Düşten Öteydi Bir Vakitler Düşlediklerimiz Gerçekleştirdik Amma Velakin-2
Düşüncelerimin içinde kaybolmuştum nihayet Cihangir’deki konağa avdet ettik. Bahçe envai çeşit nebatatla göz kamaştırıyor, havadaki nilüfer ve begonvillerin ağır tatlı rayihası insanın başını mey içmişçesine döndürüyordu.
Dövme pirinç işlemeli cümle kapısının çıngırağına henüz dokunmuştum ki kapı açılıverdi. Karşılamaya gelen halayık Mihribah’ın taşlıktaki selamlama faslına itibar etmeyip merdivenleri ivedilikle kucakladım.Paşa dedemin odasının kapısında sakinleşmeyi bekleyip bir kaç kez kapıyı ürkekçe tıklattım.Ses alamayınca kapıyı usulca aralayıp başımı içeriye doğru uzattım…
2.Abdülhamit Devri ricalinden olan, çeşitli vilayetlerde valilik yapmış paşa dedem kuştüyü yastıklarla beslenmiş fildişi ve eski altın rengi atlaslarla kaplı geniş yatağını çepeçevre kuşatan Has Halep ipeğinden dokunup sim kordonlarla bordürlenmiş cibinliğinin altında uzun gecelik entarisi, boyunlu gece başlığıyla hareketsiz ve sükuti görünüyordu.
İlerlemiş yaşına rağmen üç dili anadili gibi konuşur, ney, kanun ve kemanı büyük bir maharetle çalardı. Müziğe tutkusu, davudi sesiyle can verdiği türkülere vurgunluğu herkesin malumuydu. Ayrıca zamanının çoğunu ustalığının şahikasındaki hat sanatına ayıran yorgun yüreği olgunlaşmamış nar alacasındaki bir şafak vakti zafiyete uğramış, ev halkına ulaşmaya çalışırken de yere düşüp sol tarafına nüzul inmişti…
Zavallı anneciğimin doğuştan zayıf olan kalbi; ağabeyciğimin vakitsiz kaybı, paşa dedemin rahatsızlığı, lohusalığı sırasında üşütmekten mütevellit yakalandığı zatürree ile iyice hırpalanmış, lohusalık humması denilen illetin pençesine yakalanıp bitap düşmüştü…
Biçare kardeşim Nusret’çiğim yanı başındaki anneciğinin sıcaklığına, üç ay önce taşrada yeni vazifesine başlamış babacığının ölçeksiz sevgisine hasret; sütanne Gülbahar’ın bereketli sinesinden ayrıldığı vakitler emektar dadıyla genç irisi Mihriban’ın kucaklarında serpilmeye çalışıyordu.
Yabancı dil öğrenmeye olan yatkınlığımı müziğe olan tutkumu paşa dedemden, kitap okuma alışkanlığımı ve kırılamaz inadımı rahmetli büyükanneciğimden almıştım. Namı diyar Cansure Hatun... Konağı büyük bir ustalıkla idare eder, büyük küçük herkesin yardımına koşardı. Uzun boylu, açık tenli, iri yeşil gözlü, bir kaşı hafifçe yukarıya doğru kalkık, yüz hatları köşeli, zerafet ve asalet timsaliydi.
Tutulan mürebbiye tarafından evdeki eğitimimi tamamlamış, piyanoyu ustalıkla çalmayı öğrenmiştim. Diğer dilleri öğrenme gayretiyle yabancı bir mektebe giderek eğitimime orada devam etme isteğime büyükannem şiddetle karşı çıkmıştı;
‘’Frenk mektebine gitmekte nereden çıktı, hiç misali var mı hangi paşanın torunu gidiyor da sen gideceksin. On yaşına girdin artık gelinlik kız sayılırsın, otur evinde nakışını işle, çeyizini düz. Bir kadının vazifesi eşini, ailesini memnun edip boy boy çocuklarını yetiştirmektir. Zaten feraceye girme vaktinde geldi geçiyor bile…Öyle değil mi bey’’.
‘’Hanım Gülnihal okuyacak hem de Notre Dame de Sion’da. Hiç nefesinizi boşuna tüketmeyiniz benim kararım bu cihettedir’’.
‘’Siz nasıl münasip görürseniz öyle olsun bey’’diyerek hiddetten pembeleşen yüzüne, iri yeşil gözlerine hücum eden gözyaşlarından düşen damlaları fark ettirmeden silerek bir gölge sessizliğiyle aniden icat ettiği vazifeyi yerine getirmek üzere odadan dışarıya süzüldü…
Aile doktorumuzun tavsiyesi ve ısınan havaların mütenasipliği üzerine mekan değişikliği yapmak üzere telaşlanan evdeki çalışanlar göç hazırlığını hızlandırmış, adadaki yazlığı hazırlamaya koyulmuşlardı.Tek sorun konuşma yetisini, hareket kabiliyetini, yaşama sevincini kaybetmiş paşa dedemin bu seyahate nasıl katlanacağıydı…
Devam edecek 4/2…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.