- 611 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yaşamın Ortasında
Kaldırımın kenarında yedi sekiz insan bedeni... Ruhları hiç olmadıkları kadar onları var ederek güzel rüyalarda geziniyor. Birini bile uyandırmak istemiyorum. Üzerlerini örttükleri hırkaların, paltoların açıkta bıraktığı yerlerini tatlı tatlı dürten rüzgara öfkeli nazarlar fırlatıyorum bu yüzden. Şakacı bir çocuk gibi gıdıklayıp duruyor bu ölü gibi bedenlerin yanaklarını, ellerini.
Güneş bulutların ardından bir iki huzme gönderiyor... Def ediyor rüzgarın şımarık ellerini. Çocuklar, kadınlar ayılır gibi olsalar da kaçmak istedikleri o karanlık yere yeniden dalabiliyorlar böylece. Çocuklardan en küçüğü onlar kadar ışığa küsmemiş... Gözleri sonuna dek açık, güneşi selamlıyor. Yüzünde parlamaya başlayan bilinç, az önceki rüzgar olmuş, uyuyan ruhların üzerinde şimdiden esmeye başladı bile. Hay Allah, tam da otobüsün geleceği tuttu. Filmin en heyecanlı yerinde kapı çaldığı zamanlardaki o yoğun öfke dalgalanmaya başladı yine içimde. Sonrakine binsem ne çıkar ki?.. Gideceğim yere yarım saat geç kalsam...
Otobüs gözü arkada kalmış, şaşkın şaşkın süzülüp geçiyor önümden. Kendisini bekleyen ama son anda binmekten vazgeçen o kadının gölgesini kaç sokak daha sürükleyecek peşinden kimbilir. Ama ben son derece isabetli bir karar vermişlerin o gölgesiz yüzüyle geri dönüyorum kaldırımın kenarına. Hemen o ufaklığa bakıyorum. Az önce estirdiği rüzgar yeterince kovmuş mu uykunun yumuşacık örtüsünü bu acı çeken ruhların üzerinden diye... Uyanmak üzere olan bedenlerin gerinen kolları bacakları dört bir yana uzanıyor mu?
Hayır, çok kararlı bir uyku bu... Ölüme yatış sanki... Böyle uykulardan benim de uyuduğum çok oldu. Bu yüzden iyi biliyorum; şu ufaklığın cin gibi gözleri, kıpırdanıp duran minicik bedeni ne kadar o bedenleri yaşama davet etse de öyle kolay kolay ikna edemeyecek onları. Çarpılan duvarlar var çünkü... Üşüyen eller... Şık bir kadının yüzünde açılan koca bir hendek... Onlarla bu dünya arasına giren birsürü koca uçurum...
Poliklinik orada beklesin dursun, ben bir müddet daha buradayım. Tam karşıda bir park var, oraya gideceğim. Az ötedeki pastaneden bir de poğaça alırım. Çaycıyı çağırırım yanıma... Bu kaldırımı gören bir bank seçer, insanı katık edip başlarım kahvaltıma. Evde ayak üstü yediğim birkaç şeyden hiçbir şey anlamadım zaten. Açlık ayna olmadı masama. Belki bu bedenler bana söyler aç mıyım, tok mu?
Garip şey, hiç de hevesli değilim pastaneye girmeye. Oysa bu koku kadar beni çıldırtan bir şey yoktur. Fırından yeni çıkmış poğaça kokusu... O bedenler o kadar gerçek ki hiçbir filme konu olamıyorlar. Onları ille de yaşamın ortasından seyredeceksin. Keyifle çayını yudumlayamayacağın kadar boğazın düğüm düğüm, kendini yok edeceksin üzerlerine sinen ölümde.
Poğaçadan, çaydan vazgeçtim. Hemen bir bank buldum kendime. Sadece alabildiğine görmek istiyorum onları. Neden burada bu insanlar, anlamalıyım... Uyanacakları dünya nasıl bir yer? Bir yerden mi göçüp geldiler? Kaçtılar mı ya da?
Aksi gibi hava da öyle güzel ki! Sanki güneş koca bir gülüş olup açmış dünyanın yüzünde... Birtürlü hüzünlenemiyorum. Ama gerçeği görmeme de engel olmuyor hissettiğim bu sıcacık duygu... Karşı kadırımda yatanlar benden çok daha önemli bir yerdeler hala... Birer ikişer uyanıyorlar. Zihinleri tam olarak uyanmadan seyrediyorlar dünyayı birkaç dakika da olsa. Gülümseyen güneşi selamlıyorlar onlar da. Henüz hatırlamaya başlamadılar çarptıkları o duvarları... Canı yanmamışların gözlerinden bakarcasına bakıyorlar tıpkı kaldırımlardaki ağaçlara. İşe gidenlere de bakıyorlar. Bu saatte biri şık giysilerle kaldırımda koşturuyorsa mutlaka işe gidiyordur çünkü. Gözleri hala uykulu, kimsenin canını yakmadan geçip gidiyordur ordan. Sabahın o saatinde kimse özenmez işe giden insanlara. Giysileriyle çatışan bir sadelikleri vardır. Onları kocaman bir ailenin ferdi yapan bir iradeleri...
Bu yüzden onların şık giysileriyle oradan geçmelerinden hiç rahatsız değilim. Çünkü onlar da kaldırımda yatanlar kadar net bir şekilde haykırıyorlar "hayat çok zor" diye... Eminim o hırpani giysileri içinde uyanmaya çalışan kadınlar ve çocuklar da hiç rahatsız olmuyorlardır onlardan.
Apar topar kalkıyorum. Yandaki banka geçmek üzere... Oradan daha rahat seyredebilirim onları. Ağaçları siper ederek... Beni görmelerini istemiyorum çünkü. İşe gidenler kadar yakın değilim çünkü dünyalarına. Az sonra polikliniğe gidecek, ilaç yazdıracağım kendime. Sonra güzel bir gezinti yapmayı planlıyorum. O yüzden o açıklık yerden kalkıp ağaçların ardına saklanmak istedim. O insanların kaderini merak ediyorum çünkü. Az sonra tamamen uyandıklarında kalkacaklar mı yerden? Biri var mı onları çekip çıkaracak bu belirsizliğin içinden? Gidecekleri yere bir pusula olacak...
Bir şebeke mi söz konusu yoksa? Çocukları, kadınları dilendiren... Ya da hırsızlık yaptıran onlara... Gazetelerde çıkan haberler geçip gidiyor gözlerimin önünden. Oralarda karşılaştığım o gözü dönmüş canavarları çok farklı bir ışıkta görüyorum sanki. Yeniden insan oluyorlar. Belki de hiç onlardan olmadı kaldırımda yatan bu insanlar. Ama bu aykırı görünümleriyle onlara öyle de benziyorlar ki!
Hem ne fark eder ki onlardan olup olmamak?.. Sonuçta her iki halde de boş mideler yok mu işin içinde? Haykırılmayıp düğüm düğüm olan duygular... Bir insanı kendi olmaktan çıkarıp sadece bir öfkenin bedeni yapacak kadar acımasızlaştıran o duvarlar...
Ani bir hamleyle yerimden kalktım. Pastaneye yöneldim. Poğaça kokularına... Az önce bankta saymıştım onları: Tam 8 kişiydiler. 16 poğaça dedim görevliye. İkişer poğaça anca yeterdi açlığı bir nebze de olsa midelerinden silmeye. Çay da götürebilseydim keşke. Ama maalesef bu şartlarda mümkün değildi.
Karşı kaldırıma geçip poğaçaları taksim ettim. "Afiyet olsun." diyerek... Sonra apar topar çekildim sahneden. Seyretmekle yetinemeyecek kadar uzun bakmıştım onlara. Ya gerçekten dokunacaktım onlara, dünyalarına girecektim. Ya da sonsuza dek çekip gidecektim yaşamlarından. Dokunmadan, bir parça ışık sokmadan karanlıklarına, bakmaya dayanamazdım artık. Ama dokunacak kadar da güçlü değildi ellerim. Yanmaktan ölesiye korkuyorlardı. Bu yüzden hemen uzaklaştım ordan. Arkama bile bakmadan çekip gittim.