- 1436 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
GEÇMEYEN GEÇMİŞ
Kadir gözünü zor açıyordu. Esnemeye başladı, uyku iyice bastırmıştı. Saatine baktı dört buçuktu bir, iki saat sonra hava aydınlanmaya başlar diye düşündü. Her taraf zifiri karanlıktı bu saatte herkes yatağında mışıl mışıl uyuyor olmalıydı. Arabanın hız göstergesine baktı yüzün üzerinde gidiyordu. Bir tabela gözüktü karanlıkta Sonat lıya yüzeli kilometre yazıyordu. Bir buçuk saat sonra varırırm diye içinden geçirdi. ‘’Bu saate gitsem mi, nasılsa herkes ayaktadır, bu gece uyuyacak halleri yok ya’’, dedi kendi kendine.
Az sonra gecenin siyah örtüsünü güneş açmaya başlamıştı. Dağlar gözükmeye başlamıştı tan ağırırken. Güneş Kızıl Kayanın oradan biraz mahsun doğuyordu sanki belki de Kadir’e öyle gelmişti. Güneş ışınları kayaya vurdukça daha kızıl gözüküyordu. Gençliği aklına geldi, az çıkmamıştı oraya, oradan Sonat’lıyı izlemeye doyulmazdı. Kaç yıl oldu gelmeyeli çok yıl olmuştu seneleri saymayı yıllar önce bırakmıştı. Giderken genç simsiyah saçlı, gözlerinde umut, hayal ve öfke olan delikanlıydı. Oysa şimdi saçları ağırmaya başlamış, gözlerinde bıkkınlık, umutsuzluk, sukunet ve pişmanlık olan orta yaşlı bir adama dönmüştü. Yıllar saçları siyahtan griliğe döndürmüştü. Büyümüştü, olgunlaşmış ve eski öfkesinin yerine sükunet almıştı.
Bunca senedir hiç gelmemişti, hatta telefon bile etmemişti. Arayıp sormamıştı, onlarda izini bulamamıştı. Sonat’lıda kimse nerede olduğunu bilmiyordu. Zaten bulunmakta istemiyordu Kadir. Geçmişini silmişti ve buraları gömüp gitmişti. Burayı terk edip de çok uzaktaki şehre gittiğinde yeni doğmuş gibi kabul etti kendini ve hafızasını sıfırlayıp, beyni sıfırdan kayda başlamıştı.
Ta ki iki yıl öncesi yaşadığı şehir İstanbul da tesadüfen dayısının oğluyla karşılaşana kadar. Çocuklukları ve gençlikleri birlikte geçmişti. Zaten Musa tanımıştı, Kadir mümkün değil tanıyamazdı. Saçları dökülmüş, göbek yapmış orta yaşlı bir adam olmuştu. Sonra dikis aynasından kendisine baktı, ‘’Sanki ben çok gençmişim’’, dedi. En azından saçları yerindeydi, göbeğine vurdu. ‘’Musa kadar büyük değil en azından’’, dedi. Gülümsedi, bu kadar kederliyken insan nasıl gülümser diye kendi kendini yadırgadı.
Restront da yemek yerken karşısındaki adam sürekli ona bakıyordu. Kadir rahatsız olmaya başlamıştı. Belki dik dik bakarsam o da rahatsız olur ve bakmaz diye düşünmüştü. Ona bakan adama en sert bakışı ile dik dik baktı. Karşısındaki adam kafasını çevireceğine aksine gülümseyerek ona bakıyordu. Adam oturduğu masadan kalkıp, Kadirin boynuna sarıldı. ‘’Vay hala oğlu Kadir napıyon lan’’ derken sıkıca sarılmıştı. Kadir adamın mengene gibi kollarından kurtulup yüzüne baktı. Musa sıcacık gülümsüyordu. ‘’Lan tanımadın mı? Ben lan ben, Musa dayının oğlu yuh be sana’’, dedi. O zaman Kadir dikkatli bakıntı ve tanımıştı bu Musa’ydı. Her zaman ki gibi güleç yüzlü, şakacı Musa’ydı. Kadir sanki memleketinin toprağına, ağaçlarına, bulutlarına sarılır gibi Musa’ya sarıldı. Musa sanki Sonat’ın dağları gibi burcu burcu kokuyordu. Annesinin yaptığı tandırın kokusu, babasının Birinci sigarasının kokusunu ve lavanta kokusunu içine çekti. Burnunun direği sızladı ve yüreği acıdı.
İki kuzen uzun uzun sohbet etmişti. Kadir sadece annesini, kardeşlerini ve onu sormuştu. Lavanta kokan Gülay’ı sordu. Annesi, kardeşleri iyiydi, Gülay evlenmiş ama kocası iki yıl önce kanserden ölmüş. Babasından bahsedecek oldu. Kadir, Musa’yı susturdu, ondan konuşmak istemiyordu ama için içinde merak ediyordu. Acaba şimdi nasıldı Mor Kaya kadar sert, katır kadar inatçı ve çınar kadar güçlü babası. Yaşlanmıştır artık diye düşündü. Musa ‘’baban’’ dedikçe, onu susturuyordu. Sonunda Musa da vaz geçti, mademki bilmek istemiyordu bilmesin o zaman diye düşündü.
Musa, İstanbul’a çiftliğe aldığı bir makinanın bozulan parçasının yenisini almaya gelmişti. İşleri iyimiş, çırçır fabrikası kurmuş. Evlenmiş, iki oğlu varmış. ‘’Oğlanlarla fabrikayı işletiyoruz’’, dedi. Biri işletme okumuş, diğeri ise Sonat’tan hiç ayrılmamış, babasına yardım etmiş. Büyük oğlu, okulu bitince babasının yanında çalışmaya başlamıştı. Mutluydu Musa, karısı da sakin bir kadınmış. Küçük yerde hayat nasıl yaşanırsa öyle yaşıyorlardı. Sade, basit, stressiz, trafiksiz. ‘’Sen’’ demişti Kadir’e ’’ nasıl yaşıyorsunuz bu koca şehirde be trafikte, insan boğulur’’ diyordu. Haklıydı ama insan alışıyordu işte ve yaşıyordu, boğulmayacak kadar yarım nefeslerle yaşıyordu.
Musa o akşam döneceğini işinin bittiğini söyledi. Kadir, Musa’nın telefon numarasını aldı. Kimseye vermeyeceğine dair çocukların üzerine yeminler ettirdikten sonra kendi numarasını verdi. Birbirini çok özlemiş olan iki kuzen sarılarak vedalaştılar. İki yıl zarfında ara sıra Kadir, Musa’yı aradı. Annesi ve kardeşlerinden haber aldı. Bazen Musa da arardı, son aradığında ağlıyordu. ‘’Gel’’ dedi ve olanları anlattı. Kadir her şeyi öylece bırakıp hemen yola koyulmuştu.
Yol boyu, bunları düşündü. Çok üzülmüştü aldığı haberden, ağlamıştı. Tıpkı yağan yağmurun cama vurup görüşünü kapatması gibi gözlerinden yaşlar boşalıyor ve önünü göremiyordu. Hatta az kalsın kaza yapacaktı, nerdeyse uçurumdan yuvarlanıyordu. Arabasını durdurdu, doya doya ağladı. Gecenin bir vakti yalnızdı ve ağladığını duyacak kimse yoktu. Rahatça içini boşaltabilirdi gözlerinden. Dakikalarca ağladı, sonra da yoluna devam etti.
Güneş göğü maviye boyamaya başlamıştı ve maviledikçe gökyüzünün tepelerine doğru tırmanmaya başlamıştı. Saatine baktı, saat altıya geliyordu. Karşısındaki koca tabelayı okudu. ‘’Sonat’a Hoş Geldiniz’’, pek hoş ve mutlu gelmemişti. Yolda ağır aksak yürüyen birkaç ihtiyar gördü. Belli ki camiden sabah namazından geliyorlardı. Yoksa sabahın köründe bu ihtiyarların dışarıda ne işi olabilirdi. Yaşlıların yanında geçerken tanıdık var mı diye tek tek baktı. Aslında kimi görmeyi istediğini biliyordu ama kendine itiraf etmekten korkuyordu. Zayıflık olarak görüyordu.
Baba evinin sokağına girdi. Dudaklarında buruk bir tebessüm yerleşti. ‘’Baba evi ‘’ dedi kendi kendine. Sokak yıllar önce bıraktığı gibi değildi, hatıralarında ki sokak bu değildi. Yeni ve yüksek apartmanlar dikilmişti. Bahçesinden kiraz çaldıkları Ahmet Amca’nın iki katlı evinin yerinde bir apartman yükselmişti. Onun yanında başka bir apartman vardı ve kalbi duracak gibi oldu. Sanki gördüğü ev bıraktığı gibiydi. Sanki o evde zaman durmuştu, onca yıllara rağmen hiç değişmemişti. Evin rengi bile değişmemişti, aynı maviydi, gökyüzünle inat gök mavisiydi. Geçmişe gitti. Annesinin elinde badana fırçasıyla evin dışını badana yapışını hatırladı. Annesine, ‘’Anne kırmızıya boyayalım şu evi, ateş kırmızısı olsun’’, der kızdırırdı. Annesi ise,’’Hadi ordan sıpa mavi olacak ve gökyüzünün mavisi mevsime göre değişse de ev hep bahar mavisi olarak kalacak’’, derdi. ‘’Anacığım, ah benim bahar gönüllü, bahar mavisi gözlü anacığım’’ dedi.
Evin bahçesine girdi. Evin kapısı açıldı, bir kadın çıktı. Ellerini göğsüne bağlamış, dışarı çıkınca üşümüştü sanki, havada serindi zaten. Arabayı görünce, o yöne doğru yürüdü. Gözleri ağlamaktan şişmişti. Kadir arabadan indi. Kadın, Kadir’i görünce ‘’ABİİİ’’ diye çığlık attı. Sabahın o sessizliği ve sakinliğinde öyle bağırmıştı ki ayaklarının arasında dolanan kedi korkup kaçmıştı. Ses evden de duyulmuştu her halde, çünkü perde aralandı. İçeridekiler sevinç çığlıkları atarak dışarı çıktılar. İnsan birkaç dakika önce üzüntüden ağlarken nasıl biranda sevinçten kahkahalar atıp sevinçten de ağlayabilirdi. Kadir’i ilk gören kardeşi Hatice bunları düşünüyordu.
Herkes, Kadir’e sarılma yarışındaydılar. Hep birlikte, Kadir’i sevgi içinde kucaklayıp eve girdiler. Salona geçerlerken, anne babasının odasının kapısı aralıktı. Kadir’in yerdeki örtülü kabarık dikkatini çekti. Beyaz bir çarşaf örtülmüş ve üzerine bıçak konuşmuştu. Kadir, kardeşinin kolundan çıkıp, odaya yöneldi. İçeri girdi, beyaz çarşafı biraz açtı. Annesi ölmemiş gibi ona gülümsüyordu. Kadir, sadece annesi ve kendisi varmışçasına annesinin ölüsüne sarıldı ve ‘’Anneciğim ben geldim,kalk’’ dedi. Kadir yetşememişti.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
20.10.2012
YORUMLAR
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
Geç kalmışlık dokundu yüreğime. Ama neden terk etmişti memleketini, geri gelmemesine sebep neydi. Bunlarsa hep soru işaret. Yine yaptın yapacağını, bizi merak içinde bıraktın. Gerçi bunu hep yapıyorsun. Yine abone olduk sana. Ara verme ama her gün as devamını. Çokça sevgilerimle...
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
Seher_Yeli S.ZerrinAktaş
hızına yetişmek imkansız. Bize garezin mi var senin... önce şunu bir bitir bırak yeni yazın sonraya kalsın, hocalar demiyeni demlensin:)))))
Şaka şaka ama meraktan öldürme bizi istresen. Öptüm güzel yüreğinden...
Hep derim ki;
Sevdiklerimizi görmek, ziyaret etmek, sevgimizi haykırmak için onların zor anlarını, hasta olmalarını beklemeyelim...
Helede bu öyküdeki gibi ölmesini hiç değil...
Hep yaptığımız hataları dile getiren çok anlamlı bir öykü...
Kutluyorum Eray Hanım.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar
bu yazı gerçektende çok güzel olmuş
anlam ve anlatımı çok güzeldi
kutlarım kalemi
sevgilerimle
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
Beğendim eray hemde çok beğendim.. tasvirlerin müthişti...konu yine çok farklı. bir konu ve mükemmel anlatımla okuyana sunulmuş...Daha ne olsun...sevgiler...
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
hüzün dolu bir hikaye anlatımın akıcı ve güzelliğinde severek okundu.hayatın zorlaştırdığı anlamsız yaşamlar ve hasret dolu yürekler.
kutlarım kalemi.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar
efendim harika anlatım güzel kurgulama roman tadındaydı kutlarım bu güzel yazınızı saygılarımla selamlar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler