.
_Hüseyin! Sıcakta fazla kalma yavrum.
_Tamam, geliyorum.
Cebindeki ağırlıktan dolayı alt giysisi bir yana sarkmış vaziyette gelişini izliyorum. Her bir adımı binlerce hamd vesilesi.
_Nedir o cebindekiler?
Cebinden avuç avuç taş çıkarıyor ve gösteriyor, utanarak:
_Taş.
Elindeki taşlara bakıyorum. Hepside yumurta büyüklüğünde ve Pürüzsüz. Demek ki hoşuna gitmiş.
_Bu taşlar sana sevimli gelmiş olmalılar, ama onları, cebinde taşımamalısın. Sahile daha çok yakışıyorlar.
Ve Hüseyin, bir bir atıyor onları aldığı yere. Ne demek istediğimi dosdoğru anladığı için bu anlayışı veren Allah’a, bir kez daha hamd ediyorum.
İtiraf ediyorum. Taşlara karşı bile yüreklerde sevgi oluşturan Allah’ım! Sevginin olduğu her yerde seni görmemek gerçekten akıl karı değil. Taşları bile bize sevdiren seni, gerçekten çok seviyoruz. Sen de bizi sev ve yüreğimizi sevginle doldurarak, bizi sevdiğini göster. İçimizde nefretten, kinden, zulümden, savaştan yana ne varsa zerresini dahi bırakma.
Ben yazmaya, Hüseyin de yanında getirdiği matematik testini çözmeye durduk. Neden sonra Hüseyin’in bir problemi çözmede zorlandığını fark ettim. Yardım etmek istedim ama; ben de çözemedim. Matematik öğretmenine sorması için, problemin yanına koskoca bir soru işareti bırakmıştık ki, Anadolu lisesinde matematik öğretmeni olan Osman Hoca’nın, “Salih abi!” diye ünleyen sesiyle, arkaya döndüm. Elimle Osman’ı selamlarken kıpır kıpır eden yüreğimle canı gönülden, bir kez daha Allah’a hamd ettim.
_İşte aradığın Hüseyin. Al götür sorunu. Öğren çözümünü. Gel, bana da anlat.
İtiraf ediyorum. Doğduğum günden beri ihtiyacımın giderilmesinde ki sebepleri görüp de gerçek gidereni görmeyişimden dolayı ne kadar utansam az. Yer yarılsa da içine girip saklansam, diyecem lakin Allahtan saklanmak nasıl mümkün olabilir?
Hüseyin sorunun cevabını öğrenip gelince ve kuralıyla beraber anlatınca yüreğimin dolduğunu hissediyorum. Ağlamak istiyorum. Tam o an, kulaklarımda bir sevinç kahkahası. Sağıma - soluma bakıyorum. Kimsecikler yok. Sonra , buluyorum kahkaha atanı, Akdeniz. Sevinçten uçuyorum. Telefonun zil sesini duyar gibi oluyorum, uzanıp çantadan telefonu çıkarıp bakıyorum. Sinem. Öğrencim. Kapatıp arıyorum. Sabaha karşı gelmiş, okumak için gittiği Ankara’dan. Nevra da Karaman’dan gelmişti, dün akşam. İlim tahsili için gurbete giden öğrencilerime kavuşturduğu, sevincime sevinç kattığı ve tüm bunlarla bana kendini hatırlattığı için Allah’a, bir kez daha hamd ediyorum.
İtiraf ediyorum. Meğer, ne kadarda susuzmuşum Allah’ı hamd etmeye. Hamd etmem için ne kadar çok sebep var etmiş Allah’ım. Hamdsiz dilim, ağzımda ne çok eğretiymiş. Hamdsiz yüreğim, bedenimde ne kadarda ağır bir yükmüş. Hamdsiz ruhum, ne kadarda cansız bir naaş gibi dirilikten uzakmış.
Allah’ım! Bir ayetine, yüklediğin anlamların zerresini bile anlamaya kalkışmakla bana tattırdığın anlık sevinç ve mutluluk için dünyaları feda etmeye değer. oysa gün içinde hamd edilmeden geçilecek bir an bile yok. mutsuzluğumuzun nedenleri aslında mutluluk nedenlerini terk etmekmiş. bunu şimdi daha iyi anlıyorum. seher vakti hocanın saba makamında okuduğu ezanın sesiyle uyandığımda:"kulaklarımın işitme kaybına uğramamış bir halde olduğunu bilmekten ötürü Allaha hamd edebilseydim, doğrulup yataktan kalktığımda vücudumun enerjiyle dolduğunu fark ettiğimde, eşime ve çocuklarıma sağ-salim bir kez daha kavuştuğumu gördüğümde, işe gitmek için evimden çıktığımda ilk karşılaştığım insanın hem iş arkadaşım, hem komşum hem de çok sevdiğim bir dost olmasının içime doldurduğu sevinci yaşadığımda, okul bahçesinde "günaydın öğretmenim" cıvıltılarıyla etrafımı saran "dünyanın en güzel çiçekleri" olan çocukların gözlerine baktığımda ve gün boyunca nice güzellikleri yaşadığım her an Allaha hamd edebilseydim, mutsuzluğa açılan kapı mı kalırdı yüreğimde.
Ey, güzel rabbim. Kaçılması mümkün olmayan ölümle, beni, böyle bir anı yaşarken yüzleştir. Sana dönüşümü, hamd sevincini yaşar olduğum haldeyken gerçekleştir.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
(*1)Fatiha suresi. Ayet:2
MSG
YORUMLAR
suyu başından avlamak türkçede en sevdiğim deyimlerden biridir hocam..kuran öğretiside sebeblere değil sebeblerin sebebini unutmamayı öğütler..direkt olarak şefaatçisiz muracaatı kabul eder..şirki reddeder..insan gerek dünyada ki makamlara gerekse rububiyet makamına aracısız iltica etmelidir..ne güzel anlatmışsın hamd etmeyi kurani bakışla...seni bu anlayışla bize takdim eden rabbime sonsuz teşekkürler...
MSGEDİK
Yazılarınızı özletiyorsunuz değerli hocam. Sizin eserlerinizde hem duygu hem bilgi hem Allah sevgisi bir arada. Farklı yani sizi okumak. Bu deniz kokulu yazıyı da çok beğendim.
Saygılarımla.
MSGEDİK
Aynur Engindeniz
MSGEDİK
Aynur Engindeniz
Elimden geldiğince kaçırmamaya gayret ediyorum yazılarınızı. Bir dahaki yazınızda size detaylı bir eleştiri yapacağım. Darılmaca yok ama:)