- 825 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ft. Edebiyat -4-
"Biz çocuktuk ve küçük yüreklerimizde sadece masum duygular taşırdık.
Ellerimizde oyunlarda kalan mühürler; uçurtma ipi izleri, gazoz kapaklarından kalan yuvarlak tırtıllı çizgiler, deniz suyunun tuzları vardı.
Gökyüzünden geçen uçakların sesini duyunca ellerimizi gözümüze siper eder uçağı bulmaya çalışırdık.
Uçağı ilk gören "işte orda, ben gördüm, o benim uçağım" derdi.
Yoldan geçen büyükler el sallardı, biz ıslık çalardık gökyüzünde küçücük martı gibi süzülen uçağımıza.
Oyunlarımız vardı ağaç dallarından sarkan, toprakta açtığımız küçük kuyularda toplanan.
Saklambaç,istop ve körebe oynardık akşam olmadan.
Yapraklarından şapka yaptığımız, çiçeklerinde arıları hapsettiğimiz bitkilerimiz vardı bahçelerimizde.
İspirtolu kalemler vardı kırtasiyenin camında hayranlıkla seyrettiğimiz, rengârenk.
Plastik toplar vardı her maç yaptığımızda Pansumancı Mehmet amcanın yakalayıp çakısıyla kestiği.
Yaralarımız vardı dizlerimizde kabuk bağlayan en ateşli mahalle maçlarından kalan.
Şarkılarımız vardı oyunlarımızı duyuran, rakiplerimizi kızdıran.
“Birdirbir” vardı, uzuneşek, güvercin taklası, kızların oynadığı seksek, yakar top vardı bütün mahalle çocuklarıyla oynanan.
Ellerimizde silaha benzeyen tahtalarla adam bölüşerek oynadığımız “tabancacılık” oyunumuz vardı.
Yağ satarım bal satarım yaşımızdan sonra, isim şehir, köşe kapmaca ve mendil kapmaca oynardık çoğu zaman.
Kavgalarımız vardı bitince hemen barışılan.
Sırlarımız vardı bizi bir birimize yaklaştıran, annemizden başka kimseye söylemediğimiz.
Pabuçlarımız vardı top oynamaktan uçları delik ve yeni tamirden alınan.
İçimize gömdüğümüz isteklerimiz vardı, berber koltuğunda konuşulamayan.
Elbiselerimiz vardı terzide provası alınıp teyelleri açılan.
Çoraplarımız vardı topukları yamalı.
Her mevsim değişince açılan elbise sandıklarından yayılan naftalin kokuları vardı.
Bonanza vardı, baba Katrayt, Uzay Yolu’nda Mistır Sıpak, Küçük ev ve Lora, Pazar Eğlencesi Cenk Koray, Zagor Ten-Ay Çiko, Nevada Rangeri Tommiks,seviglisi kıskanç Suzi sarışındı. Tarkan vardı “atıl kurt” diye haykıran, Atiila’nın fedaisi.
Elden ele gezen kitaplar vardı, dergiler, cep fotoromanlar.
İpli topaçlarımız vardı.
Otomobillerdeki havalı kornaları en güzel taklit eden Deli Hayri vardı.
Beyaz yakalı önlüklerimiz vardı her hafta sonu kola’lanan.
Çamaşıra konulan çivit vardı.
Demirel vardı, Ecevit, Naim Talu, Nihat Erimvardı. Büyüklerin sohbetlerini süsleyen, hararetini arttıran. Kalın sesiyle “Gomonisstler”e kızan Türkeş, Bağımsız Türkiye, kalp şeklinde anahtarı olan Erbakan vardı ve umumiyetle faşizme karşı omuz omuza durulurdu kahvehanelerde o zaman.
Amerika’nın sesi vardı her akşam ajansı alınan.
Yazlık sinemalar vardı “ailelidir” panosuyla üst katı ayrılan.
Çekirdekler vardı üzerinde sincap resmi, gazozları bal şerbet, kurabiyeleri enfes, bir liraya alınan.
Sinema filmleri vardı öpüşme sahnelerinde gözümüzü kapadığımız.
Annesi olmayan çocukları anlatan filmler oynardı, hüngür hüngür ağladığımız.
Komşular vardı acılar, sevinçler paylaşılan, sıkıntılar, rahatlıklar, sofralarda ekmekler, gezilerde azıklar bölüşülen.
Seçimler vardı konvoydaki arabalardan “İsmail abi bu sefer bize oy ver “ diyen anonslarıyla kavgasız gürültüsüz tamamlanan.
Pazarlar kurulurdu taze sebze ve meyveler satılırdı, genetiği ile oynanmadan.
Akşam sohbetleri olurdu, her akşam farklı bir evde toplanılan.
Düğünleri hatırlarım sabahlara kadar süren hç kimseyi kırmadan.
Maçlar dinlenirdi radyodan, sevinç ve hüzün yaşanırdı balkona çıkan çocukları vurmadan."
Necip:
Kardeş apartmanında çocuk olmak demek kavgalarla büyümek demekti.Dört kardeş ve dört daire ve altı farklı "küsme"ihtimali,en üst kat en alt katla,ikinci kat birinci katla ikinci kat üçüncü katla üçüncü kat dördüncü katla...vs..vs..en üst katta gümüştaş ailesinin en büyük ferdi yaşardı yani teyzem,Cumhuriyet ilkokulunda okuyan ailenin en büyük ferdi,okulun ne kadar eski olduğunu düşünürdü hep Necip,teyzesi ile aynı okuldan mezun olduğu için,dördüncü katta yanlz yaşardı,yaşamının yarısına yanlız yaşayarak geçirdi,ayrıldığı eşinin gece geç saatlerde elinde içki şişesi ile sokak lambasının altında bağırıp mahalleyi ayağa kaldırdığı günler olurdu,bu adamın çok ünlü bir hafız olduğu söylenirdi bir zamanlar,ancak belirli zamanlarda akli dengesini kaybeden ileri derecede hasta bir haafız,kimine göre askerdeyken attan düşüp kafasından yara aldığı kimine göre doğuştan olduğu söylenen bir akıl hastası,ancak bin dokuzlü yıllaraının Türkiyesindeki bir güney doğu kasabasında elbette tanışarak evlenilmezdi.İlk zamanlarda ruhsal dengesiiniin yerinde olduğu zamanlarda çok zeki olduğu Kuranı defalarac hatim ettiği gür sesiyle dinleyenlere bir ziyafet veren bu din alimi köylerde ünlü bir hoca olarak nam salmıştı,ancak yaz mevsiminde elli dereceye dayanan sıcakların etkisinden belki ruh sağlığı bozulduğu zamanlarda bir elinde ayetler diğer elinde içki şişesi ile kasabanın meydanında bağırırdı.Bu kişi iile evlilik hayatını yürütmek çileye katlanmak demekti teyze için,dört çocuğunu büyüttükten sonra varın yoğunu satıp savuran bu akli dengesi bozuk hafızdan boşanmayı başaran teyze tek başına hem anne hem baba olmanın zorluğunu yaşadı,parasızlıktan Osmanın en büyük ağabeyi Hakan’a baktı,yokluk içinde hayata tutundu ve ikibinonlu yıllrda hayata veda etti,yaşamının son yıllarında bir anne için mümkün olabilecek en büyük acıyı yaşadı ,ilk evladını kırklı yaşlarda akciğer kanserinden kaybetti,bu darbeyi ilerleyen yaşında kaldırmak zordu,yanlız yaşadığüı hayatında yanlız başına veda etti yaşama,necip defalarca çıktığı teras katında anneannesinin yakınlığını yaşadı ancak Osmanla koşup oynadıkları zaman fdazla gürültü çıkardıkları için teyzeleri tarafından sık sık uyarılırlardı,yıllar sonra ilkbaharın kendini hissettirmeye başladığı bir pazar günü anneanne bir hafta boyunca iki dünya arasında gidip geldikten sonra hayat gözlerini yumduğunda artık ailenin en büyüğü teyze olmuştu,o pazar günü teyzenin küçük ve büyük dayının ve annnesinin ağladığı gündü,bir asırlık ömrünü noktalamaya çalışan anneannenin "diğer tarafa"huzur içinde gitmesi için kasabanın ünlü din alimlerinden görüşler alınmıştı,çocukları barışmalı ve can çeken bu yaşlı kadının kulağına en büyük çocuk "Ana,çocukların barıştı"demesi gerekirdi ve barışın gelmesinden bir kaç gün sonra anneanne gerçekten yaşama veda etmişti.bir anne için ruhunu teslim etmeden önce bu cümleyi işitmek önemliydi elbet,ergenlik yaşına yeni girdiği yıllarda aklında kalan ise annesinin büyük ağabeyinin elini öpmesi ve "benim babam sensin" demesiydi,Osmanın babasının bir çocuk gibi ağlaması onun duygularının olması ve ölümün her yaştaki insan için acı olduğunun farkına varmıştı necip.Anneanne öldüğünde Osman kasabada yoktu,Tıp eğitimi almak için ayrıldığı kasabaya bir daha dönmedi,ağabeyleri Teoman ve Hakanda üniversite eğitimi almak için gittikleri şehirlere yerleştiler,seksenli yıllarda her dairede en az üç çocuğun olduğu apartman yavaş yavaş boşalmaya başlamıştı,gurbete gidenler ve ahirete gidenlerle...
Okuduğu her kitabı yaşama yeteneği veren gizemli adam beyaz kürelerin bir araya gelerek oluşturduğu şekille son kattan sarkan ablasının üstünde belirdiği günden bu yana tekrar görünmedi Necip’e ama bu kabiliyet kitapların dünyasını açmıştı.Cumhuriyet ilkokulunda mızıka çalan öğretmeninin hediye ettiği kitap okuduğu ilk kitaptı ve kısa düz siyah saçlı esmer kız da ilk aşkı,okul bahçesinde "yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım "oyunu oynanırken hep mendili Özlemin arkasına bırakırdı Necip ,onun kendisini kovalaması için ve yakalaması için ,hayatındaki en mutlu anları onun yanında oturup plastik fasulyelerle birlikte oynadıkları,defterlerine defalarca "Ali gel"yazdıkları andı,ve sekiz yaşına girdiğinde okul kapısında beklediği beyaz arabanın gelmediği an ise en üzücü andı,ileriki yaşlarda yine aşık oldu elbet ama çocukluk gibi ilk aşk da sadece bir kere yaşanırdı.Yıllar sonra evlenip baba olduktan sonra aşktan gözü kör olunca karısını ve oğlunu terk etmeye karar vardiği zaman okudu "Beyaz Gemi"yi.Babasız büyüyen bir çocuğun yanlızlığı anlatılıyordu,sayfalar ilerledikçe kendini kitapta buldu Necip.Yüksek bir tepeden denize bakarken...
İlerden kuğu gibi süzülen beyaz gemiyi gördü,acaba babası o geminin kaptanımıydı?birgün dönecek sıcaklığını hissettirecekmiydi?baba yeri gelince arkadas yada ağabey olabilirmiydi yoksa asık suratlı sık sık azarlayan kimi zaman döven anlayıştan uzak bir adam olabilirdi,aslında baba ne demekti?sözlük anlamını bildiği halde bu kelimenin anlamı zihnine yerleşmiyordu,kitaptan sıyrılıp hayatına döndüğünde ekmek almak için babasından aldığı parayı haracyıp eve döndüğünde babsının kulağından tutup parayı geri almak için harcadığı mağazada yediği dayağı hatırladı,onsekizizne bastığında sabah erkenden kalkıp babasından para çalıp deniz kıyısına garsonluk için kaçmayı planladığı günü hatırladı,son anda yakalnışı ve kapı önünde tekrar yediği dayağı.."Adam olduğunu mu sanıyorsun ?"sorusunu yanıtsız bırakmıştı,adam olmak belki de onsekizine basmak değildi,kendi ayakları üzerinde durmak,o deniz kasabasında garsonluk yaparken sadece bir gün çalışıp ikinci gün kaçmak değildi adam olmak ve ititiraf etmek gerekirse adam olmak çok zordu,bu uçsuz bucaksız maviliği izlemenin dalgaların sesini dinlemenın bir bedeli vardı.Bu bedeli ödemek için yeterli gücünün olmadığını hissetti Necip,osmanın her yaz anlattığı yaz tatili öykülerinde bıkarak dinlerken bir taraftan da merak ederdi,deniz ne kadar büyüktü ve ne kadar derindi?Osmanın babasının fabrikasındaki mercimek yıkama havuzunadn büyük müydü ve su sarı mıydı acaba ,her yaz tatilinde dayısının Osman’ı kucağına alıp havaya kaldırdıktan sonra denize fırlattığını biliyordu artık,kırmızı renkli arkası geniş arabanın içine yığdıkları eşyalarla sabahınerken saatlerinde yola çıkarlardı,yaz tatili kuzeni için kum ve güneşti ama Necip için farklı işyerlerinde çalışmaktı,hayatı öğrenmek için rica ile akrqaba çocukları yakınlardan birinin işyerine çırak olarak veriilrdi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.