MAŞUK/10.BÖLÜM
Nihayet nisan yağmurları başlamıştı. Çetin bir kış geçirmiştik Toronto’da. Bazen öyle oldu ki diz boyu kara gömüldük. Kapının önündeki karları küremeyi, David ve Suzan’la aramızda sıraya koymuştuk. Kimi zaman çoluk çocuk sımsıkı giyiniyor, kocaman kardan adamlar yapıyorduk. En zor bulunan şey ise gözleri için kömürdü. Memlekette olsak hiç yokluğunu çekmezdik. Oysa burada bütün evlerde doğalgaz olunca kömür gümüşçü dükkânında elmas aramaya benziyordu. Neyse ki mangal partileri için garajda yedekte bulunan mangal kömürüyle işimizi görüyorduk. Vurulduğum günü saymazsak günlerim çok güzel geçmişti bu memlekette.
Hayatımın aşkını bulmakla beraber yeni bir aile ve yeni kardeşlerim olmuştu. Her şeye rağmen babam, annem, kardeşim ve memleketim gözümde tütüyorlardı. Şimdi ne güzel olmuştur memleketimde her bir bahçe, bağ, her bir dal. Badem ağaçları pembeli beyazlı çiçeğe durmuştur. Topraktan çıkan dumanlar cemrelerin düştüğünün ve artık soğuk günlerin gideceğini anlatır. Kış boyu üzerinizde taşıdığınız ağır yüklerden yavaş yavaş kurtulursunuz. Çocuklar şenlendirir sokakları. Top oynayanlar, bisiklete binenler… Daha çok insan görmeye başlarsınız sokaklarda ve caddelerde. Ve en önemlisi yurdumun dört bir yanında baharı karşılamak için hangi mezhepten veya etnik kökenden olursa olsun nevruz kutlamıştır. Şarkılar söylemişler ve halaylar çekmişlerdir. Ateşler yakılmış üzerinden atlanmıştır. Orada olup onlarla birlikte olmayı çok isterdim. Burada da geçen hafta paskalya bayramını kutladık. İlk defa şahit olduğum bu bayram çok hoşuma gitti. Hıristiyanlık inancına göre paskalya; Hz. İsa’nın öldükten sonra 3. gün yeniden dirilişini dile getiriyormuş. Aynı zamanda kıştan çıkıp bahara ermenin şükrüymüş. Her yıl kesin bir tarihi olmamakla beraber 21 Martta dolunayın görülmesinden sonraki ilk Pazar günü olarak belirlenirmiş. Pazar olmasının sebebi ise Hz. İsa’nın tekrar Pazar günü dirilmesiymiş. Genellikle de nisan ayının ikinci pazarı olarak belirlenirmiş. Suzan bir sürü paskalya çöreği yaptı. Yumurtaları haşlayıp boyadık. ‘’Yumurta ne alaka diye sordum!’’ Suzan’a. Öyle ya bizde kurban bayramında kurban kesmenin bir anlamı vardı. İsmail peygambere ithafen kurban farz olmuştu. Ramazan bayramında da çocuklara hem harçlık vermenin hem şeker vermenin bir gelenek olduğu gibi. Bana; ‘’Yumurtanın doğada kendi başına hiçbir şeye ihtiyaç duymadan yeni canlıların ürediğini, onu temsilen baharında tekrardan bir doğuşu sembolize ettiğini, bunun için herkesin birbirine iyi dileklerini sunmak için bunu yaptıklarını’’ anlattı. O gün, gün boyu kapımızı çalan çocuklara şekerler, yumurtalar, paskalya çörekleri verdik. Eve en yakın kiliseye gidip törene katıldık. İncil’den dualar okudular. Papaz herkesi kutsadı. Ellerimizde mumlarımız sırasıyla mum yakıp, dileklerde bulunduk. Babaannemden ve okuldan öğrendiğim duaları okudum bende. Önemli olan aynı Allah’a inanıyor olmamızdı. Anne ve babalarımızın bize öğrettiği ve sahip olduğumuz dinin yaptırımları ne olursa olsun, hepimiz bağışlanmayı ve hakkımızda iyi şeylerin olmasını diliyorduk. Başka bir ibadethanede olmama rağmen içimin huzurla dolduğunu hissettim. İster havra olsun, ister sinagog, ister cami, isterse de şu an olduğum gibi kilise; insan buralarda Allah’a daha yakın olduğunu hissedebiliyordu. Suzan neden ağladığımı sorduğunda ağladığımın da farkına varmıştım. ‘’Hiç!’’ dedim. ‘’Sadece çok duygulandım sanırım.’’
Sonraki günlerde günlerce yağmur yağdı. Dünyanın dengesi bozulduğundan beri hangi iklimde ne olacağını pek tahmin etmek mümkün olmuyor. Bulunduğum yerde değil ama yakınlarda bir yerlerde kasırga tüm şehri mahvetmiş. Çatılar uçmuş, sel baskınları yaşanmış. Felaketzedelere yardım amacı ile hepimiz elbirliği ile koliler hazırladık. Belediyeye teslim ettik. En çok ihtiyaçları olabilecek şeyleri koymaya gayret gösterdik. Günler günleri kovaladı, zaman su olup aktı. Sekiz aya yakındır buradaydım. Yakında geri dönüş için yolculuk başlayacak. Hayatıma yepyeni bir bakış açısı kazandırdı bu ülke. Bambaşka bir kültürün farklılıklarını ve yürek atışlarını gördüm.
Beraber gelmiştik Kerem’le, dönüşte de beraber gidecektik. Onun okulu benden bir hafta öncesinde kapanmış olmasına rağmen beni beklemişti. Annemlere birazcık Kerem’den bahsetmiştim. Dönüşte uzun uzun anlatacak ve evlenmek için müsaadelerini alacaktım. Hepimiz biraz buruktuk ayrılık zamanı geldiğinde. Tekrar tekrar sarılıp kucaklaştık. Bizleri, havaalanına kadar gelip yolcu ettiler. İşte tekrar havadaydık. Sekiz ay önce korkularla çıktığım bu yolculukta, şimdi içimde mutluluklarla ve soru işaretleriyle dönüyordum. Heyecanlı olduğumun Kerem de farkındaydı. Muhtemelen onun da aklında soru işaretleri dönenip duruyordu. Gelecekle ilgili planlarımızdan konuştuk birkaç saat. Sonra ellerimizi birbirine kenetleyip, başımı omzuna dayayıp uzunca bir süre konuşmadan yol aldık…
Yere indiğimizde gece yarısı olmuştu. Annemle babamı hasretle havaalanında bekler buldum. Ben de onları ne kadar çok özlediğimi, onları görünce ağlamaya başladığımda daha iyi anladım. Uzaktan Kerem bizi seyrediyordu. Elimle ‘’Gel!’’ işareti yaptım. Koşarak geldi. Annemlere dönüp tanıştırdım.
‘’Anneciğim, babacığım size bahsetmiş olduğum arkadaşım Kerem! Ve Kerem bunlarda canımdan çok sevdiğim annem ve babam.’’ Bu kısa tanışmadan ve hal hatır sormalardan sonra vedalaşıp ayrıldık. Annemin ve babamın merakla anlatacaklarımı beklediklerini hissedebiliyordum. Yol boyu oradan buradan konuştuk. Öğretmenevine vardığımızda oldukça geç olmuştu. Sabah görüşmek üzere öpüşüp koklaşıp yataklarımıza çekildik. Yarın beni zorlu bir maraton bekliyordu.
YORUMLAR
cANIM TAM DA KURBAN BAYRAMININ AREFESİNDE ÇOK GÜZEL ANLATMIŞSIN. ŞEKİLLERİ FARKLI OLSA DA İNANÇLARIN MANEVİ YÖNDEN AMAÇLARI AYNI ASLINDA. ÇOK SES GETİRECEK BU ROMANIN ONA GÖNÜLDEN İNANIYORUM. SEVGİLERİMLE ARKADAŞIM.